Yazılarım

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ’NDE OY’UM, “HALKIN CUMHURBAŞKANI ADAYI”NA!..

150 150 bakikarakol

Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri’ne en geç 3,5 yıl, en erken 1 ve 1,5 yıl var; ama CHP’de “Cumhurbaşkanı adayı” kimin olacağı konuşuluyor.

AKP’nin, MHP’nin, parlamento içi, parlamento dışı siyasi partilerin adayları konuşulmuyor.

“Neden?” diye sormayacağım ve ayrıntılarına girmeyeceğim, çünkü o başka bir yazı konusu; bu yazımda, CHP’den kimlerin adının geçtiği, ardından kimin aday olması gerektiği üzerinde duracağım.

Üç kişinin adı geçiyor:

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, İstanbul Büyükşehir (İBB) Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş.

Pat diye sorayım:

Bunlar öz, gerçek CHP’li mi?

Eğip bükmeden yanıtlayayım:

Değil.

Mansur Yavaş’tan başlayayım:

Mansur Yavaş, Alparslan Türkeş Milliyetçisidir; MHP’den, CHP’ye “seçim kazanımı” için üye olmuştur.

Ekrem İmamoğlu, Atatürk Milliyetçisi’dir, merkez sağcıdır; o da, “seçim kazanımı” uğruna CHP üyesi, CHP ilçe Başkanı olmuştur.

Özgür Özel, CHP Milletvekili, CHP Grup Başkanı olmuştur.

Üçünün de izlediği siyasaya (politikaya) baktığımızda, üçü de, CHP ilkeleri ve siyasaları doğrultusunda siyasa yapmıyor; söylemlerinde biraz bir şeyler var ama eylemlerinde CHP’nin izi yok.

Çünkü üçü de “kendi siyasaları”nın derdinde, teleşında, uğraşında.

 

Üçü içinde, “Cumhurbaşkanlığı adaylığı”na –açık arayla kazanacağından ötürü- sıcak baktığım Ekrem İmamoğlu’dur!

Şundan:

Ekrem İmamoğlu’nun, vatandaşla iletişimi, siyasi söylemi ve siyasi söylemlemnii kitlelere geçirme, kafalarda kalıcı kısa ama vurucu, etkileyici tümceleri, Özgür Özel’den, hele de Mansur Yavaş’tan çok çok iyi, çok çok ilerde, çok çok gelişkin.

 

İmamoğlu’nun, halkta kabulü yüzde 65’lerin üstündedir.

Bunu, Özgür Özel, Mansur Yavaş da, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, başka aday olacaklar da biliyor.

 

İmamoğlu’nun tepesinde “Demoklesi’nin kılıcı” gibi sallanan, “siyaset yasağı” ile 2 yıl 7 ay 15 günlük hapis cezası var; yargısal süreç sonunda onanması durumunda derhal uygulanacaktır.

Sonucun böyle olmasını, siyasi rakiplerinin hepsi istiyor ve böyle olmasından hoşnutluk duyacaklar.

 

Özgür Özel ve ekibi, Ekrem İmamoğlu’nun hapis ve siyaset yasağı cezalarının onanmaması için toplantı yapmış, toplantı içinde çalışmalar başlatmış.

Güldüm.

Çünkü “önleyici” hiçbir şey yok; “Hele olsun, bakar, gereğini yaparız” der gibiler.

Beklerdim ki, yargı sürecinin bitimini beklemeden, şimdiden harekete geçilmesinin yol haritalarını açıklasınlar.

Örneğin:

Mansur Yavaş’ın, CHP’den ayrılmasına, başka partinin ya da partilerin ortak adayı olmasına kulak asmadan, “Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’dur” desinler, çalışmalara bütün il ve ilçelerde başlasınlar.

Bu arada…

Mansur Yavaş, cürmü kadar yer yakar.

Kopması, aday olması, İmamoğlu’nun yararınadır.

Kimi anketlere göre “ikinci parti” sözcükleri ile tanımlanan “kararsızlar” etkin çoğunlukla İmamoğlu’nun yanında yer alacaklar, oylarını İmamoğlu’na verecekler.

İmamoğlu’na, dış yatırımcılar da yakın, sıcak.

 

Eğer…

İmamoğlu’nun iki cezası onanırsa, herkes bilsin ki, en fazla 3 yıllık sürecin bitiminde Türkiye’nin ve Türk halkının lideri Ekrem İmamoğlu’dur.

 

Özgür Özel ve yönetimi, Ekrem İmamoğlu’nu “ahmak davası”ndan ceza almaktan kurtarmaz, İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını birkaç gün içinde açıklamazsa; Türk halkının sevgisini kazanan Ekrem İmamoğlu, Türk halkının Cumhurbaşkanı adayı olsun; bunu açıklasın.

Ve…

“Ekrem İmamoğlu, Cumhurbaşkanı adayımdır” başlığı altında, Noter kayıtlı imza kampanyası başlatılsın.

İlk günde görülecektir ki, 100 bin imza atılmış.

Bu Noter kayıtlı imza kampanyası, iki-üç aylık süreçte 15 milyonu bulur.

Aşar da.

Abartı gelmesin.

Ekrem İmamoğlu’nun, halkta böyle bir karşılığı var.

 

Özgür Özel’in Cumhurbaşkanlığı adaylığından söz etmedim çünkü Cumhurbaşkanı adayı olmayacağını net biçimde açıkladı, noktayı koydu.

 

Özgür Özel ve yönetimi usunu (aklını) başına toplasın, yanlışa sapmasın, doğru yapsın, şu yazdıklarımı yabana atmasın, değerlendirsin.

 

Ekrem İmamoğlu, halkın “Cumhurbaşkanı adayı” olursa, partim CHP’min yönetimi de Mansur Yavaş’ı veya bir başkasını aday gösterirse, ben “oy”umu, halkımın adayı Ekrem İmamoğlu’na vereceğim.

Vermekle kalmayacağım, yakınlarımı ve çevremdekileri de etkileyeceğim; 70 yaşıma karşın il il, ilçe ilçe, kasaba kasaba, köy köy, mahalle mahalle, cadde cadde, sokak sokak çalışacağım.

Yeter ki şu ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nden kurtulalım, “Demokratik, Laik Parlamenter Sistem”e dönelim.

Yeter ki, bu kurtulmayı ve bu dönmeyi gerçekleştirecek adaya oy verelim.

Verelim ki…

Derin bir “oh” çekelim, güzel günlere, aydınlık yarınlara, birlik beraberliğe, sevgiye, kardeşliğe, üretkenliğe, kalkınmaya vb yelken açalım, uluslararası eski saygınlığımıza, itibar ve güvenimize kavuşalım…

GENE NARİN!.. VE GÜNDEMİN TEPESİNDEKİ “NARİN KATLİAMI”NI SALLAYAN TEK KİŞİ!..

150 150 bakikarakol

Bu hafta da yazı konum, 8 yaşında katledilen NARİN!

Ama…

Önce, www.sozcu.com.tr’de 15 Eylül 2024 Pazar günü okuduğum “Ali Erbaş, Kelime-i Şehadet’i eksik okudu” başlıklı habere

https://www.sozcu.com.tr/ali-erbas-kelime-i-sehadet-i-eksik-okudu-p84054 çok kısa değineceğim.

 

Haberi okuduğunda, X hesabımdan “HADİ CANIM!.. BÖYLE BİR ŞEY NASIL OLUR!.. GERÇEKSE, ALİ ERBAŞ’IN, DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI KOLTUĞUNDA BİR SANİYE OTURMAMASI, O MAKAMDAN HEMEN İSTİFA ETMESİ GEREKİR HEMEN!..” https://twitter.com/BakiKarakol/status/1835234295864078475 diye yazdım, paylaştım.

Yazıyı yazdığım ana kadar, haberle ilgili bir yalanlama gelmedi.

Böylece…

Ne yazık ki ve acı ki, Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın koltuğunda “liyakatsiz”* biri oturmaktadır!

Uzatmayacağım; bu kadar.

 

8 yaşında katledilen Narin’in mezarını üç Bakan (İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş) ziyaret etmiş, dualar okumuşlar.

 

Bakan Tunç “Bu olay ortaya çıkmadan, caniler hesap vermeden elimiz, kolumuz, yüreğimiz burada olacak” demiş; Bakan Yerlikaya X hesabından “Yaşadığımız bu menfur olay milletimizin yüreğini yaktı. O, gülüşüyle, neşesiyle bu dünyayı güzelleştiren bir yavrumuzdu. Narin kızımıza Allah’ta rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.” https://www.hurriyet.com.tr/video/3-bakan-narinin-mezarini-ziyaret-etti-42528696 diye yazmış; Bakan Göktaş ise bir etkinlikle yaptığı konuşmada özetle “Aksi bir duruma neden olanlar, işledikleri suçun bedelini hem hukuki hem de vicdani olarak ödemek zorundadır. Bu anlamda Narin kızımızı hayattan koparan kişi veya kişilerin en ağır cezayı almaları için elimizden ne geliyorsa yapacağız. Kaybolduğu haberi alınır alınmaz devletimizin tüm kurumları arama çalışmalarını başlatsa da ne yazık ki Narin’in acı haberini aldık. Bakanlık olarak bu davaya müdahil olacağız. Bu elim olayın, siyasi bir malzeme haline getirilmesine asla ve asla izin vermeyeceğiz. Narin bu milletin, hepimizin evladıdır. Bu anlamda Narin için adaletin tecelli etmesi hepimizin boynunun borcudur.” https://www.bandirmayasam.com.tr/igf-haber/uc-bakan-narin-in-kabrini-ziyaret-edecek-314028 tümcelerini etmiş.

 

Üçünün de sözleri, havanda su dövmekten başka bir şey değil!

Çünkü üçü de çok geç kaldılar, üçü de işin özüne, özdeki nedenlere, niçinlere inmiyorlar, alınacak, alınması gerekecek önlemlerden söz etmiyorlar, her şey olup bittikten sonraki süreç üzerinden atıp tutuyorlar, kabadayılık taslıyorlar!

On kişiden iki kişi inandıysa, Arap olayım!

Vatandaştaki genel kanı, “Narin katliamı zamana bırakılacak, uzatılacak, unutturulacak, kapanacak; katliamın gerçeği karanlıkta bırakılacak ve gerçek katil ya da katillerin yerine başkalarının canı yanacak” yönünde.

Dilerim, vatandaşlar yanılır, hak adalet yerini bulur, başta çocuklar, kadınlar, top yekun da halkımız korunur, yurtta korkulmayan, huzurlu ortam olur.

 

Adı gibi “Narin” kızımızın olayında çok şey yazıldı, çizildi, konuşuldu; daha da yazılacak, çizilecek, konuşulacak.

Ama benim dikkatimi, Narin’in, babası Arif’in “Akraba olmuş, dayı-yeğen olmuş. Akraba olduğu zaman diyor ‘Dayımdır, yeğenimizdir’. Hepsi akraba bile olsa vazgeçmem. Bunu herkes de biliyor. Kimin parmağı bu işte, kimin parmağı varsa da devlet delillerle çıkardıktan sonra. Ciğersiz oldukları için gelip beni öldürseydiler. Gelip öcünü benden alsaydılar” sözleri gündem olurken; “Erhan” adlı amcasının gündem olmayan “20 nüfuslu bir yer, 90- 100 nüfusluk değil. Onların da hepsi akraba. Kendi aralarında toplantı yapıyorlar, şey yapıyorlar ki. O namussuzluk yaptı, çocuğu öldürdü, bu süreçte bütün çocuklarımızı okuldan etti. Kimse okula gitmiyor. İşte böyle bir toplumuz.” https://www.sozcu.com.tr/narin-in-babasindan-dikkat-ceken-sozler-gelip-ocunu-benden-alsaydilar-p84011 sözleri çekiyor.

Hele ki şular:

O namussuzluk yaptı, çocuğu öldürdü, bu süreçte bütün çocuklarımızı okuldan etti. Kimse okula gitmiyor. İşte böyle bir toplumuz.”

Narin’in katledilmesi, okul çağındaki çocuklarda öyle olumsuz etki yapmış, korku yaratmış ki, okula gitmiyorlar!

Narin katliamından ve Narin katliamının yaşanan, daha doğrusu yaşatılan süreçten çocukların anne babaları da, kardeşleri, yakınları da tedirgin olmuşlar!

Haksızlar mı?!

Değiller.

Çocuklar korunamıyor!

“Yapanın, yaptıranın yanına kar kalıyor” kanısı yaygın ve bu kanı dalga gibi yayılıyor.

Yoksa…

Bu bilinen, istenen, planlanan bir şey mi?!

Kızların okula gitmesi mi istenmiyor?!

Kızların okula gitmesinin önü, bıçak gibi kesilmek mi amaçlanıyor?!

Bunun eşelenmesi, ortaya çıkarılması ve önlemlerin alınması gerekir.

Yapılır mı?

Yapılacak mı?

Bilemem.

Ama…

Yurdun geleceği çocuklar ve gençleri için, y a p ı l m a l ı !

 

Narin’in ve ailesinin soyadı “Güran”.

12 Eylül 2024 Perşembe günü basına yazılı açıklama yaptılar.

Açıklamada “… ilgi ve alakası olmadığı halde bu olay nedeniyle Kuran kurslarına ve Yüce dinimize saldırılar yapılmaktadır.” (…) “… koca bir ailenin karalanmasını bir takım dış güçler ve onların yerli uzantılarına bağlamaktayız. Aile fertlerimizin bir kısmının yaşadığı Tavşantepe Mahallesinin stratejik ve coğrafi konumu da ayrı bir etkendir.” https://www.gercekgundem.com/guncel/narinin-ailesinden-basin-aciklamasi-dis-gucler-bizi-karaliyor-482897 yer alan vurgulara takıldım.

Narin’in, Kuran kursuna gittiği yalan mı?

Değil.

E eee, anlatılmasın mı?

Öte yandan, dış güçler ve onların “yerli uzantıları” kimler?

Dış güçler, Güran ailesinden olmayanlar mı?

Onların yerli uzantıları da, Güran ailesinin dediklerini şıp şak yapanlar mı?

Buram buram siyasi içerik kokan bu sözcükler yazılı basın açıklamasında neden yer aldı?

Ve…

“Aile fertlerimizin bir kısmının yaşadığı Tavşantepe Mahallesinin stratejik ve coğrafi konumu da ayrı bir etkendir” diyerek, Tavşantepe’nin stratejik ve coğrafi konumunu “etken” sözcüğü ile vurgulamaktaki amaç ne?

 

8 yaşındaki Narin katliamından, aile de, bütün anne babalar, kardeşler de, iktidar da, devlet de, muhalefet de, dernekler, sendikalar, odalar ve benzerleri de ders almalı, ders çıkarmalı, bilimsel çalışmalarla yapılacaklar saptanıp tezden yaşama geçirilmeli!

Yaparsak kazanırız, yapmazsak yiter gideriz!

Ülkemize, halkımıza doğru ve iyi olanı yapmalıyız!

Çünkü başka Türkiye yok!..

 

Bir aya yakın gündemin tepesindeki “8 yaşındaki Narin katliamı”nı bir kişi salladı.

Necmettin Bilal Erdoğan!

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu.

Kocaeli’ndeki bir etkinlikte konuşmuş, “Ben ekonomistim” https://www.sozcu.com.tr/bilal-erdogan-konustu-bir-ekonomist-olarak-soyluyorum-p84283 demiş.

Bu iki sözcük -Ben ekonomistim- baba Erdoğan’ın sözüdür, ona aittir.

“EYT’liler” konusunun yanlış bir karar olduğunu vurgulayan oğul Erdoğan, gazeteci Fatih Altaylı’ya da ‘AK Parti’den önce Türkiye daha huzurluydu, müreffehti, daha adildi, daha böyleydi, daha şöyleydi. 20 yıldır mahvolduk’ deniliyor. Dünya tarihinin görmediği bir ihanettir bu. Böyle bir vicdansızlık olamaz. Arkadaşlar, bu Fatih Altaylı denilen ahlaksız adam askerlerin postallarını yalıyordu. Askerler ‘Kalk’ dediğinde kalkıyordu, ‘Yat’ dediğinde yatıyordu bu adam. Şuan başkası ‘Yat’ dediğinde yatar, ‘Kalk’ dediğinde kalkar ama gazeteci diye gezip, videoları seyrediliyor. Bunlar 90’ları anlatsın. ‘Askerlerden ödümüz patlıyordu’ desinler. ‘Biz vesayetin kölesiydik, köpeğiydik’ desinler. Hadi desinler. Türkiye hiç olmadığı kadar özgür arkadaşlar. Türkiye hiç olmadığı kadar güçlü, kendi kararlarını veren ülke. Dünya çapında iddia sahibi ülke https://t24.com.tr/haber/bilal-erdogan-fatih-altayli-denilen-ahlaksiz-adam-askerlerin-postallarini-yaliyordu,1184267 tümcelerle saydırmış.

Anında günden oldu.

Öyle bir gündem oldu ki, “Narin katliamı”nın gündemdeki yerini sarstı.

Çünkü…

“Siyasete ısınıyor”, “Erdoğan’dan sonra AKP’nin başına geçecek”, “Cumhurbaşkanı adayı” diye yazanlar, konuşanlar, tartışanlar birbirini kovaladı.

Katılmıyorum.

Öngörüm, izlenimim, Necmettin Bilal Erdoğan, görünürdeki yönetenleri, görünmeden yöneten olmak istiyor!..  

 

* iş başaracak yetenekten yoksun olma

TOPLUM, “NARİN KATLİAMI”NA KİLİTLENDİRİLMİŞKEN, “19 GÜN”, SAMAN ALTINDAN SU YÜRÜTENLER İÇİN ALTIN DEĞERİNDE ZAMAN DİLİMİ OLDU!..

150 150 bakikarakol

İki ay hızla geldi geçti.

Bir yıl boyunca yazı konusu olacak notlar aldım; bugün onlardan birini yazacaktım.

Olmadı.

21 günlük süreçte, yediden yetmişe hepimizi ağlatan, ülke gündemine en tepelerde giren, yerini günlerce koruyan “olay” öncelik aldı.

Olay, 8 yaşındaki Narin’in katledilmesiydi!

Yittiği günden, 18’inci günün bitimine kadar aranmadık yer bırakılmamasına karşın bulunamayan, ancak 19’uncu günün sabahı,  köyleri veya mahalleleri Diyarbakır Tavşantepe yakınlarındaki Eğertutmaz Deresi yatağındaki su kıyısına cesedi çuval içinde gömülü bulunan Narin Güran’ın -sava (iddiaya) göre- öz amcası tarafından öldürülmesi,  https://www.sozcu.com.tr/son-dakika-narin-in-cenazesi-ailesine-teslim-edildi-p82532 herkes gibi beni de derinden sarstı ve bana, aile meclisi kararıyla 22 yaşında 24 Şubat 2004’de öz ağabeyleri tarafından yaşamdan koparılan https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCld%C3%BCnya_T%C3%B6ren Güldünya Tören’i anımsattı.

 

Ülkemde ne zaman bir kadın şiddete uğrarsa, canına kıyılırsa, Güldünya usuma (aklıma) gelir, yanarım!

Bir ayrıntıya da takılırım:

“Güldünya” gibi, çok güzel ve çok anlamlı adı kızlarına koyan anne, baba, aile meclisinin “öldürülsün kararı”na itiraz etmiyor, boyun eğiyor!

 

Yaşamım boyunca, Güldünya gibi Narin’i de unutmayacak, hep anacağım.

Işıklar içinde uyusunlar.

 

Ülkemin “kadın cinayetleri” ile anılması öyle ağırıma gidiyor, onurumu öyle kırıyor ve öyle arlanıyor, utanıyorum ki!..

 

8 yaşında, öz amcası tarafından katledildiği savlanan Narin olayında bir yığın ayrıntı var.

Onların her biri süreç içinde aydınlanacak.

 

Ben bu yazımda o ayrıntılar girdabına girmeyeceğim, ama şu evrensel gerçeği yazacağım:

Bir olayda, “aydınlatma” uzuyorsa, sonra da unutulup gidiyorsa ve kapanıyorsa; işin gerisinde, derinliklerinde ya “devlet”, ya “siyasetçi”, ya “para babası”, ya “cemaat, tarikat” vardır!

 

Toplum, 19 gün sürecinde, adı gibi güzel küçük Narin’le yattı, Narin’le kalktı.

Herkesin de dileği, Narin’in canlı bulunmasıydı.

Narin cansız bulundu!

Üzülmeyen, gözyaşı akıtmayan kalmadı.

Narin 8 yaşında bir kız çocuğuydu, öldürülmeyi hak etmiyordu.

Ayrıca…

Herkesin, Narin yaşında kızı, oğlu, torunu, kardeşi, yakını vardı; uslarından onlar geçti.

Narin acısı, katlandı da katlandı!

 

Basın “Narin olayı”na yoğun ilgi göstermişti.

Canlı yayınlar, birbirini kovalayan haberler, yazılar, yorumlar, konuşmalar sürdü gitti.

Uzmanlar uzun uzun değerlendirmelerde bulundular.

Arada bir de “resmi açıklamalar” geldi, kulis bilgileri ve televizyon, gazete haberleri, analizleriyle kafalar iyice bir karıştı.

Bilenler, konuşmuyordu.

Yetmezmiş gibi, bilenler “Konuşmayın” diye uyarılmışlardı.

Sanki bilinenlerin bilinmesi istenmiyordu!

Öyle ki, “yayın yasağı” geldi!

Neden geldi?!

Kim, kimler istedi?!

Bunlar bile “bilinmeyen, bilinmesi istenmeyen”ler arasına girdi!

Böyle bir “garip yapı”mız var!

 

Toplum, “Narin katliamı”na kilitlenmişken/kilitlendirilmişken, “19 gün”, bir anlamda “saman altından su yürütenler” için altın değerinde zaman dilimi oldu!

 

Şu 19 günlük süreçte neler oldu, neler!

Hepsi de “Narin katliamı”na kurban gitti.

Saymayacağım.

Anımsatmayacağım da…

 

İktidar, “gündem işgali”nden veya “gündem meşguliyeti”nden yana hoşnut, mutlu olmalıydı!

 

Muhalefet görünürlerde miydi?!

“Karavana muhalefet”leriyle ayırt (fark) bile edilmediler!

Usunuzda kalan bir sözcükleri, bir tümceleri var mı?!

 

Ama…

İktidar partilerinden AKP’nin Diyarbakır Milletvekili Mehmet Galip Ensarioğlu “Bizlerin bazen bilmediği bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile de bizim dostlarımız. Konu çok hassas olduğu için onları da çok fazla üzecek bir şey söylemek istemiyoruz” https://www.sozcu.com.tr/akp-li-galip-ensarioglu-ndan-narin-guran-aciklamasi-p82578 sözlerini etti.

Bu sözlerin açılımı çok önemli!

Üzerinde durulması ve üzerine gidilmesi gerekir.

 

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da X hesabından şunları paylaştı:

“Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde bu sabah na’şına ulaşılan Narin kızımıza Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Canice, vahşice katledilen Narin’in acı haberi hepimizi derinden yaraladı; üzüntümüzün tarifi yok. Narin kızımızın kayıp ihbarının alınmasından itibaren güvenlik güçlerimiz çok yoğun bir şekilde kendisine canlı ulaşmak için gayret gösterdiler. 19 gün boyunca süren aramalar neticesinde maalesef yüreklerimize su serpen bir haber alamadık. Narin’i katledenlerin adalet önünde mutlaka hesap vermesini sağlayacağız. Narin evladımızı bizden kopartanların hak ettikleri en ağır cezayı almaları için adli sürecin bizzat takipçisi olacağımın bilinmesini istiyorum.”

https://www.sozcu.com.tr/erdogan-dan-narin-guran-paylasimi-en-agir-cezayi-almalari-icin-p82435

 

Gönül isterdi ki, ülkedeki tek yetkili Erdoğan, ülkemizde Narin’lerin ölmemeleri, öldürülmemeleri için belirleyecekleri kalıcı siyasayı, alacakları köklü önlemleri tek tek sıralasın, en kısa sürede yaşama geçireceklerinin sözünü versin.

 

Böyle bir etkinlik; beş temel ilkesi “Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi” olan, kurucuları arasında yer aldığımız “İstanbul Sözleşmesi”nden “bir anda ansızın ‘çıkma’ kararı verenden beklenir mi?!

Beklenmez!

 

Üzgünüm…

Kadın cinayetlerinin önünü bıçak gibi kesme konusunda, bir arpa boyu kadar yol almak bile büyük adım, büyük gelişmedir!

 

Yani…

Değişen bir şey olmayacak!

 

Yazımı şu gözlem ve önerimle bitireyim:

Narin’in katledilmesiyle ortaya çıkmıştır ki…

Jandarma, cinayet ve benzeri olayları çözmede yetersiz, gecikmeden “Kırsal Uzman Polis Birimi” kurulsun…

“NEREDEEEN NEREYE” VE İKİ AY ARA…

150 150 bakikarakol

Bugün, doğunun “çağdaş, aydın kent”i, sevdalım Kars’ımın nasıl ve neden “gerici kent” yapıldığını yazacak, iki aylık araya gidecektim.

Ancak…

Planladığım yazıyı iki ay sonraki sürece bıraktım, 12 Temmuz 2024 Perşembe ve 14 Temmuz 2024 Pazar günlerinde 23’üncü yılı olan bir söyleşi ile o söyleşiye yanıtımı bilginize sunmaya karar verdim.

 

Türk basının yüz aklarından Ankara gazetecilerinden Turan Yılmaz, Refah Partisi’nden ayrılan, kendilerini “Yenilikçiler” diye tanımlayan grubun iki numarası Kayseri Milletvekili Abdullah Gül’le bir söyleşi yapıyor.

Söyleşi, Hürriyet Gazetesi’nde, 12 Temmuz 2001’de “Marjinal ve dinci değiliz” https://www.hurriyet.com.tr/gundem/marjinal-ve-dinci-degiliz-3650 başlığıyla yayınlıyor.

Okuyalım:

// Yenilikçi kanadın önde gelen ismi Gül, “İdeolojik ve marjinal de olmayacağız. Geçmişteki yanlışlara dönmeyeceğiz” dedi.

YENİLİKÇİ kanadın önde gelen isimlerinden Abdullah Gül, kuracakları parti için, ‘‘Türkiye’nin orta sınıfı üzerine oturacak’’ dedi. Gül, partilerinin ‘ideolojik’ ve ‘marjinal’ olmayacağını belirterek, ‘‘Dinci parti de olmayacağız, sadece dindarların partisi de. Aramızda dindar olmayanlar da yer alabilir’’ dedi.
Gül, ‘laiklik’ konusunda da ‘takıyye’ yapmadıklarını belirterek, ‘‘İnanıyoruz ki, laiklik olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da laiklik olmaz’’ diye konuştu.
‘‘Bizim ana ilkemiz ve FP’den kırılma noktamız; gerçekçiliğimizdir’’ diyen Gül, iki hafta içinde kurulacağını açıkladığı yeni partilerinin rotasını da şöyle çizdi:
‘‘Kendimizi Fazilet’in devamı, bir parçası gibi düşünmüyoruz. Popülizmden, abartıdan uzak, gerçekçi olacağız. Tek kişi partisi olmayacağız. Geçmişteki yanlışlara dönmeyeceğiz. Birinci önceliğimiz ekonomi olacak.’’
AMERİKAN ŞEFFAFLIĞI
Para ilişkilerinden, örgüt ilişkilerine kadar Türkiye’nin en şeffaf partisi olacağız. Partimizin mali yapısı Amerika’daki gibi şeffaf olacak. Bunun gayreti içinde olacağız. Çünkü partileri, mali yapılarındaki bu karanlık yapı çürüttü. Yanlışları düzeltmek istiyorsanız önce sizin yanlış taşımamınız lazım. Yanlışınız varsa kimseye meydan okuyamazsınız.
DİNDARLARIN PARTİSİ OLMAYIZ
Bizler bireyler olarak dindar olmanın gayreti içindeyiz. Bunun ötesinde din temsilciliği, din partisi gibi şeyler kesinlikle yanlış. Dinci parti de olmayacağız, hatta sadece dindarların partisi de. Aramızda dindar olmayanlar da yer alabilir. Bizler ancak birey olarak dindar olabiliriz, o kadar.
TEK KİŞİLİK PARTİ DEĞİLİZ
Elbette ki bir bakış açımız, dünya görüşümüz olacak. Ancak kesinlikle ideolojik ve marjinal bir parti olmayacağız. Tek kişilik bir parti de olmayacağız. Bu bir kadro hareketidir. Geçmişteki yanlışlara dönmeyeceğiz. Siyasette tebliğde bulunmak değil, hizmet etmek istiyoruz. Bütün Türkiye’nin partisi olmak istiyoruz.
POPÜLİZM ABARTI YOK
Kendimizi Fazilet’in devamı, bir parçası gibi düşünmüyoruz. Çünkü biz gerçekçiyiz. FP ile kırılma noktamız da bu gerçekçiliğimizdir. Popülizmden, abartıdan uzak, gerçekçi olacağız. Çünkü popülizm, abartı, istismar yaparsan sonuçta birikir ve yük de milletin sırtına biner. Biz kısa değil, uzun vadeli hedefler peşindeyiz.
Kafamıza yatan, gerçekçi politikalar izleyeceğiz
KAFAMIZA yatan, Türkiye’nin görünen görünmeyen bütün gerçeklerini dikkate alan gerçekçi politikalar izlemek istiyoruz. Bunun için de ciddi bir çalışma ile çıkacağız halkın karşısına. Programımız kesinlikle güzel sözlerin alt alta sıralandığı bir metinden ibaret olmayacak. Çünkü bize göre başarının ölçütü milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık değil; Türkiye’ye ne kazandırdığınızdır. Onun için bizim amacımız yeni bir siyaset anlayışı, algılaması ve mentalitesi. Biz bu yeni başlangıcın gerçekçi çalışmalarını yapmak istiyoruz.
YERLİ VE MODERN
Yerli değerleri taşıyan insanların aynı zamanda modern ve çağdaş olabileceğine, dünyaya ayak uydurabileceğine inanıyoruz. Biz işte bunun olabileceğini göstermek istiyoruz. Örneğin, küreselleşmeye direnemezsiniz. Bunun karşılığı statükoya teslim olmaktır. Küreselleşmeye ise kendi menfaatleriniz açısından bakmanız lazım.
ÖNCE EKONOMİ
Öncelikli hedefimiz ekonomi olacak. Çünkü, ekonomiyi düzeltici tedbirleri açıklamadan, vatandaş, insan hakları ile ilgili söylemlere pek aldırmıyor. Sağlıklı bir büyüme trendi yakalanmadan, istediğiniz kadar demokrasi türküsü söyleyin önemli değil. Ancak, Türkiye gerçeklerini bir kenara bırakılarak liberalizm türküsü de söylemek istemiyoruz. Hedefimiz sosyal içerikli bir piyasa ekonomisi.
HÁLÁ DEĞİŞİYORUZ
‘Nereniz değişti?’ deniliyor. Değişim süreci Tayyip Erdoğan da dahil hepimiz için hálá devam ediyor. Son 5 yılda hepimiz çok önemli tecrübelerden geçtik. Erdoğan da, bizler de samimi özeleştiriler yapıyoruz. Bu muhasebe, geçmişteki bazı yanlışları da içeriyor. Bugün eleştirilen bazı söz ve davranışların olduğu günlerde sloganlar, abartılar hakimdi. Ancak bugün geçmişe takılıp kalmamak gerekiyor. Şimdi ne kadar samimiyiz, ne düşünüyoruz, ona bakılması lazım.
Akvaryum içindeki balık gibiyiz
BİZİM bugün için en büyük farkımız ise sözü, özü ve icraatı birbirine uyacak bir hareket olmamız. Sözlerimizle gözlerimiz aynı şeyi söyleyecek. Söylediklerimizle yürüdüğümüz yol aynı olacak. Zaten böyle olmak zorundasınız. Çünkü hepimiz akvaryumdaki balıklar gibiyiz. Herkes herşeyinizi görüyor. Bir şeyi gizlemeye de çalışsanız, belki ne gizlediğinizi değil, ama bir şey gizlediğinizi herkes görüp biliyor. Onun için bugün siyaset itibar kaybediyor. Bizim temel ilkelerimiz dürüstlük, açıklık, sözüne, özüne güven duyulması. Bu, herkeste olması gereken ilkeler bugün Türkiye’de ayrıcalık haline geldi. Çünkü bugün bunlar olmadığı için Türkiye’de kriz var.
Laiklikte samimiyiz
LAİKLİK konusunda kesinlikle takıyye yapmıyoruz. İnanıyoruz ki, laiklik olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da laiklik olmaz. Bizim laiklik anlayışımıza göre herkes inancını serbestçe ortaya koyacak, devlet de bütün inançlara eşit mesafede olacak. İşte asıl özgürlükçülük budur.
Küçük ve etkili devlet
Devleti de küçültüp, temel fonksiyonları ile sınırlamak istiyoruz. Ancak, küçültürken daha etkin bir hale getirmeyi düşünüyoruz. Devletin ekonomide gözleyici, yanlışlara hemen müdahale edip düzenleyici olmasını hedefliyoruz. Ancak, bunun için de güçlü bir siyasi yapı gerekiyor.
Taban değil tavan tutucu
Aslına bakarsanız taban değil, tavan daha tutucu. Taban çok daha gerçekçi. Çünkü, oy veren insanlar hayatın içinde. Hayatlarını kazanırken herkesle temas içinde. Ancak tepe, yani tavan tutucu. Bu tutuculuğunu da kendi amaçları için sürdürüp kullanıyor. //

 

Gel de, Erdoğan’ın “Neredeeen nereye” sözünü anımsama!

 

Neyse…

 

Söyleşiyi okuyunca, bir yazı kaleme aldım; Cumhuriyet Gazetesi’nden Haber Müdürüm olan, Aydın Doğan sahipliğindeki Hürriyet Gazetesi’nde “Yeter Söz Milletin” köşesinin sahibi, yazarı Yalçın Bayer gönderdim; o da, 14 Mayıs 2001 Cumartesi günü “Tehlike çanları!” https://www.hurriyet.com.tr/tehlike-canlari-4061 başlığıyla yayınladı.

Okuyalım:

// KENDİLERİNİ akvaryumdaki balığa benzeten Abdullah Gül, temel ilkelerinin dürüstlük, açıklık, sözüne, özüne güven duyulması olduğunu söylüyor.
Bugün bunlar olmadığı için Türkiye’de krizin olduğunu ekliyor. Sayın Gül, Hürriyet Gazetesi’nde yer alan söyleşisinde (12.7.2001) daha sonra aynen şöyle diyor: ‘‘Bizim, bugün için en büyük farkımız, sözü, özü ve icraatı birbirine uyacak hareket olmamız.”
Dikkatinizi ‘‘… bugün için…” sözcükleri çekti mi? Demek bütün şirin görünüm, ılımlı söylemler vs. hepsi bugün için! Yarın ne olacağı ise ‘‘Kısa değil, uzun vadeli hedefler peşindeyiz. Bizler birey olarak dindar olmanın gayreti içindeyiz” sözleriyle açıkça kendini göstermiyor mu?
Sayın Gül, ‘‘Dinci parti olmayacağız, hatta sadece dincilerin partisi de…” ve ‘‘Laiklik konusunda kesinlikle takıyye yapmıyoruz” derken dahi takıyye yapıyor, farkında değil. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes inancını serbestçe ortaya koymuyor mu ve devlet bütün inançlara eşit mesafede değil mi? Sayın Gül ve arkadaşları daha neyin peşindeler?
Türkiye’nin görünen görünmeyen gerçeklerini dikkate alarak, kafalarına yatan politikaların peşindeler. Bundan daha açık söylem mi olur? Bunlara hálá ‘‘Değiştiler canım. Bunlar Müslüman solcular. Dindar olacaklar ama dindar parti olmayacaklar. Türkiye gerçeklerini görüp, özeleştirilerini yapıyorlar vs.” diyerek iyi niyetlerle yaklaşmak, inanıvermek saflık olur, büyük hata olur.
Kendilerini ne kadar kamufle etseler, ne kadar ‘güzel sözlerin alt alta sıralandığı bir program’ hazırlasalar da, ‘‘inanıyoruz ki laiklik olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da laiklik olmaz” deseler de, onlar değişmemişlerdir ve hálá demokrasiyi araç olarak görüyorlar.
Adamlar, bizden gibi görünüp bizi vuracaklar. Ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Söylem ve görünümlerine kanmamalıyız. Yoksa her şey çok geç olabilir!
A. Baki KARAKOL-İSTANBUL //

 

Daha ne diyeyim?!

 

Bu nedenle…

Yazımı uzatmıyor, bitiriyorum.

Bitirirken de…

Değerlendirmeyi, sorgulamayı, yorumlamaya söze bırakıyorum.

 

11 Eylül 2024 Çarşamba günü birlikte olmak dileği ile…

KEMAL ATATÜRK’TEN SONRAKİ CHP GENEL BAŞKANLARINDAN, ONLARIN KADROLARINDAN UTANIYORUM!..

150 150 bakikarakol

Özgür Özel (Ö.Ö)…

Dün 2 Temmuz 2024 Salı’ydı.

31 yıl önce dün (2 Temmuz 1993) Sivas kent merkezinde, 33 aydınımız, yazarımız, çizerimiz, şairimiz, ozanımız vb kaldıkları “Madımak Otel”inde ilkel, gerici, yobaz “iç düşman”ların çıkardıkları yangınla yaşamlarını yitirdiler!

Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

“Madımak katliamı anması etkinliği”ne katılmak için Sivas’a sen de gittin.

Orada “CHP Genel Başkanı” sıfatınla konuştun, seni izleyen gazetecilerin sorularını yanıtladın. https://www.chp.org.tr/haberler/chp-genel-baskani-ozgur-ozel-madimak-katliami-anmasina-katildi-bu-dava-kan-davasi-degil-can-davasidir

Gene kafiyeli tümceler kurdun.

Gene sloganlık sözler ettin.

Gene kimi doğrulara değindin.

Ama…

Gene işin özüne değinmedin.

Bir kere daha anladım ki, dünya lideri Kemal Atatürk’ü felsefesi, düşünceleri, gelecek öngörüleri ile tanımıyorsun.

Atatürk’ün partisi, senin de şimdilik “Genel Başkan”ı olduğun Cumhuriyet Halk Partisi”sini de tanımıyorsun.

Atatürk’ün “Söylevi”ni, “Gençliğe Hitabe”sini de okumamışsın.

Bunlar ve daha başka yazmadıklarım sende olsaydı, dünkü konuşmanda ve önceki konuşmalarında, “öz”ün yani “özne”nin çevresinde değirmen taşı gibi dönüp durmazdın, öze, özneye inerdin, tak tak anlatırdın; “Sivas Madımak katliamı”nın köklerine inerdin.

“Yaşanmışlıkları unutmak, yenilerini getirir” sözü doğru, ancak eksik.

Şöyle ki:

“Unutmamak”tan önce, özünü, öznesini, kökenini, nedenini, niçinini, başlangıcını, yapanlardan kat kat fazla “yaptıranlar”ı bilmek, sonuç alıcı önlemleri bulup çıkarmak, uygulamak gerek.

Sen dünkü ve önceki konuşmalarında, topaç çevirip duruyorsun.

Seni azıcık bilgilendirmemi ister misin?

İsteyebileceğini varsayarak, kısa kısa anlatayım:

“Ortçağ”ı biliyorsun.

Karanlık, gerici, baskıcı vb bir dönemi!

İktidarda “Kilise yönetimi” var.

“Hristiyanlık Dini” adına etmedikleri haksızlık, zulüm, insanlık dışı eylem, almadıkları karar yok.

“Ortadoğu” dedikleri “Arap Coğrafyası”nda “İslam” adında yeni bir yeşeriyor; lideri, önderi, Peygamberi “Muhammed”.

İslam Dini, Hristiyan Coğrafyası’nda insanları kasıp kavuran “Kilise Yönetimi”nin aksine, sevgiyi, barışı, kardeşliği, yardımlaşmayı, dayanışmayı, paylaşmayı, hak-hukuk-adaleti, insanca yaşamayı vb işliyor, anlatıyor, uyguluyor.

Arap Yarımadası’nın Mekke ve Medine kentlerinde gelişen bu kutsal din, kısa sürede dört bir yana yayıldı, kıtalar arası coğrafyalarda konuşulur, tartışılır, kabul edilir oldu.

Yüz yıllar sonra, Ortaç/Kilise Yönetimi’nden yaka silken Hristiyanlara esin kaynaklığı etti; Protestan Hristiyan’ların karşı çıkışları, başkaldırıları “Dinde Reform”u getirdi.

Hristiyanlar, Ortaçağ/Kilise Yönetimi’nden kurtuldular; kurtulmanın keyfini yaşadılar, her alanda yol aldılar.

Kilise Yönetimi’nin arkasındaki gerçek yönetim “Hristiyan Batı Burjuvası” idi ve boş durmadı, arayışa girdi; buldu:

Düzenlerinin bozulmasına neden olan İslam Dini’nin yeşerdiği, gelişip dal budak olduğu topraklarda, “Dinde Reform” öncesi süreci başlatacaktı.

Düşündü, taşındı, planladı, projelendirdi; bunu, “yerel işbirlikçiler”ini kullanarak, yaşama geçirebileceği kararına vardı.

Bunun için, “İslam Dini” ile biraz uğraşmak, “İslam Dini”ne inan Arap Coğrafyası’nın insanlarını “Araplaştırmak” birinci ana işti.

Sen şimdi “Araplaştırmak” vurgusuna takılacaksın.

“Araplaştırmak” sözcüğü, “İslam Dini’ne inanan Araların, inandıkları dinden “uzaklaştırılması” demek.

“Kilise Yönetimi” ile halklarına yaşamı zindan eden Hristiyan Batı Burjuvazisi, Arap Coğrafyas’ında ilerleme kaydederken, diğer yandan Arap Coğrafyası dışındaki “Müslüman” ülkelere, o ülkelerin “Müslüman” halkına el attı.

Hristiyan Batı Burjuvazisi’nin başı çekeni de, Birleşik Krallık’tı, yani İngiltere’ydi.

Bütün tarikat, cemaat, bu yapılardaki dernek ve vakıfların üretim yeri, para kaynağı İngiltere’ydi!

Dünyanın, dünya halklarının başına dert olan, insan ve insanlık düşmanı İngiltere yalnız değildi.

Şimdi de tek değil.

Eteğinden tutan Amerika var, Kanada var, Almanya var, Fransa var, İtalya var, İspanya var, Hollanda var, Belçika var.

Var ki var!

Dünya lideri Kemal Atatürk, bütün gerçekleri gördü; binlerce kitap okudu, gözlemlerde bulundu, sorguladı, tartışı, çevresiyle paylaştı,  bilgilendirmelerde bulundu.

Ama…

Yaşama gözlerini kapadığı günden itibaren, Lozan Görüşmeleri ile başlayan süreçte yapılan plan yaşama geçirildi.

Bu yüzden, dünya lideri ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu, Kurucu Genel Başkan Kemal Atatürk’ten sonraki CHP Genel Başkanları’ndan,  onların siyasi kadrolarından utanıyorum!

Evet, Özgür Özel (Ö.Ö) senden de, senin ekibinden de!..

Hepiniz Türkiye’yi bu hale getirdiniz!

Halka, gerçeklerin ta kendilerini anlatmadınız!

Cemaat ve tarikatların, bu yapılardaki dernek ve vakıfların, Hristiyan Batı Burjuvazisi’nin elamanları olduklarını, İslam Dini altında onlara hizmet ettiklerini, Osmanlı’yı yıktıklarını, Sevr’e götüremedikleri Türkiye’yi yıkmak isteyenlerin istek ve çıkarlarına hizmet ettiklerini halka aktarmadınız, halkı bu konularda bilgilendirmediniz, donatmadınız.

Halkın bilgilenmesinden, bilgi donanımı içinde olmasından korktunuz!

Haberin var mı, bilmiyorum:

İllerde, örneğin benim sevdalısı olduğum Kars’ımda 04-06 ve 07-10 yaş arası çocuklara “Kuran Kursu” adı altında Arapça öğretiyorlar!

Hem de, Devlet’in Diyanet İşleri’nin Müftüleri, cami imamları!

Tarikat ve cemaatlerde bunlarla birlikte “cinsel istismar” başını almış gitmiş.

Sen ne yapıyorsun?

Hiç birini gündeme getirmiyorsun.

Getirsen de, “öz”ü, “özne”yi ağzına almıyorsun, yandan dolanıyorsun.

Atatürk’ün, “Tekke, Zaviyeler ve Türbeler” ile ilgili sözleri, çıkarttığı, uyguladığı yasalar hiç mi usuna /aklına( gelmedi?!

“Gelmez olur mu?” deme.

Gelseydi, gündeme taşırdın.

Dünya lideri Kemal Atatürk, Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumu’nu niye kurdu?

Biliyor musun?

Bilmiyorsun.

Bilseydin, Arapça, Fransızca sözcükler yerine, öz Türkçe sözcükler kullanırdın; yaşanan olayların, daha doğrusu yaşatılan olayların tarihsel kökenlerini, süreçlerini anlatırdın, tekrarları olmazdı.

Şunu da bil:

Hristiyan Batı Burjuvazisi’nin bir numarası Birleşik Krallık/İngiltere,  Arapları, bir de “petrol”leri için Araplaştırdı.

Yönetimlerdeki işbirlikçileri dışında Arap halkları, ulusal gelirlerinden hakları olan payı alamıyorlar, maddi, dini, kültürel vb yönde Ortaçağ/Kilise Yönetimi dönemini yaşıyorlar!

Pekiii…

Arapları, “Araplaştıran” Birleşik Krallık/İngiltere, Anadolu inanışı ve Kemal Atatürk aydınlanmasıyla donanan, “çok kısa sürede, çok işler yapan” Türk halkından ne istiyor?

“Araplaşma”yı, verimli toprakları, bölgeye ciddi etkisi olan Anadolu inanışı ve Atatürk aydınlatmasından uzaklaşmayı, geçmişteki savaşların yenilgisinin intikamını.

Ve ve…

Bor Madeni’ni!

Birleşik Krallık, Türkiye üzerindeki çıkarlarına ilişkin hedeflerine, “koyun sürüsü” yaratırsa -Araplar örnek- varabileceklerini belirlemiş, biliyor.

Sen ne yapıyorsun?

“Geçim olmazsa, seçim olur” deyip duruyorsun.

Günaydın ve Meydan gazetelerinde Genel Yayın Yönetmenim Rahmi Turan da dünkü “Ülkeyi ‘Erken seçim’ paklar!” https://www.sozcu.com.tr/ulkeyi-erken-secim-paklar-p62694 başlıklı yazında, “CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ‘Geçim olmazsa, seçim olur!’ sözü gerçekçidir.” diye yazar.

Hayır, katılmıyorum.

Erdoğan işçinin, memurun, köylünün, emeklinin vb beklediği zammı versin, görelim bakalım, “seçim isteyenler”in yüzdesi kaç olur.

Bilgi olacak, donanım olacak..

Sahi Özgür Özel (Ö.Ö)…

CHP’nin tüzük ve programını, 6 Ok’un açılımı ve açılımdaki tanımlamaları bilen, CHP’li olmanın donanımı ışığında siyasa (politika) üreten teşkilatın var mı?

Yüzdesi kaç?

İl ve ilçelerinden, seçim bölgelerinden sorunlar ve konularla ilgili bilgi, siyasa önerisi akışı geliyor mu?

Gene sevdalısı olduğum Kars’ımdan aktarayım:

Kars Devlet Hastanesi’nin, Kars Hava Limanı’nın adı “Harakani” oldu.

“Harakanı” okul var, otel var, işyeri vb var.

Nedense, onca cami var, onca cami yapıldı hiç birine “Harakanı” adı verilmedi!

Türkiye aydınlanmalarından “Cilavuz Köy Enstitüsü”, Kars’ın onuru, gururu ama gericilik, zifiri karanlık Kars’ı ahtapot gibi sahiplenmiş!

İl, ilçe, belde teşkilatların bunu sana rapor etti mi, siyasa belirledi mi?

Sunmadılarsa, neden sunmadılar?

Sundularsa, sen neden duyarsız kaldın, yönetimdeki partililerini uyarmadın?

Neden mi?

Atatürk, CHP, tarih gibi konularda bilgili değilsin, donanımsızsın, günlük düşünüyor, konuşuyorsun, dünü unutuyor, anımsayamıyorsun, tekrarlarda takılı kalıyorsun, her tekrarı “yeni” sanıyorsun.

Bu da, dış düşmanlar ve onların yerel işbirlikçileri kadar Atatürk’e, Atatürk Türkiyesi’ne, Atatürk Devrim ve İlkeleri’ne, Türk halkına, Türkiye’de yaşayan halklara, Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Cumhuriyet Halk Parti’lilere ciddi zararlar veriyorsun!

“Özüne dön” çağrısı yapmıyorum çünkü sende “öz” yok, dönmeyeceksin!

Ha…

Milli Eğitim’deki tarikat, cemaat yuvalanmasını, Fevzi Çakmak’ın etkisinde kalan İsmet İnönü’nün ihanetini yazmadım.

Başkaları da var.

Günü geldiğinde hepsini tek tek yazacağım.

Şimdilik bu kadar…  

YILMAZ ÖZDİL, ÖZGÜR ÖZEL’DEN DE, ÖZGÜR ÖZEL’İN SÖZCÜSÜ DENİZ YÜCEL’DEN DE KAT KAT ATATÜRKÇÜ’DÜR, CHP’LİDİR!..

150 150 bakikarakol

O kadar “gazeteci” geçinen ama “gazeteciliğin” ne olduğunu zerre bilmeyen soytarıların, paragözlerin, yandaşların, yalakaların, her dönemin bukalemunlarının varlığına karşın, ne uzun uzun, ne kısaca  “gazeteciliği”, “gazetecileri” anlatmayacağım; Abdi İpekçi, Uğur Mumcu vb anlayışındaki, çizgisindeki gazeteci Yılmaz Özdil’den; onun, “CHP Genel Başkanı” sıfatlı Özgür Özel (Ö.Ö) ve “Özgür Özel’in Sözcüsü” Deniz Yücel tarafından yakışıkça, gereksizce, anlamsızca, haksızca yerilmesinden söz edeceğim.

 

Yılmaz Özdil, Özgür Özel’den de, Özgür Özel’in sözcüsü Deniz Yücel’den de çok çok iyi, bilgili, donanımlı, kat kat “Atatürkçü”dür, Cumhuriyet Halk Parti”lidir ve gazeteciliğin ak yüzüdür, yanlışları, doğruları ikileme düşmeden, korkuya kapılmadan yazar, paylaşır; Özgür Özel’in, CHP Genel Başkan seçilmesinden hoşnuttu.

Ona karşın, süreç içinde Özgür Özel’in yanlışlarını gördü, onları tek tek yazmaktan çekinmedi; Özgür Özel’den ve ekibinden tepkiler geleceğini öngörüyordu ama gerçekler adına, çarmıha gerilmeye eyvallahı yoktu.

 

31 Mayıs 2024 Yerel Seçimleri’nden, en çok paya sahip “toplumsal muhalefet”in etkisi ve katkısıyla CHP birinci, 22 yıldır iktidarda olan AKP ikinci çıkmıştı.

Toplum mutluydu; insanların yüzü gülüyor, gözleri ışıldıyordu.

AKP’lilerin ve AKP seçmenlerinin suratları asıktı, moralleri bozuktu.

Tam bu ortamda, Özgür Özel, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanını “ziyaret” etmek istediğini dillendirdi.

“Erken seçim” siyasası ışığında söylem bekleyen toplum, bir anlam veremedi, şaşırdı.

Gündem bir adanda Özgür Özel’in “ziyaret” istemine kaydı.

Yılmaz Özdil, duyarlı, yurtsever, Atatürk ve CHP düşünceli her yurttaş gibi bunu yanlış buldu, yanlış bulduğu için yerdi; Özgür Özel’in, Genel Başkanı olduğu CHP’yi yerel seçimde birinci parti yapan toplumsal muhalefetin gündeme taşınmasını özlemle beklediği “erken seçim”i düşünmemesini, ağzına almamasını  anlattı durdu.

Vay sen misin?!

Özgür Özel, Ekol TV’de Armağan Çağlayan’ın “Hepsi Bu Hafta Sonu Oldu” programına katıldı. https://chp.org.tr/haberler/chp-lideri-ozgur-ozel-armagan-caglayanin-konugu-oldu-anayasaya-uymazsak-kabileye-doneriz

Armağan, sorularının birinde “Erdoğan ile görüşmesine neden karşı çıkıldı”ğını sordu, Özgür Özel şu yanıtı verdi:

“… Adam mesela Youtube’de video çekiyor, ağır hareketler ediyor. Ağır şeyler söylüyor. O da Atatürkçü ama baktığınızda aslında, bana hırsı ne? Bana hırsı şu: Geçmişte ‘Bidon kafa’ diye köşe yazısı yazmış arkadaş. ‘Hadi bakalım’ diyor, ‘Şimdi elinde bidon’. Bir yerde sular kesilmiş. Sözcü Gazetesi haber yapmış. ‘Su kuyruğu’ diye. ‘Bidon kafalılar, bu iktidarı seçtiniz. Hadi bakalım, şimdi gidin ve su sırasına girin.’ Ben vaktiyle bunu eleştirmiştim. Onun da hırsı bana ondan. İyi ki de onunla aramda böyle bir açı var. O oy alamayınca hata bizde ‘Nerede’ demek yerine, oy vermeyen seçmene ‘bidon kafa’ diyen zihniyet. Zaten bu partinin 47 yıldır ilk kez birinci parti olmasının sebebi bu zihniyetten kopuş. Seçmen dediğin kişi, birer birer insan. İşsiz, aç, yoksul, ötekileştirilmiş, yalnız, endişeli. Sen ona diyorsun ki: ‘Bu ülkeyi kim yönetsin?’ Sen ona o güveni vermediysen, o da sana oy vermediyse, bidon kafa olan sensin. Siyasetçinin kendisi. Oturup kafasını duvara vurup, ‘Nerede yanlış yaptım’ demesi lazım. Ama seçmene kusur bulan, seçmene emir veren, seçmene kafa tutan bir yaklaşımı ben reddediyorum. Arkadaş seçmene sövüyor, bilmem ne yapıyor. Hiç duymadığı şeyleri olmuş gibi anlatıp çünkü öyle bir düzleme geldik. Sonra attığı iftira viral oluyor. Her tarafta dolaşıyor. Sonra en yakınım bile ona inanıyor. Böyle bir süreç var. Bunlar kutuplaşma olmasa yaşayamazlar. Beslenemezler. Geçinemezler. O yüzden sürekli kavga ortamı olsun. İki taraf birbiriyle sürekli çatışma halinde olsun. Biz de bu tarafa mermi satalım, bilmem ne yapalım. Savaş ekonomisinden beslenenler boşuna endişeleniyorlar. Zaten içine girdiğimiz süreç ne bütün sorunları çözer, ne bütün tartışmaları bitirir, ne biz gidip AKP ile koalisyon oluruz. Sen yine muhalif olursun. Yarın ben iktidar olurum, bana da muhalif olursun ama iki tarafta böyle gerilimden beslenenler var. Onların bilinçsiz olanlarına lafım yok. Yani hırslı, efendim bunca yıl bize bunu yapanla el mi sıkışılır filan. Onlara lafım yok. Ama tuzu kuru olup, geliri yerinde olup ve sırf bu kutuplaşma ortamından her türlü imkanı yaşayan, Türkiye’de bu yaşananlardan beslenen bir güruh var. Onlara ciddi itirazım var. Onların boşa düşmesi lazım.”

 

Ne kadar çirkin!

 

Şimdi size, 14 Temmuz 2007 Genel Seçimler’den 29 gün sonra Yılmaz Özdil’in Hürriyet Gazetesi’nde 13 Ağustos 2007’de yayınlanan “Bidon kafa” yazısını sunacağım ve sizden, okuyacaklarınızla Özgür Özel’in çarpıtmalarını, iftiralarını, ne büyük yanlışlar yaptığını görmenizi isteyeceğim:

// ŞARIL şarıl bedava su varken, baraj yapacağına, dünyanın en uzun borusunu döşeyip, taaa Rusyalardan en pahalı gazı getiriyor…
Depo yok.

Depo var…
Su yok.
Suyu bulsa…
Boru yok.
Boru döşese, o döşeyene kadar zaten su kuruyor.
*

Yani darılmayın ama, hakikaten Allah cezanızı versin be kardeşim.
*
Bakıyorum televizyonlara…
Şöhret olmuşsun yahu!
BBC, CNN hep seni gösteriyor.
Akmayan çeşme başında, elindeki boş bidonu kameraya sallayarak, “elim kırılsaydı” diye bağırıyorsun.

*
Hiç bağırma.
Senin paranla sana köfte ekmek ısmarladılar, hizmet sandın… Sudan ucuz senin oyun.
Hiç bağırma.
*
Düşün şöyle bir…
Maazallah CHP-MHP iktidar olsaydı, ne diyeceklerdi?
“Uğursuz bunlar…”
“Bereketsizler…”
“Geldiler, kuruttular…”
Demeyecekler miydi?
Diyeceklerdi.
Sen de kafanı emme basma tulumba gibi sallayarak, “he valla” demeyecek miydin?
Diyecektin.
Hatta, şu anda tek satır bile susuzluktan bahsetmeyen liboşları, satılık kalemleri okuyup okuyup, “şerefsiz bu laikler” demeyecek miydin öfkeyle?
Diyecektin.
Hiç bağırma.
*
Bak şimdi sen, çoluk çocuk kokarcaya döndün, Afrikalılar gibi fellik fellik yıkanacak dere arıyorsun…
Senin sırtından koltuk sahibi olanlar, borsa vurgunu yapanlar, ihale kapanlar, dolar-faiz volisi vuranlar ise, Perrier’le San Pellegrino’yla jakuzide banyo yapıyor, köpük köpük.
*

Reina’da sular kesik mi sanıyorsun, a benim bidon kafalım?
*
Şimdi iyi dinle…
Yap elini yumruk.
Şeytan kulağına kurşun der gibi vur bakayım kafana iki defa…
Ne duydun?
“Donk donk” di mi?
*
Sen önce onu doldur.
Su kolay. // https://www.hurriyet.com.tr/bidon-kafa-7074842

 

Yılmaz Özdil, sosyal basın (medya) hesabından “Buket Aydın lideri Özgür Özel, sana bu iftiranı yedireceğim. ‘Erken seçim istemiyor, AKP’nin toparlanmasına fırsat tanıyor’ dediğim için bana saldıran Özgür Özel, sana bu iftiranı yedireceğim. Namuslu gazetecilere küfreden trollerin abisi Özgür Özel, sana bu iftiranı yedireceğim. ‘Bütün dünyada, birinci olmasına rağmen erken seçim istemeyen ilk ve tek genel başkan’ dediğim için, ‘AKP’nin dört yıl daha iktidarda kalması için özel çaba harcıyor’ dediğim için bana saldıran Özgür Özel, sana bu iftiranı yedireceğim. Bana milletvekiliyken yıllarca ‘Yılmaz abı’ diyen Özgür Özel, şimdi niye çıkıp iftira attığını –gözlüğü çıkardın ama- gözüne sokacağım.” https://www.gercekgundem.com/siyaset/ozgur-ozelin-bidon-kafa-cikisi-yilmaz-ozdili-kizdirdi-sana-bu-iftirani-yedirecegim-466116 paylaşımda bulunarak, yanıt verdi.

Özgür Özel’in sözcüsü Deniz Yücel aynı gün sosyal basın hesabından esti, gürledi:

“Bir kişinin CHP Genel Başkanına ‘Sözlerini yedireceğim’ gibi bir üslup kullanması için şuurunu kaybetmiş olması gerekiyor. Özgür Özel küfür mü etmiş, hakaret mi etmiş? Sadece bir tespit yapmış… Bugüne kadar kime hangi sözünü yedirdin de, mahalle kabadayısı gibi efeleniyorsun Yılmaz Özdil? Haddini bil! Bir yanda yıllarca insanların Atatürkçü, Cumhuriyetçi, laik ve seküler duygularını sömürürken, diğer yandan iktidara oy veren kitleyi aşağıladın, iktidarın kutuplaştırma ve ayrıştırma siyasetinin değirmenine su taşıdın. Merak etme, sana rağmen iktidar olacağız.”  https://www.gercekgundem.com/siyaset/chpden-yilmaz-ozdile-cok-sert-tepki-haddini-bil-466191

 

“Had bilmez”lerin, başkalarına “Haddini bil” demesi kadar uçuk ne olabilir?!

 

Özgür Özel’in sözcüsü Deniz yücel “had bildiren paylaşımı”nda öylesi yanlışlar yapıyor ki!

“Kanıtla” diye sorulsa, mosmor olacak, tıkanıp kalacak!

 

4 gün sonra (24 Haziran 2024 Pazartesi) Yılmaz Özdil, hafta içi her sabah canlı yayın yaptığı youtube kanalında, Özgür Özel’e de, Özgür Özel’in sözcüsü Deniz Yücel’e de hadlerini çok güzel bildirdi.

Ne dün grupta konuşan Özgür Özel https://www.chp.org.tr/haberler/chp-genel-baskani-ozgur-ozel-zammi-soke-soke-almak-cin-butun-gecinemeyenleri-gebzeye-bekliyoruz, ne önceki gün basın toplantısı düzenleyen sözcü Deniz Yücel https://www.sozcu.com.tr/diyanet-bes-ayda-2-milyon-312-bin-asgari-ucretlinin-maasina-esit-harcama-yapti-p59175, Yılmaz Özdil’e yanıt verebildiler!

Veremezler çünkü haksızlar, yanlıştalar, çarpıtıyorlar, verecekleri yanıtları yok!

Ama –önerimdir-, şunu yapsınlar:

Yılmaz Özdil’den özür dilesinler!

 

Bu ikiliye söyleyecek sözüm var; ancak, bugünkü yazım biraz uzun oldu, haftaya kaleme alacağım.

O yazımda, 5 Haziran 2024 Çarşamba günlü “ATI ALAN ÜSKÜDAR’A GEÇMİŞ, ÖZGÜR ÖZEL HALA HAVANDA SU DÖVÜYOR!..” https://bakikarakol.com/ati-alan-uskudara-gecmis-ozgur-ozel-hala-havanda-su-dovuyor/ başlıklı yazımda “Bu konuyu ya 19 Haziran 2024 Çarşamba veya 26 Haziran 2024 Çarşamba günü yazacağım.” tümcemle verdiğim sözü de yerine getireceğim.

 

İzninizle yazımı, meslek büyüğüm Rahmi Turan’ın, Sözcü Gazetesi’nde 22 Haziran 2024 Cumartesi günü yayınlanan “Özgür Özel-Yılmaz Özdil kavgasında kim haklı?” başlıklı görkemli yazısının linki https://www.sozcu.com.tr/acil-cozum-sart-p58660ı vererek ve mutlaka okumanızı isteyerek, bitireceğim…

DEVLET BAHÇELİ’NİN “EVLENMEMESİ”Nİ DERT EDİNMEK!..

150 150 bakikarakol

Bugün Kurban Bayramı’nın 4’üncü (son) günü.

Dünyanın bir çok yerinde, örneğin Gazze’de, kadın-erkek çocuktan, yaşlısına on binlerce insanın, emperyalistlerin “ekonomik ve siyasi çıkar”ları için, “kurbanlık”lar gibi “kurban” oldukları “zaman dilimi”nde, “Kurban Bayramı kutlama” ne kadar, ne kadarıyla yapıldı, yapılabildi?!

Yapılmadı, yapılamadı!

“Komşun açken, sen tok yatma” anlayışına içten, sıkı sıkıya bağlı insanların “Kurban Bayramı”nı kutladıklarını, kutlayabildiklerini hiç düşünmüyorum!

“Yeni Türkiyeciler” benim gibi düşünmeyebilirler; ama bir “eski Türkiyeci” olarak, böyle düşünüyorum!

Ülkemizde ilk defa, kamuda ve özelde çalışanların maaşları “bayramdan sonra” ödenecek!

Gel de üzülme, kahretme!

Aldığı maaşla geçinemeyen, geçinmekte çok ciddi biçimde zorlanan vatandaş, bayramı, bayram tadında nasıl geçirsin?

Geçirmesi olası mı?

“Tuzu kurular” varsın “Olası olası” desinler!

Beylerin, hanımefendilerin “Yeni Türkiye” dedikleri şimdiki Türkiye’de, ulusal ve dini bayramlarımız “bayram tadında” kutlanmıyor!

“Kutlanıyor” diyenler gerçeği söylemiyor, yalan söylüyorlar!

 

Gene de…

2019 Yerel Seçimleri’nde AKP’nin Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sakarya Milletvekili Ali İhsan Yavuz’un “Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu” sözünü dama atacak bir gelişme oldu.

Bugün onu sizinle paylaşmak, azıcık da irdelemek istedim.

 

Bildiğiniz gibi, dini bayramlarda, siyasi partilerde, birbirlerine “bayram ziyareti”ne gitme geleneği var.

Bu bayramda, bayramın ikinci günü (17 Haziran 2024 Pazartesi) Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP’den) Genel Başkan Yardımcısı Sadir Durmaz başkanlığındaki üç kişilik heyet, Yeniden Refah Partisi’ne (YRP’ye) gitti.

Konuklarını, başkanlığındaki heyetle karşılayan YRP Genel Başkan Vekili Doğan Aydal, Genel Başkanları Fatih Erbakan’ın selamlarını iletip “arkadaşımdır” dediği MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sağlık durumunu sordu. https://www.gercekgundem.com/siyaset/yrpli-dogan-aydaldan-mhpye-devlet-bey-evlenseydi-hanimi-iyi-bakardi-bakmamislar-465757

Sonra da “Devlet Bey evlenseydi hanımı iyi bakardı, bakmamışlar” demez mi?!

Tövbe tövbeee!

Dini bayram ziyaretinde söylenecek söz mü?!

Kaldı ki, dini konularda “ahkam” keser dururlar!

Dini bayramlarda, dini bayram ziyaretlerinde neyin, nasıl, ne zaman, nerede, neden konuşulacağını bilenler böyle saçmalarsa, başkalarının saçmalıklarına tek sözcük laf etmemek gerek!

 

Aydal pot kırdığını ayırtına varıyor, düzeltmeye çalışıyor.

Ama…

“Ben espri olarak söyledim. ‘Bir adam diri duruyorsa hanımı yüzündendir’ diyorlar ya, o da pek doğru değil. Hanımı yüzünden çökenler de var” sözlerini ederek daha bir saçmalıyor!

 

Aydal’ın özgeçmişine bakıyorum.

Çok kısa:

1953 Malatya doğumlu, Maden Jeolojisi Yüksek Mühendisi, Prof. Dr.

 

Bu yaşta (71), bu eğitimde, bu unvan ve kariyerde biri, dini bayram ziyaretinde, MHP’li konuklarıyla, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin evlenmemesini dert edinmesini, evlenmemesiyle bakımsızlığını ilişkilendirmesini konuşmasını anlamlandıramadım!

Kendisinin de anlamlandıramadığını düşünüyorum!

 

Bahçeli’nin evlenmemesine neden odaklanıyor, dillendirme gereksinimi duyuyor?!

Evlenmemekle, bakımlı olmayı “eş”e bağlamaktaki “mantık” ne?!

Evliler, eşlerinin çok iyi bakmalarına karşın sağlık sorunları yaşamıyorlar mı?!

 

Bu konuyu şunun için yazdım:

Siyasa (politika) öylesi saygın, değerli iştir ki, öz yapısında doğru ve sağlıklı düşünmeyi, eylemi barındırır.

Bunu yaşama geçirecek olan da siyasilerdir.

Siyasilerin, özü, sözü çelişmemeli, birbirini bütünleyen olmalı.

Bu bütünlük yoksa…

O, “siyasa” değildir!

Yaşı başı, eğitimi, unvanı, kariyeri, konumu, işi vb ne olursa olsun, o, “siyasetçi” değildir!

 

İki sözü, iki eylemi birbiriyle eşleşmeyen siyasetçide, her keresinde bu ve benzeri saçmalıkları, ilkellikleri görürüz.

Çünkü…

Anlayışları bu!

 

“Anlayışları” diyorum ama bunların yaşamsal eğitim yoluyla edinilen anlayışı vurgulamıyorum; zayıf yanlarının dürtüleriyle yüklendikleri görevin gereği aldıkları öğretilerle edindikleri “anlayışı” vurguluyorum!

 

Bu anlayışı, bu anlayıştakileri çok iyi tanımak gerek!

 

Elbette ki, ilk önce kendimizi…

 

Kendimizi iyi tanırsak; başkalarını, hele de yerinde, zamanında, nerede, ne konuşacağını bilmeyenleri, sapla samanı karıştıranları tanırız, kanmayız, yanılgıya, yanlışa düşmeyiz.

 

Şimdiye yapabilseydik; böylesi siyasiler olmazdı, ülke kötü yönetilmezdi, bayramlar bayram tadında kutlanırdı, bayram ziyaretlerinde zırvalamalar yaşanmazdı!

 

Seçmesini bileceğiz!

“Oy verme”nin “seçmek” olmadığını bileceğiz!

Başkalarının seçtikleri, bizim seçtiklerimiz değildir!

Başkalarının seçtiklerine gidip oy veriyoruz!

Başkalarının seçtiklerine gidip oy vermek “seçmek” değildir!

Oy vererek seçtiğimizi sandıklarımız birer “kayyum”!

Oy vereceklerimizi biz seçeceğiz, seçmeliyiz!

 

“Oy verdin, seçtin” saçmalığına, kandırmacasına son!

Toplumsal gündemimiz bu olmalı!

Olursa…

Siyasa artıklarından, onların sözde siyasalarından kurulur, tam bağımsız, demokratik, laik parlamenter sistemli Türkiye olur, sıkıntıları tek tek aşarız, bayramları “bayram tadında” kutlarız, başka halklara da örnek oluruz, barışın bayrağını dalgalandırırız!

Ne mutlu bize!..

ÖZGÜR ÖZEL SANKİ TOPLUMSAL MUHAHALEFETE KARŞI, İKTİDARIN DALGAKIRANI!..

150 150 bakikarakol

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’nden birinci çıkan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin Genel Başkanı Özgür Özel (Ö.Ö), seçimin ikinci olan siyasi partisi, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı, aynı zamanda “Yürütme”nin (icranın) başı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la “görüşme istemi”ni dillendirdi.

3 Kasım 2001’deki Genel Seçimler’den beri iktidar olan AKP’nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan, altın tepside sunulan ya da ayağına kadar gelen bu olanağı (fırsatı) geri tepemezdi.

“Geri tepmek” ne demek, böyle bir olanağa dört elle sarıldı, Özel’in “görüşme istemi”ne çok sıcak baktı, 3 Mayıs 2024 Cuma’ya gün ve saat verdi.

Özgür Özel’in “görüşme istemi” dillendiği an, gündem oldu; “görüşme istemi”ne olumlu yaklaşım gösterilmesi, gün ve saat verilmesi, gündeme daha bir oturdu; Erdoğan’ın CHP’yi dünkü ziyaretiyle yaklaşık 50 gün önce başlayan gündem, tavan yaptı.

50 günlük süreçte, gündemdeki başka ana konular unutuldu gitti; arada bir anımsatıldı ama etkili olamadı.

3 Kasım 2001 Genel Seçimleri’nden bu yana iktidar AKP’nin, 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’nde “ikinci parti” olduğu gündemde değildi, kimseler konuşmuyordu, herkes “Erdoğan-Özel görüşmesi”ne odaklanmıştı.

Bundan, Erdoğan ve AKP’li herkes -yandaşlar, yalakalar, troller bile-  hoşnuttu.

Özgür Özel’e ne kadar teşekkür etseler azdı.

 

Bir hafta-on gün önceden Özgür Özel ve arkadaşları, konukları AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Merkezi’ne gelecek diye ne kadar da sevinçli, mutlu ve heyecanlıydılar!

Konuklarını çok güzel karşılamak, ağırlamak için çırpınıyorlardı.

CHP Genel Merkez binası önündeki “CHP bayrakları”nın asıldığı demir direklerden birine “Cumhurbaşkanlığı Forsu”nu takmayı kararlaştırdılar.

Ve taktılar.

İyi de…

Günler önce, “Erdoğan, CHP’ye, ‘Cumhurbaşkanı’ şapkasıyla mı, ‘AKP Genel Başkanı’ şapkasıyla mı gelecek?” sorusu sorulduğunda yanıt Özgür Özel yönetiminden geldi:

“Genel Başkan olarak…”

Söz bu; eylemse, demir direye “Cumhurbaşkanlığı Forsu” asıldı!

Bu söylem ve eylem çelişkisi, şaşkınlığı ne?!

Neden böyle bir eylemde bulunuldu?!

Gelen “Cumhurbaşkanı” idi, ondan mı?!

Bundan sonra, yabancı ülkelerin Cumhurbaşkanları da CHP Genel Merkezi’ne gelseler, o ülkelerin “Cumhurbaşkanlığı Forsu” da mı asılacak?!

Dünyada örneği var mı?!

 

Görüşme öncesinde, “Özgür Özel sızdırıcıları”, görüşmede nelerin dile getirileceğini fısıldadılar; AKP’den tek “Konuk, Erdoğan’dır; dinleyen olacak” sözü geldi.

Görüşme sonrası, iki partinin sözcüleri, “basına kapalı görüşme”den ipuçları verdiler, basın mensuplarının sorularını yanıtladılar.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in ipuçlarından https://www.youtube.com/watch?v=_0xu8Kgfr0U anladım ki; Erdoğan, Özgür Özel’ın “görüşme istemi”ne, Özgür Özel “Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcısı” seçildiği https://abcgazetesi.com/sosyalist-enternasyonal-baskan-yardimcisi-olarak-ozgur-ozel-secildi-727729 için sıcak bakmış, gün, saat vermiş.

Çelik’ten sonra basına bilgilendirme yapan CHP Sözcüsü Deniz Yücel’in “… gerektiğinde en sert muhalefeti yapacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın” sözünden de anladım ki, “gerektiğinde” bir şey yapacaklar!

Ne demek, ne vurgulamak istediğimi anlamışsınızdır.

 

Ne yalan söyleyeyim…

İsterdim ki, Özür Özel…

1 Mayıs’ta bırakıp kaçmasına karşın, direnen, direndikleri için tartaklanan, gözlemaltına alınan, sonra da tutuklanan işçileri, gençleri unutmasaydı!

Onlarla, Sinan Ateş cinayetiyle ilgilendiklerinin çeyreği kadar ilgilenseydi!

“Erdoğan istemez miydi emekliye zam yapsın ama yapamadı.” 

 https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ozgur-ozel-erdogan-istemez-miydi-emekliye-zam-yapsin-ama-yapamadi-803809h.htm sözünü etmeseydi!

Hele ki…

“Ben CHP’nin 127 milletvekiliyle erken seçim kararını zaten alabilecek güçte değilim. Olsa yarın alırım, öbür pazar iktidara gelirim. CHP erken seçim istemez mi? İster. Ama erken seçimin yapılabilmesi için milletin gündemi olması ve vatandaşın istemesi lazım” https://www.gercekgundem.com/siyaset/ozgur-ozel-erken-secim-tartismalarina-son-noktayi-koydu-chpnin-127-milletvekiliyle-erken-secim-kararini-zaten-alabilecek-gucte-degilim-464170 tümcelerini ağzından çıkarmasaydı!

 

Siyasi cahilliğin böylesine pes!

 

Ve…

Çok doğru “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi hepten hukuksuzdur, yetkisizdir.” https://www.gercekgundem.com/siyaset/chp-genel-baskani-ozgur-ozelden-mhp-genel-baskani-devlet-bahceliye-yanit-eski-dosttan-dusman-olmaz-463854 sözün sahibi Özgür Özel, beklerdim ki…

Dünkü görüşmede, konuğu Erdoğan’ın gözlerinin içine baka baka, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üzerinden gerçekleşen “mühürsüz oyların geçerli sayılması darbesi” ile özde Türk halkı tarafından kabul edilmeyen, ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin çöktüğünü, çökük sistemin yerine “Demokratik, Laik Parlamenter Sistem” geçmeyi, bunun için de tez zamanda halkoyuna (referanduma) gitmeyi ve derhal ama derhal 7 Haziran 2024 Cuma günü tanıtımını yaptığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ninhttps://www.tccb.gov.tr/haberler/410/152660/-maarif-modeli-milletimizin-koklu-tarihini-kulturunu-ve-degerlerini-merkeze-alan-bir-bakis-acisiyla-hazirlanmistir- geri çekilmesini söyleseydi; iki konuda kararlılık gösterseydi!

Yapmadı!

Atatürk’ü tanısaydı, Nutuk’u/Söylev’i, Gençliğe Hitabe’yi vb okusaydı yapardı!

CHP’de şu anda gerçek anlamda “örgüt” (teşkilat) olmadığını, bu yapılanmaya sil baştan gitmek gerektiğini bilmiyor!

 

CHP’de “devşirme”den geçilmiyor!

 

Özgür Özel (Ö.Ö) sanki toplumsal muhalefete karşı, iktidarın dalgakıranı!

ATI ALAN ÜSKÜDAR’A GEÇMİŞ, ÖZGÜR ÖZEL HALA HAVANDA SU DÖVÜYOR!..

150 150 bakikarakol

 Dün (4 Mayıs 2024 Salı) Devlet Bahçeli’nin “CHP Genel Başkanı, terör ve terörist görmek hususunda önüne geçemediği bir merak içindeyse bize değil, yanı başında vazo gibi tuttuğu, kol kola girdiği, emel ve hedef birlikteliği içinde olduğu DEM’li bölücülere bakması en doğru ve doğal tercih olacaktır. Bize küstahça üslup hatırlatması yapan bu şahsın, önce kendi ağzını yıkaması, diline hakim olması, hırs bürümüş gözüne bizi kestirmekten derhal dönüş yapması ikazen tavsiyemdir. Parti yöneticilerimizi ve milletvekillerimizi doğrudan hedef alan, yalan ve yanlışlarla dolu iddialarda bulunan CHP Genel Başkanı’nın yolu yol değildir, sözleri itibarlı ve isabetli değildir. Kendisi her şeyi yapacak, aklına her eseni söyleyecek, her filmin içinde başrole talip olacak, sonra da normalleşmeden ve yumuşamadan bahis açacak, diyorum ki, bu terazi o sıkleti çekmez, yumuşakça duruş Milliyetçi Hareket Partisi’yle bağdaşmaz, asla da yakışmaz.” https://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/5318/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_BAHCELI__nin_TBMM_Grup_Toplantisinda_yapmis_olduklari_konusma_4_Haziran.html sözlerine, aynı gün 1,5-2 saat sonra “Kaba kuvvete sarılmayız, demokrasiden ayrılmayız ama birileri mevcudiyetini koruyacak diye CHP ile çatışmak istiyorlarsa adı kim olursa olsun asla o çatışmanın parçası olmayız. Sayın Bahçeli’nin kullandığı bütün ifadeleri onları metne yazan ve kendi kusurlarını örtmeye çalışan, bütün MHP’lilerin yakından bildiği ve yaka silktiği o ikisinin kusuru. Görüyorum. Devlet Bey’in de canı sağ olsun” https://www.chp.org.tr/haberler/chp-lideri-ozgur-ozel-boyle-giderse-erken-secimi-millet-ster-onunde-kimse-duramaz diyen, daha sonra “Biri istemiyor diye, kriminal tipler normalleşmeden korkuyor diye, Genel başkanlarına hakaret ettirip bizimle kavga ettiremezler” tümcesini söyleyen, ardından “Dün akşam itibariyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin kolonları kesiktir. Kirişleri kırıktır. Temeli kumdandır.* Devleti sakatlamışlardır. Bu devletin bu hale getirilmesinde AKP ve MHP’nin anayasa tanımazlığı sebeptir. Bunu söylemeye devam edeceğiz” deyip “Şu görüldü ki, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ucube sistem kökten hukuksuzdur, Kökten Anayasa’ya aykırıdır. ** Yapılan uyum kanunlarının hepsi yetkisizdir. Bir yıl içinde Meclis’te bunlar Anayasa’ya uygun kanun olarak çıkmazsa devlet bir başına, kolonsuz, kirişsiz, temelsiz, çatısız kalacaktır. Bu yüzden hukuka uymak. Bu yüzden anayasa istemek için önce mevcut anayasaya uymak, üzerine yemin edilen anayasaya sadakat göstermek, yetkiyi veren milletin aklı ile alay etmemek gerekmektedir. (…) Bu ülkede ekonomi kötü yönetilmektedir. Bakanlar değişmekte, atayan kalem değişmemektedir. Mürekkep aynı mürekkeptir. Bu sorunun sebebi Recep Tayyip Erdoğan’dır” biçiminde konuşan Özgür Özel (Ö.Ö) hala havanda su dövüyor, hala siyasa yaptığını sanıyor, hala “Atı alan Üsküdar’a geçti” haberi yok!

Biliyorum, Yılmaz Özdil’in dün sabah kendi youtube kanalında gerçekleştirdiği canlı yayında “Mürit Eğitim Bakanlığı”  https://www.youtube.com/watch?v=mkkNknej3PM başlığı altında ettiği çok ciddi, çok ciddi olduğu kadar çok önemli sözleri dinlemedi, duymadı.

Hadi “Dündü, duymadı” diyelim, genelde bütün illerde, özelde sevdalısı olduğum Kars’ımda peş peşe açılan “Kuran Kursları” da mı kulağına çalınmamış, önüne bilgilendirme notları, raporları konulmamış?!

İl, ilçe teşkilatları, Milletvekilleri ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı uyuyor mu?!

Uyuyor olmalılar ki, gündeme taşımadılar!

Hemen şimdi Kars’tan 2 haber başlığını linkleriyle vereceğim; tıklayıp okusunlar; lütfen siz de tıklayın okuyun, sonra 3’üncü haberi paylaşayım:

 1- Yaz Kursları Planlama ve Koordinasyon Toplantısı Yapıldı https://www.gazetekars.com/yaz-kurslari-planlama-ve-koordinasyon-toplantisi-yapildi-45388h.htm

2- Kars’ta Müftülük Çocuk Akademisi Devam Ediyor https://www.karsmanset.com/haber/karsta-muftuluk-cocuk-akademisi-devam-ediyor-1186018.htm

Ve..

Gelelim

“Kars’ta 4-6 Yaş Kuran Kursları Kapanış Programı Düzenlendi https://www.karsmanset.com/haber/karsta-4-6-yas-kuran-kurslari-kapanis-programi-duzenlendi-1205564.htm başlıklı habere!

Haber şu kadarlık:

“Hz. Ali 4-6 Yaş Kur’an Kursu bahçesinde gerçekleştirilen programa İl Müftümüz Hamza Bayram katılım gerçekleştirerek öğrencilerin sevinç ve coşkusuna eşlik etti.

Kur’an-ı Kerim Tilaveti ile başlayan programda 4-6 yaş grubu Kursunda eğitim gören minikler gelen misafirlere çeşitli sunumlar gerçekleştirdiler.

Selamlama konuşması yapan İl Müftüsü Bayram tüm katılımcılara ve özellikle programda emeği geçen Kuran Kursu öğreticileri ve görevlilerine teşekkür etti.

Program sonunda minik öğrencilere Müftü Bayram tarafından belge ve hediye takdimi yapılarak etkinlik sonlandırıldı.”

Hanımefendiler, beyefendiler ne oluyor?!

04-06 yaş grubundaki çocuklara “Kuran Kursu” da ne demek?!

Bu konuyu, değerli Karslı hemşerim Emekli Kl. Psk. Av. Cengiz Şıklı az aşağıda çok güzel özetlemiş, ben ayrıntıya girmeyeceğim; ama şu kadarını söylemek isterim:

Bu kurslardaki amaç “kutsal İslam Dini”ni öğretmek değil, “Arapça”yı öğretmek!

Kuran dili de Arapçaymış!

Hadi ordan!

“Türk”üm, dinimi kendi dilimde öğrenirim, çünkü çok daha iyi anlarım, çok daha iyi inanan olurum.

“Kuran Kursu” adı altında 04-06, yetmedi 07-10 yaş grupları arasında, o da yetmedi yaz etkinliklerinde 10 yaş üstü çocuklarımıza “Arapça”yı öğretmek, Türk çocuklarını “Araplaştırmak” istiiyorlar!

Arapların durumları ortada!

Bu duruma neden, nasıl getirildikleri bilinmez değil!

Bu konuyu ya 19 Haziran 2024 Çarşamba veya 26 Haziran 2024 Çarşamba günü yazacağım.

Ben burada noktalıyorum; sizi, istemim üzerine, Şıklı kardeşimin kaleme aldığı okunur içerik ve değerdeki “4-6 YAŞ ARALIĞI ÇOCUKLARA DİN EĞİTİMİ NEDEN VERİLMEMELİ” başlıklı yazısıyla baş başa bırakıyorum:   

4-6 yaş aralığında, okul öncesi çağındaki çocuklara din eğitimi verilmesi sadece sakıncalı değil; sosyal bir cinayettir. Bir kuşağın ulusal bilincinin sistemli olarak yok edilmesidir… Bir kuşağın bilincinin ve bilinçaltının sakatlanması anlamına gelmekte, gelecek yaşam dönemlerinde karşılaşacakları ruhsal hastalıkların temeli atılmaktadır.. Depresyon, anksiyete bozuklukları gibi yaygın; tedavi edilebilen ama bireylerin üretkenlik ve yaratıcılığını kaybetmelerine yol açan şekilde bireyleri etkilediği gibi, nevrotik bozukluklar, ağır psikotik bozukluklardan şizofreniye varan birçok ruhsal hastalığın temeli bu çağda, yani kişiliğin oluşmaya başladığı dönemde atıldığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bu yaş dönemlerinde dinsel eğitim verildiğini varsayarak Farklı Psikoloji kuramları açısından bu kuşağı incelediğimizde ortaya çok vahim sonuçlar çıktığı görülecektir. Freud ve psikanaliz teorisine göre bu dönem fallik döneme tekabül etmektedir. Fallik dönem psikoseksüel gelişim evrelerinin üçüncüsüdür. 3’üncü yaşın sonundan 6’ıncı ya da 7’inci yılın sonuna dek süren bu evrede, çocuk kendi bedeninin farkına varmasıyla karşı cinse yönelir. Ancak sağlıklı ortamlarda sağlıklı sosyal ilişkiler bu dönemde öğrenilerek, kurulmaya başlanır. Oysa katı kurallarla verilen dinsel eğitimde; çocukların haremlik-selamlık olarak ayrışması esas olduğundan bireyler karşı cinsi tanıyamadan, uygarca ilişkiler kurmayı, karşı cinse karşı nazik olmayı öğrenemeden, bu öğrendiklerini davranışa dönüştüremeden karşı cins onlar için hep öteki olacaktır. Verilecek dinsel eğitimle kadınların 2. Sınıf olduğu, erkeğin malı olduğu zihinlerine işlenmesi nedeniyle, onlara sevap işlerlerse cennetle ödüllendirilecekleri bir erkeğe 40 kadın ya da 70 huri verileceği safsatalarıyla yetiştirilerek geleceğin kadın cinayetleri işlemeye aday potansiyel katiller yetişecektir. Ülkemizde artan kadına şiddet suçlarının failleri ve kadın cinayetlerini işleyenler incelendiğinde onların bu gelişim dönemlerinde benzer katı dinsel eğitimden geçirilmiş olduklarını görürüz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği aşılanan kız ve erkek çocuklar yan yana ’’ günah” diye oturmak istemeyecekler, günah işledikleri bilinçaltlarına işlendiğinden suçluluk duygusu minik yüreklerinde kök salacaktır. “Değerler eğitimi” diye çağdışı bir eğitim anlayışının dini veriler üzerine inşa edilmek suretiyle 4-6 yaş grubundaki çocuklara empoze edilmesi, çocuklarda anlam/duygu karmaşaları ve korkular yaratacaktır. Eğitbilim ve psikoloji bilgisi olmayan kişiler tarafından verilen dinsel eğitim sevgi üzerine değil korku üzerine inşa edileceği için, çocukların bilinçaltları ölüm, öteki dünya, ahiret, cennet, cehennem gibi korku ve şiddet ögelerinin, cezalandırılmanın kaçınılmaz olduğu düşüncelerinin sürekli işlenmesiyle bir çok ruhsal davranış bozukluğu sıklıkla görülmeye başlanacaktır. Geceleri ağlayarak uyanma, fobik tarzda korkular yaşamaya başlama, diş gıcırdatmaları, gece işemeleri (enürezis nocturna)obsesyonlar yaygınlıkla görülecektir. Çocuklar giderek sorgulama yeteneklerini kaybedecekler, “Biat etme, İtaat etme” adı altında yaratıcılıkları üretme becerileri körelecektir.

Ericson’un kuramına göre yaşamın 8 Evresinden 3’üncü Gelişim Evresi: Girişkenliğe Karşın Suçluluk Duygusu (3-5 Yaş) da bu dönemde yaşanır. Çocuğun, ulaştığı dilsel gelişimle kendini daha rahat ifade edebildiği, dil ve motor becerilerini daha iyi kullanabildiği evredir. Bu evre Freudyen yaklaşımda fallik-ödipal dönem olarak adlandırılır. Dönemin en belirgin özelliklerinden biri cinsel konulara olan meraktır. Bu dönemde çocuklar kendi cinsel organlarına dokunabilir, arkadaşlarının cinsel organlarına dokunabilir ve cinsel oyunlar oynayabilirler. Bunların tamamı meraktandır; ancak bilinçsiz aileler bunun bir ahlak bozukluğu olduğunu düşünerek, doğrudan çocuğu azarlama ve cezalandırma yolunu seçmekteler. Hatta eğitbilim ilkelerinden habersiz ve psikoloji bilgisi olmayan din öğreticileri bu cezalandırma eylemini bizzat kendileri yerine getirmektedirler. Bu dönemde, merakları yüzünden aşağılanan, dövülen veya cezalandırılan çocuklar adeta yıkım yaşarlar. Bunun faturası ilerleyen yaşlarda ortaya çıkar. Cinsel problemlerin ve baskılanmışlığın kökleri genellikle 3-5 yaş dönemine dayanır.3-5 yaş dönemi çocuğun, arkadaşlarıyla ilişkilerini yapılandırabildiği dönemdir. Yaş itibariyle biraz saldırganlık dürtüleri olabilir ancak bu isteği oyun veya oyuncaklarla tatmin edebilmeleri sağlanabilir bu oyun çağında… 3-5 yaş dönemi çocuğun, arkadaşlarıyla ilişkilerini yapılandırabildiği dönemdir. Yaş itibariyle biraz saldırganlık dürtüleri olabilir ancak bu isteği oyun veya oyuncaklarla tatmin edebilirler. Sağlıklı olan budur. Ebeveynler, çocukların kavga etmelerini bir suç değil; güçlü bir dürtü olarak değerlendirmeli ve olumlu yaklaşım sergileyerek önlemedirler. Şiddete eğilimi olan çocuğa sözel veya fiziksel şiddet ile terbiye uygulamak, olsa olsa şiddet eğilimini artırır. İleri dönemlerde ise başkalarının hayat görüşüne saygısı olmayan, çevresindekileri kendi görüşlerine uygun davranmaya zorlayan, egosu yüksek bireylere dönüşebilirler. Bu dönem olumlu atlatılırsa, karşısındakine saygılı, sorumluluk sahibi birey olma yolunda güçlü temeller atılır. Dikkat ederseniz bu gelişim evrelerinde, yeni bir davranışın açığa çıkması ve bu davranışa gelen çevre (aile) tepkisi söz konusudur. Mesela, 3’üncü gelişim evresi olan girişkenliğe karşılık suçluluk duygusu evresinde cinsel merak var, karşılığında cezalandırılma veya olumlu bir şekilde yönlendirilme var. Şiddet eğilimi var, karşılığında ise cezalandırılma veya olumlu bir şekilde yönlendirilme var. İşte tüm bu yeni davranışlar ve yeni davranışlara verilen tepkiler çocuğun kişilik kazanımında etkili faktörlerdir. Bu çocuklara eğitici olarak atanacak din eğitimcilerinin çocukları, bir kuşağı; giderek bir ülkeyi nereye götüreceklerinin cevabı buradadır. 4’üncü Gelişim Evresi: Üretkenliğe Karşı Aşağılık Duygusu (5-11 Yaş) Okul öncesi eğitimi ve ilköğretim okul çağını kapsayan dönemdir. Freudyen ekolde 5-11 yaş arası olan bu 4’üncü gelişim evresine “latent dönem” adı verilmiştir. Sosyal ilişkilerin geliştiği, öğrenme süreçlerine, üretme süreçlerinin eklendiği dönemdir. Rol model belirleme eğilimi bu çağda belirginleşir. Meslek seçimine bu çağda yönelirler. Kendi başlarına bir iş başarabildiklerini, gereken yerde nasıl kimden yardım alabileceklerini ve başkalarına nasıl yardımcı olabileceklerini, çocuklar bu dönemde öğrenirler. Başarma duygusunun en çok haz verdiği ve en çok ihtiyaç duyulduğu dönemlerden biridir. Bu dönemi başarılı geçiren çocuklar aşağılık kompleksleri geliştirmeden, kendileriyle barışık ve yeterlilik duygusu içerisinde olurlar. Tam tersi durumda ise (Örnek: Okulda başarısızlık) kendilerini yetersiz bireyler olarak görebilirler. En yaygın ve kabul gören Piaget’in bilişsel gelişim kuramıdır. Bu kurama göre çocukların soyut kavramları edinmeleri, kavraması, anlamlandırmaları günlük yaşamında bunu kullanmaları ancak soyut işlemler dönemine bu da çocukların 12 yaş ve üzerine karşılık geliyor. Bu 12 yaş altındaki çocuklara din eğitimi neden verilmemeli sorusunun da yanıtını bize vermektedir. Çünkü 3-5 yaş aralığındaki çocuklar gelişimsel olarak soyut düşünme olgunluğuna erişmemiş, somut ve tamamen duyuları aracılığı ile edindikleri deneyimler bağlamında akıl yürütebilmektedirler. Bu gerekçeyle gerek çocuk gelişimi kuramcılarınca ve psikologlarca; gerek okul öncesi eğitim yaklaşımlarında duyulara önemle vurgu yapılır. Yani 5 duyuya yönelinmesi gerektiği işaret edilir. Burada yetişkinlerin ve ülkemizdeki aydınların, laik cumhuriyeti savunanların sorumluluğu ve önceliği bilimsel referanslarla çocuğun gelişimini önceleyen bir yaklaşımı benimsemek ve çocuğun yüksek yararını gözetmektir. Bu nedenle 4-6 yaş aralığındaki çocuklara dinsel eğitim asla verilmemelidir, önerilmemelidir. Çünkü bu yaş aralığındaki çocuklar algılarını duyuları aracılığı ile inşa eden, akıl yürütme olgunluğu özelden özele olan, somut sınıflandırma ve benmerkezci düşünme becerisine sahip, dikkat süresi kısa olan çocuklardır. Tam anlamıyla bağımsızlığını kazanmamış, bir grubun üyesi olma yetkinliğine henüz ulaşabilen, kuralları üretme ve izlemede tam anlamıyla olgunluğa erişememiş çocuklardır. Ayrıca dil gelişimi anlamında da sözcük dağarcığının yetişkine oranla zayıf, sözcüklerin anlamını bilme ve kavrama olgunluğu tam olarak gelişmemiştir. Çocuğun bu gelişimsel özellikleri dikkate alındığında bu yaş aralığındaki çocuklara okul öncesi eğitimde “din eğitimi”nin verilmesi uygun değildir Ayrıca okul öncesi eğitimde “din eğitimi”nin verilmesi sadece Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin 12’inci, 14 ve 36’ıncı maddeleri ile değil Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24’üncü Maddesi ile de çelişmektedir. Bu konudaki incelememizi başka bir yazıya bırakıyorum. 04.06.2024

  

  * “Temeli kumdandır” ne demek ya?!

** İyi güzel de yerine ne koyuyor, neden “Demokratik, Laik Parlamenter Sistem” ve “Demokratik, Laik Parlamenter Sistem’e döneceğiz” demiyor, diyemiyor?!

DÜN “GEZİ PARKI DİRENİŞİ”NİN 11’İNCİ, ÖNCEKİ GÜN “27 MAYIS”IN 64’ÜNCÜ YILDÖNÜMÜYDÜ VE 3 GÜN ÖNCEKİ PANKART!..

150 150 bakikarakol

Dün (28 Mayıs 2024 Salı) “Gezi Parkı Direnişi”nin başladığı günün 11’inci yıldönümüydü.

Bu eylemin davasından 13 yıl hapis cezasına çarptırılan, 2023 seçimlerinde Hatay’dan Türkiye İş Partisi (TİP) Milletvekili seçilen, Anayasal ve yasal haklar çiğnenerek, cezaevinden, Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali kararı”na karşın, Yargıtay 3’üncü Daire’nin “diretme”si sonucu çıkarılmayan, Kamutay’da da (TBMM’de de) hukuk katledilerek, haksızca “Milletvekilliği” düşürülen, halen “Marmara (Silivri) Cezaevi”nde tutuklu olan Av. Şerafettin Can Atalay bir gün önceden (27 Mayıs 2024 Pazartesi)  içeriği yüklü, anlamlı ve her şeyi çok güzel anlatan bir ileti paylaştı.

www.cumhuriyet.com.tr iletiyi //Can Atalay’dan Gezi direnişinin 11. yılında mesaj: ‘Hepimiz oradaydık’// başlığı ve “Gezi Parkı Davası’nda 13 yıl hapis cezası verdiği ve Anayasa Mahkemesi kararına rağmen milletvekilliği düşürülen eski Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay, Gezi direnişinin 11’inci yılında mesaj paylaştı.” spotuyla yayınladı. https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/can-atalaydan-gezi-direnisinin-11-yilinda-mesaj-hepimiz-oradaydik-2211057

Teşekkürler Can Atalay!

Sana ve senin gibi hapis yatan arkadaşlarına, bu davadan “mağdur” olanlara, “Gezi Direnişi” sırasında yaşamlarını, uzuvlarını yitirenlere selam olsun. 

 

Önceki gün (27 Mayıs 2024 Pazartesi) de, “27 Mayıs askeri darbe”nin 64’üncü yıldönümüydü.

Evet, 24 yıl önce yapılan “askeri darbe” idi.

Toplum bilgilendirilmeden ve hazır değilken geçilen “Çok Partili Sistem”le, dönemin tek partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinden çıkan Milletvekillerinin ayrılıp kurdukları “Demokrat Parti”in (DP’in) 1950’de iktidara gelmesiyle ülkede yaşananlar, ülkenin gericiliğe, karanlığa yönelmesi, albay ve albay altı subayları, astsubayları, Adnan Menderes Başbakanlığındaki DP iktidarını, tek örgütlü, etkin güç “ordu”nun “müdahalesi”yle “devirme”ye itmiştir.

Darbe, 27 Mayıs 1960’da gerçekleşmiştir.

Bana göre “darbe” yanlış olmuştur.

Ama bu yanlışın da, bu yanlışın oluşumunun da, oluşum sürecinin de, ondan önceki sürecin ve süreçlerin de -yani Kemal Atatürk sonrası bütün olanların, hızla geriye, karanlığa, ilkelliğe vb gidişin/gidişlerin- arkasında, düşman emperyalist İngiltere, İngiltere’nin “vitri yüzü” emperyalist ABD var!

Darbeyi yaptıranlar bunlardı!

Ama darbeyi yapan albaylar, albay altı subaylar, astsubaylar, bu emperyalistlerden bundan habersizdiler!

Geç öğrendiler!

Darbenin başına getirilen Orgeneral Cemal Gürsel’in, bu emperyalistlere “Para verin. Para vermezseniz, personel maaşlarını ödeyemeyiz” diye nasıl yakardığı, İngiliz ve ABD kayıtlarında/arşivlerinde yer aldığı yazıldı, çizildi.

Ve para verildi!

Başbakan Menderes’le iki Bakan arkadaşının idamlarının arkasında da bu emperyalistler var!

Menderes ve iki Bakanın idamını, Türkiye’de sağ siyasi kadroların, “Atatürk Düşünceleri”ne, “Atatürk Düşünceleri”ni sahiplenip ilke edinenlere karşı doyasıya kullanmalarını planlayan da gene düşman emperyalist İngiltere, ABD’dir!

Bütün bunları ayrıntılarına kadar bilen, dillendiren, yazan, çizen çokça insanımız var; bilip de susan, çarpıtan, yalanlar uyduranlarımız da var; hiç bilmeyenlerimiz de!..

90’lı yıllarda, İstanbul ANAP İl Yönetimi’nden tanıdığım, bir ara Hürriyet Gazetesi’nde yazan, sonra “Makale yazmayı bırakıyorum, kitap yazacağım” diyerek, yitip giden dostum Cüneyt Ülsever bir yazısında, Adnan Menderes için “demokrasi şehidi” diye yazmıştı.

“Yanılıyorsunuz, Adnan Menderes, elerki (demokrasi) şehidi değil, elerki düşmanıdır” diye yazdım, kendisine gönderdim; dostluğumuz bitti.

Biliyorum, doğrularına katıldığım, kimilerini paylaştığım, kimilerini yazı konusu yaptığım Doğru Parti Genel Başkanı Rıfat Serdaroğlu da bana tepki gösterecek.

Göstersin, canı sağ olsun.

Doğru bildiğimden şaşmam!

“27 Mayıs”ın 64’üncü yıldönümünde, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının metin yazarları gene tarihi yaşanmışlıkları, gerçekleri çarpıtan metin kaleme almışlar.

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı da cam ekrandan okudu.  https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/152524/-turk-demokrasisi-yeni-ve-sivil-anayasa-yapma-esigini-asacak-guce-olgunluga-fazlasiyla-sahiptir-

Bilinmesini isterim ki, ben idama şiddetle karşıyım.

Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam edilmeleri yanlıştı!

Darbe yapan askere “Askeri Mahkeme”de “idam kararı” çıkarttıran, DP’yi iktidara taşıyan gene emperyalist İngiltere ve ABD’dir!

Lütfen artık bu gerçek bilinsin!

Menderes, Zorlu, Polatkan kesin kes idam edilmemeliydiler; ancak, iktidarları darbeyle değil, seçimle yani halkın iradesiyle bitmeliydi ve gerçek anlamda bağımsız yargıda, Yüce Divan’da yargılanmalıydılar.

Yalnız üçü ve yaşından ötürü af edilen Cumhurbaşkanı Celal Bayar değil, DP’nin Milletvekilleri, siyasi kadroları, bürokratları, yandaş yalakaları, yandaş yalaka gazetecileri, yazar-çizerleri vb de yargılanmalıydı.

Yargılamalar sonunda suçsuzlar beraat edilirdi; az, orta, ağır, çok ağır suculular suçlarına göre cezalara çarpılırlardı; cezaevlerinde cezalarını çekerlerdi!

Böyle yapılmadı, yapılmasına izin verilmedi!

Çünkü düşman emperyalist İngiltere, ABD, kininin intikamını alma, Atatürk Türkiyesi’ni gerici Arabistan yapma, Türkiye ve Ortadoğu’daki çıkarlarının, egemenliklerinin peşinde, uğraşındaydı!

Şimdi acil sırada, Milli Eğitim Bakanlığı’nın oldubittiyle uygulamaya soktuğu “Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı”* ve anayasa tanımayan siyasi kadronun yapmak için kolları sıvadığı “Yeni Sivil Anayasa” dedikleri var!

“Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı”na hukuki kazanımı “Yeni Sivil Anayasa”yla sağlamak çabasındalar!

Buna; Çanakkale’de, Anadolu’da, bu topraklar için, bu topraklarda yaşayanlar için savaşıp şehit ve gazi olanların, komutanların, Başkomutan Kemal Atatürk’ün torunları izin vermeyecek!

Selam olsun…

 

Ve üç gün önce…

26 Mayıs 2024 Pazar günü Anlara Tandoğan Meydanı’nda, Özgür Özel’in günler öncesinden duyurduğu “Emekliler Mitingi” https://www.t24.com.tr/haber/chp-den-ankara-da-buyuk-emekli-mitingi,1166615#google_vignette vardı.

Meydanı hınca hınç doluydu.

Türkkiye’nin her ilinden, ilçesinden, bucağından, kasabasından, köyünden yüz bin emekli akın etmişti.

Emeklilerin ellerindeki pankartlardan biri ilgimi çekti.

Dikkatle okudum:

“Emekliler için zordur geçim, Özgür Özel acele seçim”

https://t24.com.tr/foto-haber/binlerce-emekli-buyuk-emekli-mitingi-nde-bulustu,32430 ** yazıyordu.

Çok hoşuma gitmişti.

Aynı gün saat 17.48’de X hesabımdan paylaşımda bulundum, HOŞUMA GİDEN İÇERİKLİ, İLETİLİ PANKART: “Emekliler için zordur geçim, Özgür Özel acele seçim”!.. “KENDİ BİLİR AMA ÖZGÜR ÖZEL (Ö.Ö.), UYANAN TABANIN SESİNE, İSTEMİNE KULAK VERSİN, ‘ERKEN SEÇİM’İ GÜNDEMİNE ALSIN, ‘ERKEN SEÇİM’ SÜRECİNİ BAŞLATSIN” DERİM… https://twitter.com/BakiKarakol/status/1794742397676786061 diye yazdım.

Dün (28 Mayıs 2024 Salı) Özgür Özel’i TV’den izledim.

Grupta konuşuyordu.

Emeklinin pankartında dile getirdiği “… Özgür Özel acele seçim” istemine “oralı” değildi, kulak tıkamıştı!

https://www.chp.org.tr/haberler/chp-lideri-ozgur-ozel-arkadaslarimizin-ceride-tutulmasi-anayasa-hlalidir-hukuk-devletinin-askiya-alinmasidir   

Umutlu değilim ama gene de yazacağım:

Özgür Özel, erken seçimi ve ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistem”den bir an önce kurtulmayı, “Demokratik, Laik Parlamenter Sistem”e dönmeyi gündemine almalı, ülke gündemine taşımalı, yarından tezi yok gittiği, gideceği her yerde, her platformda, meydanlarda bıkıp usanmadan, yorulmadan halka anlatmalı, halkı bilgilendirmeli, toplumsal muhalefeti bunlar için eyleme geçirmeli…

   

  * İleride yazacağım.

** Pankart, linki tıkladığınızda ekran sağındaki ilk görselde.