CHP’de siyasaya soyunan demeyeceğim, CHP’de siyasaya soyundurulan diyeceğim.
Siyasaya soyunduran, babası “bankamatik Milletvekili” Deniz Baykal!
Sözcüsü Mehmet Sevigen’i de sayalım!
(Eski Milletvekili ve Bakan Sevigen, baba Baykal”ın “A Takımı”ndandı.)
Ve bu ikiliden başka insanların, dahası tamamının arkasında çok büyük başkalarının olduğu kuşkusu da usa (akla) gelir!
CHP’de siyasaya soyundurulan derken, Aslı Baykal’dan söz ediyorum.
Aslı Baykal’a, 22 Haziran 2016’da yaşama gözlerini kapayan Türk İslam felsefesi profesörü, gazeteci, yazar, avukat, televizyon programcısı, siyasetçi ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kurucu Dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ile Zülfü Livaneli’yi anımsatmak isterim.
Anımsayacaktır…
İkisini de, babası “bankamatik Milletvekili” Deniz Baykal, İstanbul’dan, kazanacakları sıradan Milletvekili adayı yaptı.
İkisi de Milletvekili seçildiler.
Fakat…
Bir süre sonra, Milletvekili olmalarını sağlayan -o yıllarda- CHP’nin Genel Başkanı olan ve Milletvekili unvanı almalarını sağlayan “baba Baykal”la kapıştılar, yolları ayırdılar, CHP’den istifa ettiler.
Merhum Yaşar Nuri Öztürk, ölünceye kadar yerdiği ve tehlikeli sözcüğü ile tanımladığı “bankamatik Milletvekili” Deniz Baykal ile “Laiklik anlayışındaki farklılık, dine bakışlarındaki farklılık, halkla bütünleşme konusundaki ısrarı, ideoloji eksenli siyasete karşı oluşu, partideki ağır demokrasi noksanı, dünyadaki derin etkili değişimlerin muhasebesinin CHP yönetimince yapılamaması, Batı’nın yeni sömürü yönteminin bir ifadesi olan IMF’cilik ve küreselleşme yıkımını durduracak politikaların oluşturulamaması” konularında ters düştüğünü anlattı durdu.
Öztürk, Birikiminin halka ve ülkeye hizmette daha etkin ve yoğun biçimde kullanılacağı vaadiyle girdiği CHP’de hayal kırıklıkları yaşadığını ve 23-24 Ekim 2003 tarihlerindeki kurultayda çirkin siyaset oyunlarıyla dışlandığını dile getirirken;
“CHP yönetimi, Atatürk‘ün laik, devrimci, halkçı, çağdaş ve reformcu çizgisini 21. yüzyıla taşıyamadığı için ülkemizi içinden çıkılması güç bir siyasi karmaşaya sürükledi. Bu büyük tarihsel ve siyasi kaymayı engelleyebilmek ve CHP‘yi özündeki devrimci, reformcu ilkelere tekrar kavuşturabilmek için, parti içinde her düzeyde büyük çaba harcadım. Ama ne yazık ki bu çabalar da diğerleri gibi sonuçsuz kaldı. Partideki muhalif fikir ve kişileri yok etme alışkanlığı, bu kurultaydan sonra da bir kıyıma dönüşerek devam ediyor. CHP içinde kalarak mücadele etme yolları artık tükendi. Parti, örneği görülmemiş bir şekilde antidemokratik ve oligarşik bir yapıya dönüştürüldü” diye yazarak CHP’den istifa eden Zülfü Livaneli 24 Temmuz 2007’de Vatan Gazetesi’ndeki köşesinde, Deniz Baykal’a yazdığı mektubu* yayınladı.
Aslı Baykal’a soruyorum:
Babanız “bankamatik Milletvekili” Deniz Baykal’la bu iki Milletvekilinin arası niye açıldı?!
Hiç düşündünüz mü, araştırma gereksinimi duydunuz mu?!
Sordum ama düşünmediğinizi, araştırma gereksinimi duymadığınızı öngörebiliyorum.
Olsaydınız, babanız çizgisinde, yapısında siyasa yolu izlemezdiniz.
Geçelim, güncele gelelim…
Sedat Peker, gece yarısı attığı tivitlerle Deniz Baykal ve Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politika Kurulu üyesi, AKP’nin de Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı “Korkmaz Karaca” ilişiğine değindi ve müthiş savlarda bulundu.
Ben burada 6 tivitin linkini vereceğim:
https://twitter.com/sedat_peker/status/1408853596226174976
Tıklayın okuyun.
Aslı Baykal’da okusun.
Çünkü bu savlara “baba Baykal” ya da “Baykal Ailesi” adına yanıt vermek zorunda kalacak.
Benim soracaklarıma da…
Tivitlerde dikkatimi çeken, Deniz Baykal’ın çok sayıda pezeveğinin olması ve kendisine çok sayıda kız getirilmesi!
Aslı Baykal, bunların doğru olmadığını kanıtlamak; kanıtlayamazsa, babasının gerçeğini kabul etmek zorunda!
Karşı cinse düşkün kadın veya erkekten siyasacı (politikacı), hele ki siyasi parti genel başkanı olmaz, olamaz, olmamalı!
Özel Kalem Müdürü kadınla düşüp kalkan, düşüp kalktığı Özel Kalem Müdürü’nü –Genel Başkanlık görevini cinsel ilişkine kurban ederek- Milletvekili listesine, kazanacağı yerden, kazanacağı sıradan koyan, Milletvekili seçilmesini sağlayan baba Baykal değil midir?!
Sırf bu yaşanmışlık, yazdıkları bir bir ortaya çıkan Sedat Peker’in, linkini verdiğim tivitlerinde baba Baykal’la ilgili yazdıklarını sav olmaktan çıkaracak örnektir.
Benim kafama takıldı…
Bilmem Aslı Baykal’ın da kafasına takıldı mı?!:
Deniz Baykal 16 Ekim 2017 sabahı yalnız kaldığı Ankara’daki evinde rahatsızlandı ve hastaneye kaldırıldı, yoğum bakıma alındı.
Peker’in yazdıkları ışığında düşünelim ve soralım:
Yüzen, yürüyen, koşan, sporunu aksatmadan yapan sağlıklı Deniz Baykal’a 15 Ekim 2017 gecesi ne oldu, o gece Deniz Baykal’ın evinde ne, neler yaşandı?! https://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/deniz-baykalin-dogum-tarihi-ne-baykal-kac-yasinda-baykalin-hastaligi-ve-saglik-durumu-2050630/
Aslı Baykal bu konuda da açıklamada bulunacak mı?!
Bulunmayacak.
Buradan Aslı Baykal’a, “babasının pezevenkleri”ni tanımasını ve bir kadın olarak, “kadın düşkünü” babasına karşı dik durmasını, savaşım vermesini, hemcinslerinin ve de annesinin yanında yer almasını önereceğim!..
*
*Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.
Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.
Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.
Bunu bir borç olarak görüyorum:
***
Deniz Bey lütfen hatırlayın:
19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.
Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.
Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.
Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.
Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.
Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”
Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”
İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.
Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.
O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.
Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.
Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.
Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”
Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.
Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?
Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)
Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.
Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.
Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.
Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.
Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.
Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.
Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.
Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.
Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.
Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..
Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.
CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.
Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.
Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.
Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.
Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.
İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.
Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.
Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.
Bad-el harab-ül Basra
Yorum Yaz