Monthly Archives :

Haziran 2020

AKP DEPREME NEDEN İLGİSİZ VE NEDEN “KANAL İSTANBUL” DEYİP DURUYOR?!.

150 150 bakikarakol

Soru çok doğru, gerçekçi!..
AKP, Türkiye’nin deprem gerçeğine duyarlı değil, ilgisiz!..
Ama…
Her yönden ülke zararına olacağı bütün çıplaklığıyla ortada “Kanal İstanbul Projesi”nde kararlı, ısrarlı!..
Bir anket ya da bir halkoylaması yapılsa, yüzde 90’ların üzerinde beni doğrulayacak doğrultuda sonuç çıkacak!..
Ve Türk halkı, AKP’nin bu iki tutumundan ciddi biçimde rahatsız!..
Bu konuda da anket ya da halkoylaması yapılsa, yüzde 90’ların üzerinde “doğrulama” sonucu çıkacak!..
Çünkü…
AKP’yi ve halkımı tanıyorum…

İki konuda da, AKP’nin Cumhur İttifakı ve Cumhur İttifakı İktidarı ortağı MHP, AKP’den ayırtsız (farksız)!..

Başlıktaki soruya dönersek…

Sorunun yanıtı, “Türkiye Cumhuriyeti” kimliğini taşıyan herkesi yakından ilgilendiriyor…

Bu demektir ki, her Türk vatandaşı, “AKP, depreme neden ilgisiz ve neden ‘Kanal İstanbul’ deyip duruyor?!.” sorusuna “odaklanmak, düşünüp yanıt aramak, verdiği yanıtın yaşama geçmesinde kararlı davranmak” gibi bir sorumluluk taşıyor…

Ben, soruna en doğru çözümün, sorunun köküne sağlıklı düşünce ile bakıldığında bulunacağına inanırım…

Bu saptama ışığında, iki sorunda da AKP’yi sorumlu tutuyorum, AKP’nin kuruluş köküne uzanıyorum…
AKP’nin “kuruluş vitrini” bir kenara…
Kuruluş vitrin, “kuruluş öz”ü örtme, gizleme aracı!..
Gene de sızmalar oldu, araştırmalar yapıldı, onlar yazıldı çizildi, konuşuldu, tartışıldı…

“AKP’nin, emperyalist proje” olduğu defalarca yazıldı, konuşuldu, bir “bilinen” oldu…

MHP de bir emperyalist proje!..

Her emperyalist projenin birinci ana amacı, proje sahibinin çıkarlarına hizmet etmektir!..
Bu evrensel gerçektir ve yadsınamaz…

Emperyalistler, kanlarına kadar emecekleri insan yığınlarının “düşünme”lerini asla istemezler!..
Düşünceden yoksun insan yığını tek öncelikleridir!..
Bunun için yani “düşünmeyen insan yığını” var etmek için projeler üretir, yaşama geçirir!..

Emperyalistlerin öncelikle hedef aldıkları, İslam ülkeleridir!..
Çünkü “İslam Dini”, inananlarına “düşünmeyi” öğütler!..
Bu yüzden emperyalistler İslam Dini’ne ve İslam Dini inanları Müslümanlara düşmandırlar, onları önce “düşünce”den yoksun bırakırlar, sonra kendi aralarında ayrıştırır, kavgaya tutuştururlar, kendilerine bağımlı hale getirirler!..

Türkiye’nin, İslam Dini’ne inanan ülke olması yanında, Çanakkale ve Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferleri, emperyalistleri çılgına çevirmiştir, çevirmektedir!..
Türkiye’nin başına bir yığın iş açılması, bir yığın sorunla uğraşması, çözümde yol alamaması bundandır!..

Türkiye, dünya lideri Kemal Atatürk’ün yaşama gözlerini kapadığı 10 Kasım 1938’den beri doğal sorunlara ek, emperyalistlerin yarattığı sorunlarla boğuşuyor!..

Yani…
Yalnız AKP ve MHP emperyalist proje değil!..
CHP dışında, tüm siyasi partiler, iktidarlar emperyalist projelerdir!..
CHP’nin, Atatürk sonrası Genel Başkanları ve Genel Merkez yönetimleri de!..

Türkiye’nin, Türk halkının çok emperyalist düşmanı vardır ama ana düşman, diğer düşmanları etkileyen, yönlendiren “İngiltere Krallığı”, “İngiltere sermayedarları” dır!..
Bunlar aynı zamanda, “İslam”ın ve “Müslüman”ların da ana düşmanlarıdırlar!..
Amerika, Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda vb hikaye!..

Düşünceden yoksul bırakılmış insan yığını, güdülen koyun sürüsünden ayırtsızdır (farksızdır), çobanın söyleyeceğine inanmaları emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin daha bir işine gelir!..
Ülkeleri askeri güçle işgale gerek kalmadan, yeraltı, yerüstü zenginliklerin kolayca sahibi olurlar, kazançlarına kazanç katarlar !..

AKP, MHP isteseler de, düşünen insan” yetiştiremezler!..
Ama…
“Dindar, kindar nesil yetiştirme”de önleri açıktır!..

Halkı, deprem öncesi bilgilendirmelerden yoksun bırakmanın nedeni, işte bu “insanların düşünmemesi, düşünmeyi kazanmaması, bilmemesi”dir!..

AKP’nin “deprem ilgisizliği”nin kaynağı budur!..

AKP’nin ucube “Kanal İstanbul” ısrarı ise askeri ve siyasi amaçlı emperyalist dayatmayla birlikte, Türkiye’nin ekonomik çöküntüsüdür!..

Umarım ve dilerim, 2’inci Abdülhamit’in başına çorap örülmesi gibi bir durum sonucunda toprak yitirmeyiz!..

Böylesi bir korku içimi kemiriyor, uykularımı kaçırıyor!..

(Katar’ın başını çektiği zengin Arapların, kanal boyunca arsa kapatmaları, dolarlar saçmaları vitrinden başka bir şey değil!..)

İnanıyorum ki, ucube “Kanal İstanbul Projesi” halkoylamasıyla halka sorulsa, en az yüzde 90 üzerinde “Hayır, yapılmasın, vazgeçilsin” çıkar!..

Halkın kararına, duyarlılığına saygılı olmak, uymak ülke ve halk, hatta bölge yararınadır!..

YETMEZ AMA “DEPREM” OKULLARDA “ZORUNLU DERS” OLSUN

150 150 bakikarakol

Dün de (28 Haziran 2020 Pazar) saat 20.43’de Muğla Marmaris açıklarında 5.2 büyüklüğünde deprem oldu…
“Bugün, yarın nerede, ne zaman kaç büyüklüğünde deprem olmayacak” diye bir kesinlik yok!..
Her gün, her yerde deprem olacağı beklentisindeyiz!..

Bir “deprem kasırgasına” tutulduk!..

Böylesi sık, hele de Ege ve Akdeniz’de olması düşündürücü!..
Usumda “Akdeniz’deki petrol aramalarının etkinliği, payı var mı?!.” sorusu takılı duruyor!..
Şundan:
Ekonomide ve teknolojide gelişmiş ülkelerin “suni depremler” yarattıklarına ve de yaratacaklarına hep sıcak bakarım!..

“Doğal depremler” penceresinden baktığımda ise Türkiye’mizin “deprem kuşağı”nda olduğu gerçeğini asla ötelemem!..

Deprem, ülkemizin yadsımayacağımız gerçeğidir ve kabul etmeliyiz…

Yadsımayacağımız, kabul etmemiz gereken bir diğer gerçeğimiz, halk olarak, deprem bilgisinden yoksun olduğumuz!..

Bilgisizliğimizi gidermek için emek tüketmiyoruz!..

İşin kolayını bulmuşuz:
El açıp Allah’a dua ediyoruz!..
Tamam, Allah’a dua edelim ama Allah’ın verdiği usu (akılı) kullanmalıyız!..
Neden kullanmıyoruz, neden kullanmayı düşünmüyoruz?!.

Şimdilik (2020 yılı için) 16 Milyon nüfuslu İstanbul’da 7 ve üzeri bir “büyük deprem” bekleniyor!..
Kaçınılmaz olacak!..
Hep söyleniyor, gündeme getiriliyor!..
Ne zaman olacağı söylenemiyor!..

Yurdun her bir yanındaki insanlarımız gibi İstanbul’da oturan 16 milyon insanımız da deprem bilgisinden yoksun!..

Bilgi yoksunluğuna ve gerek çarpık yapılaşmaya, gerek ranta dayalı kentleşmeye baktığımda, İstanbul’da beklenen “büyük deprem”de, ağır, orta, hafif hasarın, can yitiminin, yaralanmaların öngörülenlerin çok ama çok çok üstünde olacağını düşünüyorum, deliriyorum!..

Deprem, kent vb bilimcisi değilim…
Gözlemlerime, öngörülerime dayanarak, içim de yanarak söylemek isterim ki:
1,5 milyon konuta sahip İstanbul’da, beklenen “büyük deprem”de, yarı yarıya “ağır, orta, hafif” konut hasarı, can yitimi ise 5 milyon üzerinde olacak görünüyor!..

Can yitimlerinin yarıya yakını, yani 2 milyon civarı, deprem sonrası yaşanacağı kehanetlik değil!..
Çünkü:
Yıkımlardan, yollar ulaşıma kapanacak!..
Depremde, yardım ekiplerinden yaşamını yitirenler, yaralananlar olacak!..
Deprem sonrası kurtarmalarda ciddi oranda karmaşalar yaşanacak!..
Onun için “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Hava Ulaşım Filosu kurması” önerisinde bulundum, şimdi bir kez daha bulunuyorum…

Amacım “felaket tellallığı” yapmak değil, olabilecekleri görmek, insanlarımızı bilgilendirmek, önlemler almaya itmek!..

“Deprem felaketi”ni ağır değil, hafif atlatabiliriz…
Yeter ki, şu “deprem sonrası yapılacaklara ilişkin düşünce”nin önüne, “deprem öncesi yapılacaklara ilişkin düşünce”yi koyalım…

Ardından, “depremin, okullarda zorunlu ders olmasını tek çare” görelim, siyasi kadrolara ve iktidarlara dayatalım, yasalaşmasını hatta Anaysa’da yer almasını sağlayalım…

Okullarda zorunlu ders olması ile yetinmeyelim, yaşamın her alanında deprem bilgileri ve deneyimleriyle donanalım, yerel yönetimleri, sivil toplum örgütlerini devreye sokalım; örgütlenmeyi yaşama geçirelim…

“Ulusal seferberlik” başlatılmasına öncülük edelim…

Bugünkü siyasi kadrolar, duyarlı davranır, kulak verirler mi?!.

Bilinçli, kararlı halk kitlesi karşısında hiçbir siyasi kadro inat ve direniş sergileyemez, -argo değimle- tıpış tıpış duyarlılık gösterecek, kulak verecek ve yapacak!..
Yapmazsa, getirildiği gibi gönderilir!..

NE, AKP GELENE KADAR TÜRKİYE’DE “KADININ ADI” YOK MUYDU?!.

150 150 bakikarakol

“Bu ülkede AK Parti gelene kadar ‘kadın’ kelimesinin adı yoktu Türkiye’de.”
https://odatv4.com/akpli-isimden-pes-dedirten-kadin-yorumu-25062001.html

Baştan söyleyeyim:
Tümce bozuk!..
“… ‘kadın’ kelimesinin adı…” ne demek?!.
Ve…
Bu tümceyi söyleyen öyle sıradan biri değil!..
Erkek de değil!..
Kadın!..
Okumamış, cahil hiç değil!..
Hukuk Fakültesi bitirmiş –hem de İstanbul Üniversitesi- Avukat olmuş, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Din Sosyolojisi” alanında yüksek lisans yapmış!..
Gazetecilik, yazarlık, televizyonculuk işleriyle uğraşmış!..
Daha daha neler… https://www.neoldu.com/ozlem-zengin-kimdir-4777h.htm

Tokat AKP Milletvekili ve AKP Grup Başkanvekili Av. Özlem Zengin’den söz ediyorum…

“Bu ülkede AK Parti gelene kadar ‘kadın’ kelimesinin adı yoktu Türkiye’de” tümcesini, önceki gece (24 Haziran 2020 Çarşamba) yarısı, Kamutay (TBMM) Genel Kurulu’nda, AKP iktidarlarında meydana gelen kadın cinayetlerini gündeme taşıyan HDP’li bir Milletvekilini yanıtlarken söylemiş!..

Gerçeği nasıl böyle siler atar?!.

AKP’nin iktidar olduğu ilk yıllarda (özellikle 2003 yılında) caddelerde, sokaklarda kadınlara, kızlara saldırılmadı mı?!.
Gasp, yaralama, ölümler olmadı mı?!.

AKP iktidarlarında “kadına şiddet” olaylarında ciddi artışlar olduğu yalan mı?!.

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in o tümcesini okuyan hop oturup hop kalktı!..

Bu ülkenin insanlarının iyi bilinmesi gereken bir özelliği var:
Varlığına tanık olduklarının, “hokus pokus” numaralarla “yok edilmesi” dümenine inanmaz, sert tepki gösterir!..

AKP’den önce Türkiye’de “kadın adı” nasıl yoktu ki, “Zengin” ailesinin 1969’da Tokat’ta dünyaya gelen “Özlem” adlı kızı, okudu Avukat, Milletvekili, iktidar partisi AKP’nin Grup Başkanvekili oldu?!.
“Kadının adı” olmasaydı, Özlem Zengin okuyabilir miydi, Avukat, siyasetçi, Milletvekili olabilir miydi?!.

Özlem Zengin’e sormak isterim:
Tutkunu olduğunuz “Osmanlı”da “kadının adı” var mıydı?!.
Özleminizdeki “dinci siyasi anlayış”la yönetilen ülkelerin hangisinde “kadının adı” var?!.
AKP’nizin gerçekleştirmek istediği “köklü rejim değişimi”nde, “kadının adı” olacak mı?!.

Olmayacağı, 2014’te edilen “Kadın ve erkek arasındaki eşitlik doğaya aykırı” sözle dillendirilmiş, belgelenmiştir!..

Özlem Zengin, HDP’li Milletvekiline yanıtında şu bozuk, anlamsız “Eğer Türkçe’de kelimelerin dişisi, erili olsaydı bir kadın kelimesi olurdu” sözünü de söylemiş!..
Yetinmemiş, “AK Parti’yi inşa eden kadınlardır” demiş!..

AKP’de, kadınların arı gibi çalıştığı doğrudur…

Pardon!..
“… çalıştığı…” demeyeyim, “… çalıştırıldığı…” diyeyim…

“Çalıştırıldığı”nın bilincine, ayırtına (farkına) varmadan, varamadan, “parti neferi” gibi çalışanları yadsıyamam…

“Kadın gücün”den yararlanmak, “kadın adı var” demek değildir!..
“Dinci siyasi hedef” varıldığında, “kadın adı” artık yoktur, “kadın 2’inci sınıf insan”dır, yeri “evi”, işi “erkeğine hizmet etmek, çocuk doğurmak”tır!..

Böyle olacağını, siyasetçi Özlem Zengin çok iyiyi biliyor!..

Biliyor da!..
Nasıl kabullenir, katlanır, savunur, hizmet eder?!.
İmam Hatip Okulları’nda, “düşünmeyin, sorgulamayın, denileni yapın” mı anlatılıyor, öğretiliyor, beyinlere mıh gibi çakılıyor?!.

“İmam Hatip Okulları” deyince anımsadım:

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in özgeçmişini taradığınızda, ilkokulu, ortaokulu, liseyi nerede, hangi okullarda okuduğuna ulaşamazsınız!..
Doğru mu, yanlış mı bilemiyorum; güçlükle “Ortaokul ve Lise eğitimini Yeşilyurt İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı” bilgisini edindim…

Şunu da belirteyim:
Her nedense…
AKP’li, özellikle “İmam Hatip” kökenli ve “kadın” Milletvekillerinin “İmam Hatip Okulları”nda okudukları biyografilerinde yer almıyor!..
Neden?!.

DÜŞÜNEN ÖZDE GAZETECİ VE SİYASACILARIN DÜŞMANI EMPERYALİSTLER VE İŞBİRLİKÇİ SİYASACILARDIR!..

150 150 bakikarakol

Bir ülkede “gazetecilik” ve “gazeteci” yargılandı mı, bir biçimde susturuldu mu içim sızlar!..
Bilirim ki o ülkede emperyalistler, “siyasacı (siyasetçi, politikacı)” yaptıkları yerel işbirlikçilerini iktidara taşımışlar!..

Gazetecilik ve siyasa (siyaset, politika), “düşünme”yi kaçınılmaz kılan işlerin en başında gelir…

Ne var ki, “art-eksi” gibi zıtları, zıtlıkları da içinde taşır!..

Emperyalist işbirlikçisi siyasaları ve o siyasaların iktidarlarının yandaşı “sözde gazetecileri”, “öz”den ayıralım, kenara koyalım!..

Özde gazeteciler, siyasacılar;
“Düşünen insanlar”dır…
Yurtsever, halkseverdirler…
Paylaşımcıdırlar…
Hakka, hukuka, adalete bağlı ve saygılıdırlar…
Aydınlanma, aydınlıkçı yarınlardan, insan ve insanlıktan, barıştan, sevgi ve kardeşlikten yanadırlar…
Doğrunun, haklının yanındadırlar…
Yalan, kandırma, düzenbazlık, özçıkarcılık bilmezler…
Empati insanlarıdırlar…
Halkının, ülkesinin derdini dert edinirler, savaşım verirler…
Emperyalistler, işbirlikçileri yerel siyasalar, başka başka işbirlikçiler, sevmeyenleridir…
Onlardan her dönem ve her defasında baskı, zulüm görürler; dövülürler, saldırıya uğrarlar, içlerinde yaşamlarını yitirenlerin bıraktıkları bayrağı alırlar, daha bir dalgalandırırlar…

Özde gazeteci, siyasacı olmak bir ayrıcalık, bir onurdur…

Olabilene, olabileceğe selam olsun!..

“Düşünme”yi özümsemiş özde gazeteci ve siyasacıdan, emperyalist düşüncede olanlar dışında, kimseye milimlik zarar, kötülük gelmez…

Dünyanın neresinde bir gazeteci yargılanırsa, bilirim ki, yargılanan “gazetecilik”tir, halkın “haber alma hakkı, özgürlüğü”dür!..

Gazeteciliğin özü de, öznesi de halkın, insanın, insanlığın sesi, gerçeklerin ve ülkenin, evrenin koruyucusu olmaktır…

Gazetecilik, siyasacılık zor iştir!..

Emperyalistler ve yerel siyasi kadroların “düşman” belledikleri bir de, dünya Lideri Kemal Atatürk’tür!..
Çünkü…
Atatürk, halkına ve halklara “düşünme” kavramını kazandırmıştır, düşünen insanlar, siyasacılar, gazeteciler vb yetişmesini sağlamıştır…

Emperyalistlerinin ve dünyadaki işbirlikçilerinin hiç olmasını istemedikleri, “düşünen inanlar”dır!..
Düşünen insanı kitlesini, panzehirleri görürler!..

Dünya lideri Kemal Atatürk’ün en büyük devrimlerinden biri “Düşünme Devrimi”dir…
Ama…
Bilinsin istenmemiştir!..
Hep gizlenmiştir!..
Öyle ki…
Yazılıp çizilmesi, konuşulması bile önlenmiştir!..

Yapanlar, yaptıranlar belli:
Düşünce korkakları emperyalistler ve yerel işbirlikçileri!..

Emperyalistler, işbirlikçilerinin de “düşünmesini” istemezler, “görev insanı” olmalarını isterler!..
Yoksa…
İşbirlikçilikleri sonlandırılır, perişan edilirler…

Yadsınamaz gerçektir:
Dünyanın en iyi düşünenleri, emperyalistlerdir!..
Ayrıntılı, derinlemesine, çok uzun süreli ve örgütlü düşünürler, varlıklarını, varlıklarının ana unsuru çıkarlarını korurlar, yaşatırlar!..

Düşüncenin, gelişim gösterdiği yaşam alanlarının başında “gazetecilik” ve “siyasacılık” gelir…

Düşünen insanlar olarak, görevlerimizden biri, “özde gazeteciliği, gazeteciği”, özde siyasayı, siyasacıyı” sahiplenmek, yalnız bırakmamak!..
Zor günler ve gerisi gelir geçer!..

İSTANBUL’A, İSTANBULLUYA YAPILAN DÜŞMANCA EYLEM!..

150 150 bakikarakol

www.tele1.com.tr internet gazetesinin dünkü (23 Haziran 2020 Salı) “İstanbul hezimeti dinmiyor! Atık su giderini kum torbası ile tıkadılar!”
https://tele1.com.tr/istanbul-hezimeti-dinmiyor-atik-su-giderini-kum-torbasi-ile-tikadilar-179737/ başlıklı manşet haberini okuyunca, kanım dondu!..
Böyle bir şey nasıl yapılabilir?!.
Yapanın/yapanların, yaptıranın/yaptıranların insan olduklarından, olabileceklerinden kuşkuluyum!..

Bu ne kin, öfke, intikam hırsı!..
Bu ne yandaşlık, ayrımcılık!..
Bu ne düşüncesizlik!..

Tam da, “Millet İttifakı”nın CHP’li aday Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanlığı seçimini ikincisinde (birincisi 23 Mart 2019’da idi ve 13 bin 729 oy ayırt), 806 bin 415 oy ayırtla (farkla) aldığı/kazandığı 23 Haziran 2019’un birinci yıldönümünde, İstanbul’u ve İstanbulluları perişan eden yağmurlu havadan da yararlanarak, bazı noktalarda İSKİ rögarlarını kum torbalarıyla tıkamak, insanlık dışı bir eylemdir!..

Yapan/yapanlar, yaptıran/yaptıranlar bulunup cezalandırılmalılar!..

Zati, bir süreden beri, İstanbul’un kimi semtlerinde “lağım kokuları”ndan durulmuyor!..

Böyle bir eylemi, “Türkiye ve Türk düşmanı” teröristler, devletler yapar!..

“İstanbul ve İstanbullu, düşman tehditi altında” dersem, abartmamış olacağım!..

Bu iğrenç olay, İYİ Parti İBB Meclis Üyesi Ali Kıdık’ın dikkati ve duyarlılığıyla ortaya çıktı…

Kıdık, 23 Haziran 2020 Salı günü saat 09.19’da hem video çekti, hem de @alikdk twitter hesabından paylaştı…

35 yıldan beri İstanbul’da oturan olarak, Ali Kıdık’ı kutluyorum, “kahraman” ilan ediyorum…
Şu yazdıklarından ötürü de:
“Tamam @ekrem_imamoglu’nu sevmeyebilirsiniz, tamam “başarısız olsunlar” diye düşünebilirsin, tamam 23 Haziran’ı hazmedemeyebilirsin, bunu anlarım. Ama şu yaptığın alçaklığı asla anlamam. @iskignmudurlugu logarlarına kum torbası atmak hangi inancın cevaz verdiği eylemdir”

TBB BAŞKANI FEYZİOĞLU İSTİFA ETSİN, AVUKATLIĞI BIRAKSIN, “NABZA GÖRE ŞERBET”Çİ MERHUM DEDESİ GİBİ SİYASETÇİ OLSUN!..

150 150 bakikarakol

“Çağdaş Hukuk”a, “Bağımsız Yargı”ya sonsuz güven duyan biri olarak, “Savuna hakkı” ve “Barolar’ın parçalanmaması” için illerinden Ankara’ya sembolik yürüyüş yapan 80 ilin Baro Başkanının Ankara’da polis tarafından önü kesilerek, Ankara’ya girişlerine, Anıtkabir’i ziyaretlerine izin verilmemesine, itiş kakış yaşanmasına içim parçalandı!..
Utandım!..

Dün (22 Haziran 2020 Pazartesi), Atatürk Türkiye’si ülkemizde “Kara Gün” yaşanmıştır ve tarih böyle yazacak!..

Polis engeli yetmezmiş gibi, lümpen işçiler kışkırtılarak, Yargı’nın olmazsa olmazlarından “Avukatlar”ımıza saldırtılması bir başka çirkinlik, ayıp!..

Dünyada olumsuz karşılanan bu olayla ülkemiz, halkımız gene “ciddi zarar” gördü!..

Avukatların il bazında örgütlendikleri “Baro”ları var…
Barolar da, “Türkiye Barolar Birliği (TBB)” çatısı altında toplanmışlar…
Etkin ve etkili örgüttür…
Başında “Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu” adında biri var…

Feyzioğlu iki yıl öncesine kadar, keskin, tutarlı, demokrat, AKP iktidarına karşı hukuk savaşı veren biriydi!..
İki yıldan beri, bambaşka biri oldu!..

Ne oldu da, iki yıl öncesine kadar “hukuk”, “bağımsız yargı” savaşımı verdiği siyasi görün safına geçti?!.
Bilinmiyor!..

Neden?!.

Dün, meslektaşları ve Başkanı olduğu “Birliğin” üyeleri, ülkenin Başkenti Ankara’ya giremezken, geceyi, polis çemberinde “yolda” geçirirken, TBB Başkanı Feyzioğlu yoktu!..

İnanılır, kabul edilir gibi değil!..

Neden yoktu?!.

Saf değiştirdiğinden!..

Neredeydi?!.

İki yıldan beri, değiştirdiği saftakilerin yanında!..

AKP-MHP ortaklı Cumhur İttifakı İktidarı’nın yandaşı olan Metin Fevzioğlu, 16 Baro Başkanı ile Anıtkabir’e çıktı!..
Ağzında tek “siyah maske” onda vardı; diğerleri “beyaz maske”liydi!..

Basına da açıklama yaptı, şunları söyledi:
“Biz Türkiye Barolar Birliği olarak baroların yapısını ve seçim sistemini ilgilendiren kanun teklifi ön hazırlıkları ile ilgili Meclis’te çok yoğun bir çalışma içindeyiz. Altını çizerek söylüyorum çoklu baroyu doğru bulmuyoruz. Bunun yanlışını da gerekçeleri ile anlatıyoruz.
Bugün bazı baro başkanlarımız çeşitli illerden Ankara’ya geldiler ve şehir girişinde kısa bir yürüyüş yaparak, Anıtkabir’e geçmek istediler. Silahsız saldırısız şiddetsiz yürüyüş yapmak temel haktır. Polis ise otobüslerle Anıtkabir’e gidilebileceğini ama yürüyüşe izin vermeyeceklerini söyledi. Ben ve bazı baro başkanlarımız şehir dışından gelen baro başkanlarımızı Anıtkabir’de bekliyorduk.
Haberi alınca önce saygı duruşumuzu gerçekleştirdik. Sonra TBB Yönetim Kurulu üyeleri ve oradaki tüm baro başkanları şehir girişine intikal ettiler. Ben de o andan itibaren Adalet ve İçişleri Bakanlarımızla, Ankara Valimizle, Emniyet Genel Müdürümüzle görüşüyorum. Kimseye zararı olmayan bu yürüyüşün engellenmesinin yanlış olduğunu izah ediyorum. En son Sayın Meclis Başkanımıza gittim. Kendisi de devrede. Krizin kimseye faydası yok. Çözüleceğine inanıyorum.
Biz TBB olarak yürüyüşe katılmıyoruz. Onun yerine Meclis’te çalışmayı tercih ediyoruz. Ancak yürümek isteyen başkanlarımızın bu taleplerini saygıyla karşılıyoruz. Temel haklarının engellenmesini doğru bulmuyoruz. Belki bazıları sorunlara yaklaşımımızdaki yöntem farklarından düşmanlıklar yaratmak isteyebilir. Buna gerek yok. Meslektaşlarımız da vatandaşlarımız da kriz değil çözüm istiyor. Kavga değil huzur istiyor.
Hepimizin birbirimize hoş görülü olması lazım. Biz TBB olarak meslektaşlarımızın dağ gibi birikmiş sorunlarını çözmek için çalışıyoruz. Tüm barolarımızla da bu konuda her zaman olduğu gibi işbirliği yapmaya devam ediyoruz.”
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/feyzioglu-devrede-krizin-cozulecegine-inaniyorum-1746763

Önceki gün (21 Haziran 2020 Pazar) Sözcü Gazetesine konuşan İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu’nun şu sözleri önemli, anlamlı:
“*Artık Metin Feyzioğlu bence avukatlığın bir sorunudur.
* Metin Feyzioğlu bu getirilen teklifin ortağıdır, belki yazıcısıdır, katibidir.
* Ortak bir yazım söz konusuysa ortaklığın içerisindedir.
*80 baroyla birlikte kendisinin de imza attığı metne ihanet etmiştir.
* Bu yetmediği gibi, baro başkanlarına da tuzak kurmuştur.”
https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/ankaraya-yuruyen-durakoglu-sozcuye-konustu-artik-feyzioglu-avukatligin-bir-sorunudur-5886547/

Gelin, 2014’ün Mayıs ayının 10’una gidelim…
O gün, Danıştay’ın 146’ıncı yıldönümüdür…
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da oradadır…

Erdoğan salona girişte el sıkışıp şakalaştığı TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’na, kürsüde uzun konuşmasından ötürü, oturduğu yerden “Yanlış konuşuyorsun” diyerek, tepki gösteriyor…
Feyzioğlu ”Neyi yanlış konuşuyorum Sayın Başbakan’ım?” diye soruyor, ”Böyle bir edepsizlik olmaz ki” yanıtını alıyor…

Ve karşılıklı söyleşme uzayıp gidiyor…
Verdiğim linki tıklarsanız, gerisini okursunuz: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/feyziogluna-kizan-basbakan-toreni-terk-etti-26391061

Acaba…
“Edepsizlik” sözcüğü zamanın Başbakanı tarafından yüzüne söylenen Feyzioğlu, saf değiştirmesini, Baroların parçalanmasını, Baro Başkanlarına dün Ankara’da yapılanlara karşı duruşunu kendini nasıl tanımlar?!.

Metin Feyzioğlu artık TBB Başkanı değildir, olamaz!..
İSTİFA ETMELİDİR!..
Yetmez…
AVUKATLIĞI BIRAKMALIDIR!..

Bilsin ki…
Hukukta “nabza göre şerbet” olmaz, siyasette olur!..
Siyasete atılsın, “nabza göre şerbet”çi merhum dedesi devlet ve siyaset adamı Prof. Dr. Turhan Fevzioğlu gibi siyasetçi olsun!..

İLKEL, SAPIK ANLAYIŞLARI İÇİN, FİLMİN ORJİNAL SENARYOSUNDAKİ 18 YAŞ VE ÜSTÜNÜ 12 YAŞA İNDİRMEK CİNLİĞİ!..

150 150 bakikarakol

Filmin başrol oyuncaları genç ve güzel kadınla, genç ve yakışıklı erkek yataktalar…
Kadın, yaşam öyküsünden anlatıyor:
12 yaşındaymış, fabrikada çalışıyormuş, o gün çalışma saati bitmiş, eve gelmiş…
Evde, yakışıklı bir adam varmış…
Annesi tanıştırmış…
O adamla yatmış, kadın olmuş…

Yazarken nefesim kesildi!..
İzlerken de kesilmişti!..

*12 yaşında bir kız çocuğunun fabrikada çalışması, çalıştırılması!..
*12 yaşındaki fabrika işçisi kız çocuğunun iş bitimi, yorgun argın döndüğü evinde, yakışıklı -belki babası yaşında- bir adamla, annesinin “rızalığıyla” yatması, yatırılması, kadın olması!..

İnanamıyorum, kabul edemiyorum!..
Böyle bir şey nasıl olur, nasıl olabilir?!.
Böyle bir şey seyirciye izletilir mi?!.
Böyle film mi olur?!.

Star TV’de 20 Haziran 2020 Cumartesi günü “Gündüz Kuşağı”nda saat 13.45’de “TAŞIYICI: Son Hız” adıyla izlenen, orijinal adı “The Transporter Refueled” olan, “Camille Delamarre” yönetimindeki, 2015 yılı Fransa yapımı “aksiyon” filminden söz ediyorum…

12 Aralık 2019’da saat 21.45’de gene Star TV’de yayınlanmış…

Başrollerinde “Ed Skrein”, “Ray Stevenson” ve “Loan Chabanol” oynayan filmin 7,5 ay önceki yayınında, olasılığına inanmadığım, inanmak istemediğim, nefesimi kesen anlatı var mıydı?!.

İzlemediğim için, bilmiyorum…

Eğer vardıysa, korkunç!..

Yoktuysa, ikincisinde “konulduysa”, gene korkunç!..

Elerkinin (demokrasinin) beşiği ülkelerden Fransa’da, 2015’de, 12 yaşında bir kız çocuğunun fabrikada işçi çalışması, çalıştırılması olası mı?!.

Değil!..

Fransız halkı ve en başta Avrupa Birliği ülkelerinin film eleştirmeleri kıyameti koparırlar, ayağa kalkarlar, böyle bir filmi izlemez, izlenmesine izin vermezler!..

Aynı tepki, 12 yaşındaki kız çocuğunun, kendisinden yaşça çokça biri tarafından cinsel ilişkiye girilmesine gösterilir!..

Bu iki nedenden ötürü, anılan film iş yapmaz, yapımcısının elinde kalır!..
Uyanık yapımcı anca, çocukları çalıştıran, küçük yaşta evliliğe izin veren ülkelerde filmini pazarlar…

Türkiye o Pazar ülkelerden biri olmalı!..

Ya da…

Filimde “12” yaş, “18 yaş ve üstü”dür; “küçük yaşta çocuk çalıştırma, çocuk evliliği yanlıları”, yabancı film senaryolarının “tercümeleri”ne de el atmışlar, “tercüme sahtekarlığı, düzenbazlığı” yapmış, yaptırmışlardır!..

Bu “yanlılar, böyle bir şey yaparlar mı?!.

Evet, yaparlar, yaptırırlar!..

Cinliğin böylesine “pes” doğrusu!..

Filmin orijinal senaryosundaki “18 yaş ve üstü”nü “12 yaşa indirmek”le, ilkel ve sapık anlayışlarına “algı” yaratmak, yaratılan algıyla yol almak, cin fikirliğin daniskasıdır!..

SOYLU KANITLASIN, BEN DE “SAYGI ÖZTÜRK’ÜN YAZISI NAMUSSUZLUKTUR” DİYECEĞİM!..

150 150 bakikarakol

Twitterda gezinirken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun şu paylaşımı gözüme ilişti:
“İnsanlık görevimi yapıyorum
Saygı Öztürk’ün bu yazısı namussuzluktur
Bahar Hanım ahlaklı, faziletli bir kadındır
Ali Beye minnettarız Trabzon turizmini ayağa kaldırdı
Bugünden sonra bu namus düşmanını kim muhatap alırsa, gözümde aynı namussuzluğun ortağıdır, haysiyet celladıdır”


İnanamadım, anlam veremedim!..
Yadırgadım!..

İçleri Bakanı Soylu’yu, böylesine kızdıran, böyle bir twitter paylaşımında bulunmasına neden olan neydi?!.

Twitterın altındaki kutuyu tıkladım…
Dün (18 Haziran 2020 Perşembe) sabah saat 07.00’da www.sozcu.com.tr internet sitesinde yayına verilen, Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’ün imzasını taşıyan “Trabzon’da böyle bir yükseliş görülmedi” https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/trabzon-boyle-bir-yukselis-gormedi-5880733/ başlıklı haberi okudum…
Bir değil, sekiz kere…
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu, öyle bir twitter yazmaya iten “şeyi”, “şeyleri” aradım…
Bulamadım…
Trabzon AKP Milletvekili Bahar Ayvazoğlu, “özne” değildi, eşi Ali Ayvazoğlu’nun “yükselişi”, gazetecilik etiği çerçevesinde anlatılıyordu…
Milletvekili Bahar Ayvazoğlu ile ilgili olumsuz bir şey yok…

Bahar Hanım bekardır, AKP’de evli Ali Ayvazoğlu’yla tanışıyor, arkadaş oluyor; Ali Ayvazoğlu eşinden boşandıktan sonra da evlilik gerçekleşiyor…
Bu!..
Başka bir şey yok!..

Bunu yazmanın sakıncası ne?!.
Buradan “ahlaklı, fazilet kadın” anlamı çıkarmak, adı gibi “saygılı” biri olan Saygı Öztürk’e “yazdığı namussuzluktur” diye saldırmak niye?!.

Ve…
Hiç etik değil!..

“İçişleri Bakanlığı” gibi herkesi sahiplenip koruyan “kurum”un başında -“atanmış” da olsa- “Bakan” sıfatıyla oturan, “saygın siyasetçi babanın oğlu” Süleyman Soylu’ya yakışmadı!..
Soylu’nun bir “yapmaması gereken”di!..

Neden yaptı?!.

“İnsanlık görevimi yapıyorum” derken, haberinde “dürüst”, “namuslu” davranan Saygı Öztürk’ü de düşünmesi, ona da “insanlık görevini yapması” gerekmiyor muydu?!..

Dahası…

Kendisi ve Bakanlığı dışındaki konuya neden girdi?!.
Kafası mı karışık?!.
Başka neden veya nedenler mi var?!.
Bir yere, yerlere ileti mi veriyor?!.
Yoksa bir hazırlığın işareti mi?!.

Dedim ya:
Anlamlandıramadım!..

1978’de Kars muhabirliğini üstlendiğim Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Büro’dan tanıdığım, “medya ombudsmanı” Faruk Bildirici’in beğeni ile izlediğim www.farukbildirici.com sitesinden, dünkü “Bakan Soylu’dan gazeteciye hakaret savunması” başlıklı yazısını okudum…
Bildirici, “İçişleri Bakanı’nın gazeteciye hakaret etme serbestisi mi var? Soylu, Müyesser Yıldız’dan sonra şimdi de gazeteci Saygı Öztürk’e hakaret yağdırıyor. Bu vesileyle bir daha sorayım; Müyesser Yıldız’ın telefonunun dinlendiğini önceden biliyor muydu?” tümcelerinin ardından şöyle yazıyordu:
“Yarım saat kadar sonra telefonum çaldı. İçişleri Bakanlığından aranıyordum. Az sonra Bakan Soylu karşımdaydı. Hemen konuya girip, hızlı hızlı konuşmaya başladı:
– Haberde bir kadının namusuna dil uzatmış. Böyle yazmaya hakkı var mı? Yükselme tarafını yazsın, eleştirsin. Ben ona bir şey demem. Ama kadının namusuna laf uzatıyor. Ben Bahar hanımı tanırım.
– Ama Sayın Bakan siz de haberi eleştirmiyorsunuz, gazeteciye hakaret ediyorsunuz.
– O bir kadının namusuna dil uzatarak bana o hakkı veriyor. Siz arkadaşınıza söyleyin böyle yazmaması gerektiğini, onu eleştirin.
– Siz de yükselme tarafıyla ilgili bir şey söylemeden doğrudan hakaret ediyorsunuz. Bir bakan olarak hakaret etmeden yazsanız itirazınız daha rahat anlaşılmaz mı?
– O haberi okudunuz mu? Haberde doğrudan kadının namusuna dil uzatıyor.
– Ben okudum haberi evlilik dışı ilişki iması var.
– İma değil… O kadarla kalmıyor. Doğrudan öyle yazıyor. Ali’yi de tanırım, o Trabzon’da turizmi ayağa kaldırdı.
Bakan Soylu ile konuşmamız özetle böyleydi. Tahmin edileceği gibi anlaşamadık. Ben kendisini hakaret etmeden eleştirmesi ve haberin asıl önemli tarafının bürokrasideki hızlı yükseliş konusu olduğuna ikna edemedim. Soylu da beni haberin Milletvekili Bahar Ayvazoğlu’nun namusuna odaklandığı konusunda.” https://farukbildirici.com/blog/detay/Bakan-Soylu-dan-gazeteciye-hakaret-savunmasi-1

Bildirici’nin emeğine, kalemine sağlık, doğruları yazmış…
İçişleri Bakanı Soylu’nun yanlışında diretmesi, inat etmesi şık değil!..

Bakan Soylu, bu yanlışı ile Saygı Öztürk’e saygınlık kazandırdı, kendine ciddi zarar verdi!..

Kendisine buradan çağrıda bulunuyorum:

Savladığınız (iddia ettiğiniz) gibi, “Saygı Öztürk’ün yazısı namussuzluktur” ise “kanıtlayın”!..
Kamuoyu ikna olsun…
Söz veriyorum:
Yanınız yer alacağım, sizin gibi ben de “Saygı Öztürk’ün bu yazısı namussuzluktur” diyeceğim!..

Yazımı, dün gece KRT TV’de canlı yayınlanan, Çiğdem Akdemir’in sunumundaki “Söz Meclisi” programında duygulanmasına duygulandığım saygın insan, saygın gazeteci yazar Saygı Öztürk’ün “Namussuzluğumu bir kişi ortaya koysun” çağrısının yerini bulması ve gerçekleşmesi dileğimle bitiriyorum…

BEĞENİRSİNİZ, BEĞENMEZSİNİZ, BU BENİM DÜŞÜNCEM, YORUMUM, SENARYOM

150 150 bakikarakol

Dün (17 Haziran 2020 Çarşamba) Halk TV’de, Ayşenur Arslan “Medya Mahallesi” programında anlatınca haberim oldu…
Arslan’ın anlattığı “Ankara Kulisi” idi…
Özetle şöyle:
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 12 Nisan 2020 Çarşamba gecesi istifa etmeden saatler önce, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, görevden almak istiyor ve kararını, Saray’a çağırdığı Soylu’nun yüzüne söylüyor…
Soylu “Kararınıza saygı duyarım” diyor, ekliyor:
“Bilmenizi isterim: Partiden de giderim. Giderken de, 20-30 arkadaşla giderim.”
Bunun üzerine, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı Soylu’yu görevden almıyor…

Adı üstünde: Kulis…
Doğru da olabilir, olmaya da bilir…

Bana, “Soylu yanlısı bir kaynağın işi” gibi geldi…

Soylu’nun, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’na “Partiden de giderim. Giderken de 20-30 arkadaşla giderim” sözünü etmiş olabileceğini olası görmüyorum…
Şundan:
Bir; AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına sevgisi, saygısı var…
İki; AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı izin vermez, sert tepki gösterir, o anda görevden alır ve kamuoyuna açıklar…

Soylu, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının bunu yapacağını iyi bilir…
Şunu da:
“Partiden, 20-30 Milletvekili götüremeyeceğini” öngöreceğini de…

Sonuçta…
Twitter hesabından aynı gece saat 21.30’larda, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kendisi istifasını yazdı, duyurdu…
İki saat içinde gerçekleşen ve 2 milyonu aşan “Soylu’nun istifası kabul edilmesin” kampanyası etkili oldu, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı istifayı işleme koymadı…
Soylu, iki saatlik “istifa”dan güçlenerek çıktı, “Süleyman Soylu artık bir lider” diye yazanlar, konuşanlar, MHP’ye iliştirenler oldu…

Geçelim…

Varsayalım…
“Damat Bakan”a omuz atan Soylu, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına “Partiden de giderim. Giderken de 20-30 arkadaşla giderim” sözünü etti…
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının da partisinden 20-30 Milletvekilinin gitmemesi hatırına “blöf”ü gördü…

Tek neden bu olabilir mi?..

Sanmıyorum…

Pekiii…
Süleyman Soylu’ya “katlanma”nın nedeni ne?!.

Soylu dört dörtlük bir AKP’li, İçişleri Bakanı, güçlü siyasi mi?..

Şöyle düşünüyor, şu senaryoyu yazıyorum:
Geniş analizci, danışman kadrosuyla çalışan AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, Adalet Partisi ve Doğruyol Partisi kökenli Trabzonlu babanın oğlu, aynı siyasi çizgideki ve 6 Ocak 2008-16 Mayıs 2009 yılları arasında Demokrat Parti (DP) Genel Başkanlığını yapan Süleyman Soylu’yu çok iyi tanımış, onun siyasette ne yapıp yapamayacağını bir bir saptamıştır…
Bir siyasi hareketi sırtlayıp götüremeyeceğini, AKP’den ayrıldığı anda unutulup gideceğini ama süper “2’inci adam” olabileceğini görmüştür…
Gözü karadır, arkasında kale gibi durulunca yapamayacağı, başaramayacağı iş yoktur…

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı Süleyman Söylu’ya bu özelliğinden ötürü katlanıyor, arka çıkıyor…
Çünkü…
Bundan yararlanmak istiyor…
Çünkü…
Kafasının içinde başka düşünce var…

O düşünce…

Gözlemlediğim kadarıyla; AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, Cumhur İttifakı ve Cumhur İttifakı İktidarı ortağı MHP’nin “etkinliği”nden hoşnut değil…
Bunu “terse çevirmek” istiyor…

Bunun da “özne”si Süleyman Soylu’dur…

Milliyetçi, Ülkücü da tabanda sevilen, tutulan “Süleyman Soylu’lu MHP” ile ittifakta ve iktidarda olmak, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanını rahatlatır, mutlu eder…

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, bu benin düşüncem, yorumum, senaryom…

AKP’DE, CUMHUR İTTİFAKI VE İKTİDARI’NDA NELER OLUYOR?..

150 150 bakikarakol

Başlıktaki sorunun yanıtı için düne (16 Haziran 2020 Salı) ve önceki güne (15 Haziran 2020 Pazartesi) gidelim…

Önceki gece:

Bir hafta, on günden beri sokakta olan ve adlarına toplanan 330 Milyon TL’nin neden kendilerine verilmediğini sorup bu paranın verilmesini isteyen “15 Temmuz Gazileri”, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının, AKP Genel Merkezinde olduğunu öğreniyorlar, seslerini duyurmak için AKP Genel Merkezi önünde toplanıyorlar; polis dağıtmak istiyor, itiş kakışta iki gazi yaralanıyor…

Aynı gecenin ilerleyen saatlerinde, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan “5 ilin Emniyet Müdürünün atama kararı” Resmi Gazete’de yayınlanıyor…
İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı’na, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne de Adana Emniyet Müdür –“FETÖ’nün kabusu” diye de anılan- Zafer Aktaş atanıyor…

Şu soruyu soracağım:
Bu atamalardan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun haberi var mıydı?!.

Dün:

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, AKP Genel Merkezi önünde tartaklanan, iki arkadaşları yaralanan “15 Temmuz Gazileri”ni öğle saatlerinde Bakanlıkta kabul ediyor, onlara “Bu can, bu bedende olduğu sürece yanınızdayım” diyor…

Aynı gün, iki saat sonra, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanın avukatlarından Av. Mustafa Doğan İnal twitter hesabından şunları paylaşıyor:
“Bugün bir avukat arkadaş dedi ki;
‘Devşirmeler güçlü zamanda gelir, serdengeçti olur, öz evlatlar arka plana atılır ama sıkıntılı zamanlarda ilk ihanet devşirmelerden gelir.’
Doğru söz…
Bir abi de şunu yazmış:
Kimse sınanmadığı sadakatin, bağlılığın, dostluğun, kardeşliğin, sırdaşlığın, davadaşlığın, mertliğin, cesaretin, yiğitliğin sahibi değildir. Gerçek ölçü; imtihandan geçmek, her türlü badirede, yoklukta, zorlukta, menfaatte ve tehlikede sağlam kalabilmektir.”

Avukat İnal’ın, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’la arası “limoni” olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu işaret ettiği ve AKP içine “gönderme”de bulunduğu kimi internet gazetelerinde yer aldı…

Anımsanacaktır:
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a bir “omuz atma” olayı oldu…
2 Ağustos 2018’de Anıtkabir’de yaşanan olay basında genişçe yer aldı…
İşte bu “omuz atma” ile iki Bakan arasındaki “çekişme” su yüzüne çıktı…

Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın bir numarası AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, “iki Bakan”ı arasındaki “çekişme”yi akışına bırakma görünümü sergilerken, bu “çekişme” AKP’de ve kamuoyunda “Veliahtlık kavgası” biçiminde algılandı, yorumlandı, konuşuldu, tartışıldı…

Derken…

11 Nisan 2020 Salı gecesi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir tv kanalına telefonla bağlanıyor, Korona Virüsü nedeniyle 81 ilin Valiliğine gönderdiği İçişleri Bakanlığı’nın “Sokağa çıkma yasağı” hakkında açıklamada bulunuyoe, “İşin başından itibaren Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla gerçekleşen bir süreç yönetimi ortadadır” tümcesini ediyor…
Kıyamet kopuyor…
“… Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla…” denilmesine tepki o kadar büyük oluyor ki, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 11 Nisan 2020 Çarşamba gecesi twitter hesabından şunları yazıyor:
“ * Gayretle ve titizlikle yürütülen bir süreçte, tamamen salgının önlenmesine yönelik hafta sonu sokağa çıkma kararının uygulanmasının sorumluluğu, her yönüyle şahsıma aittir.
* Başlangıçta kısıtlı saatlerde de olsa ortaya çıkan görüntüler, mükemmel yönetilen bu süreçle uyuşmadı.
* Yaşadığım onca tecrübe, sorumluluk kısmı üzerimizde olan bu olayda, böyle görüntülere yol açmamalıydı.
* İyi niyetle, hafta sonunda salgını ve bulaşı bir nebze durdurabilmek adına atılan bir adımdı.
* Hiçbir zaman zarar vermek istemediğim Aziz Milletimiz, hayatımın sonuna kadar da sadık olacağım Sayın Cumhurbaşkanım beni bağışlasın…
* Onurla yürüttüğüm İçişleri Bakanlığı görevimden ayrılıyorum…
* Tüm dostlara, mesai arkadaşlarıma Allahaısmarladık.
* Allah Milletimizi korusun…”

Bu defa, sosyal basında “istifanın kabul edilmemesi” kampanyası başlatılıyor…
İki saatte iki milyon katılım oluyor…

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, bu istemi de dikkate alarak, bir değerlendirme yapıyor ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifasını kabul etmiyor…

13 Nisan 2020 Perşembe günü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli twitter hesabından “Bizim temennimiz bu görevine kararlılıkla devamından yanadır” diye yazıyor…

Bunun üzerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “AKP içinde elinin daha bir güçlendiği” de, “Devlet Bahçeli’den sonra MHP’nin başına geçeceği” de yaygınca konuşuluyor…

O günlerde Süleyman Soylu İçişleri Bakanlığı koltuğundaydı ama her nedense ortada yoktu; on gün sonra göründü…

4 Haziran 2020 Perşembe gecesi, İçişleri Bakanlığı’nın, 81 İlin Valiliğine gönderdiği “hafta sonu uygulanacak sokağa çıkma yasağı”na ilişkin genelgesi, toplumda tepki ile karşılandı…
Çünkü “hafta sonu çıkma yasağı”nın artık kalkacağı işareti verilmişti ve herkes bu beklentide idi, bunu konuşuyordu; birden “yasak” gelince büyük tepki oldu…
Ben de twitter hesabımdan “Bu yasak genelgesinden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun haberi var mı?!.” diye sordum…

5 Haziran 2020 Cuma günü, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanlığının 4 Haziran 2020 Perşembe günkü genelgesini iptal ettiğini, “hafta sonu sokağa çıkma yasağını” kaldırdığını açıkladı…

Ve…
Gündeme “Kabine değişikliği” düştü…
Savlardan biri, İçişleri Bakanı Süleyman Soylunun, Binali Yıldırım’la birlikte “Cumhurbaşkanı Yardımcısı” olacağıydı; diğeri ise İçişleri Bakanlığı’na Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın getirileceği idi…

Özellikle İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan atama, kimi çevre ve kişilerce, sıcağı sıcağına, “İki Bakan, Soylu-Albayrak çekişmesi” biçiminde değerlendirildi…

Bu değerlendirmeden esinlenerek şu soruyu soracağım:
İstanbul Emniyet Müdürlüğü ataması, Kabine değişikliğinin habercisi olabilir mi?!.

Yazımı şöyle bitireyim:
Süleyman Soylu Cumhurbaşkanı Yardımcısı olur mu, AKP’de kalır mı, MHP’ye gider mi, MHP ve Devlet Bahçeli kabul eder mi, yeni kurulan siyasi partilerden birine geçer mi, yeni bir siyasi hareket başlatır mı?!.

  • 1
  • 2