MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli dünkü grup konuşmasında…
http://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/4801/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_BAHCELI__nin_TBMM_Grup_Toplantisinda_yapmis_olduklari_konusma_6_Nisan_20.html
“Önce 126 eski büyükelçinin sorunlu ve şüpheli bildirisi yayımlanmıştır” dedi.
14 ay önce yapılan basın açıklamasını “bildiri” diye ve yeniymiş gibi sundu!
“Montrö tartışmaları, Kanal İstanbul anlaşmazlıkları derken, Türkiye 4 Nisan’da 104 emekli amiralin bir nevi muhtırasıyla sarsılmıştır” dedi.
Özünde bu da “bildiri” değil, açıklama ama “muhtıra” diye tanımladı!
“Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi Lozan Antlaşması’nın tamamlayıcısı bir halkası, ayrılmaz bir parçasıdır.
Aynı zamanda bizim kırmızıçizgimiz, Karadeniz’in barış ve istikrar güvencesidir.
Kaldı ki, hiç kimsenin de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açtığı, feshedelim dediği falan da yoktur.
Türkiye’nin kendi egemenlik sahasında iç deniz yolu açmasının Montrö’yle nasıl bağı kurulmaktadır?” dedi.
Bir gün önce, ortağı, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının “Her şeye rağmen Montrö’nün ülkemize sağladığı kazanımları önemli görüyor ve daha iyisi için imkân bulana kadar bu sözleşmeye bağlılığımızı sürdürüyoruz” https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/126458/-milleti-ve-milletin-sectigi-yonetimi-tehdit-etme-curetini-gosterenlere-hadlerini-yine-milletimizle-birlikte-gosterecegiz- dediğini iyi anlayamamış!
“Vehimlerinin ve gizli emellerinin esiri olan 104 emekli amiral Türk demokrasi tarihinin kara bir lekesidir” dedi.
Haksızca edilmiş çok ağır söz!
“Dünyanın olağanüstü bir dönemden geçtiği, ülkeler arası cepheleşmenin derinleştiği, Türkiye’ye yönelik husumet bloğunun kalabalıklaştığı bir zaman aralığında, demokrasi düşmanlarına yeşil ışık yakan, gel gel yapan 104’lükler büyük bir suç işlemişlerdir” dedi.
Aman Tanırım!
Nasıl bir ilişkilendirme?!
Bu ulusun evlatlarının çok iyi bildikleri konuda görüş belirtmeleri, bunu paylaşmaları neden “suç, suç işlemek” olsun?!
“Bu suç cezasız kalamaz, kalmayacaktır” dedi.
Gözdağı!
Hiç etik değil!
“Hayret etmemek elde değildir, mavi vatanımızı bu çürüklerle nasıl savunmuşuz?” dedi.
E, pes yani!
Vatan savunmasında yanlışın zerresini yapmamışlar, bir de kalkıyor “çürükler” diyor!
Kabul edilemez!
“Çürükler” demesiyle “çürük siyasiler”i anımsadım!
Ne de çoklar!
Ama “çürük olmayan siyasiler” parmakla sayılacak kadar az!
“Bazı sözde hukukçular ve çarpık siyasetçiler diyor ki, emekli amirallerin yayımladığı açıklama bir darbe çağrısı değil, tam tersine bir demokrasi çağrısıdır.
Bu çağrı bal gibi darbe çağrısıdır.
Bu bildiri demokrasiyi hedef alan torpidodur.
Bu bildiri hukuk gaspı, milli iradeye doğrultulmuş silahtır” dedi.
Demek, 180 derece dönüş yapınca, algılama, yorumlama böyle oluyor!
“Emekli ve erdemsiz bu amiraller bildiride aynen şöyle tehdit savurmuşlardır:
‘Aksi halde Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidiyle karşılaşabilecektir.’
Aksi halde diye başlayan muhtıra bildirisinin neresi ifade özgürlüğü, neresi demokrasi çağrısıdır?” dedi.
Duyarlı olmaktan, düşünmekten, olacakları öngörmekten, dile getirmekten vb niye ürküyor?!
“Darbeler sayfası kapanmıştır” dedi.
Evet, “Askeri darbeler” kapandı, iyi de oldu ama yerini “sivil darbeler” aldı!
Yadsınacak mı?!
“Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’mizi hiçbir alçak tahrik edemeyecek, karanlık bir tünele çekemeyecektir.
Darbe demek uçurum demektir.
Darbe demek hıyanet demektir.
Darbe demek kan, gözyaşı ve mağduriyet demektir.
Darbe demek tarihin gerisine düşmek demektir” diyor.
Katılıyorum.
Ancak şu iki soruyu soracağım:
12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbelerde kendisi neredeydi?!
Hele de 12 Eylül’de, arkadaşları gözlem altına alınırken, işkencelerden geçerken, hapis cezalarına çaptırılırken, uzun yıllar cezaevlerinde yatarken kendisi neden korunup kollandı?!
“Darbeler tarihi bir bakıma CHP tarihidir.
Darbelerle yüzleşmek CHP’yle yüzleşmektir” dedi.
Y ü z l e ş i l s i n !
Gerçekler ortaya çıksın!
Sonuca da herkes katlansın!
“Kılıçdaroğlu 4 Nisan bildirisine karşı duruşuyla da bizi şaşırtmadı.
Dedi ki: Bu sahte gündemler tutmaz, halkımızın tek gerçek gündemi sofrasıdır” dedi.
Berbat söylemden ötürü, yergisi yerinde!
“Ve 4 Nisan bildirisinin görünmeyen imzası Kılıçdaroğlu’na aittir” dedi.
Gülüyorum!
Değirmenlerine su taşıyan yaşlı sakaya haksızlık ediyor!
“Hıyarım var diyene tuz alıp koşan İP’in Başkanı ise 104 emekli amirali zevzeklikle, yani gevezelikle suçlamıştır” dedi.
Çok ayıp!
Siyasi düzeyi/seviyeyi buralara indirmemeliydi!
“4 Nisan bildirisine zevzeklik demek asıl ve su katılmamış zevzekliktir” dedi.
Doğru!
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener “zevzeklik” sözcüğünü etmemeliydi!
Yanlış yaptı!
Bugünkü grup konuşmasında düzeltir mi?!
“Anayasa Mahkemesi’nin mevcut haliyle milletimizin vicdanında karşılığı yoktur ve Mahkeme Başkanı’nın tarafsızlığı söz konusu değildir.
Bu mahkemenin kapısına kilit vurularak yeni baştan yapılandırılması bir adalet, siyaset ve demokrasi sorumluluğudur.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi’nin bir darbe mirası olduğu ortadadır.
Anayasa Mahkemesi ayet hükmü değildir” dedi.
Özünü “Türk-İslam Sentezi” oluşturulan “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne, evrensel hukuka uygun yapılanmayı değil, Osmanlı’daki gibi dine dayalı “Sultan/Padişah Divanı”nı işaret ediyor!..
Yorum Yaz