Posts By :

bakikarakol

UCUBE “PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ” DE KÜRT SORUNU AĞIRLIĞINDA BİR SORUNDUR!..

150 150 bakikarakol

Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın sözcülüğünü de üstlenen, ittifakın “özgül ağırlıklı ortağı” MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 21 Eylül 2021 Salı günü yaptığı yazılı açıklamada Türkiye’de Kürt sorunu diye bir sorun yoktur” http://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/4877/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_Bahceli__nin___CHP_Genel_Baskani_Kemal_Kilicdaroglu__nun_Sozde_Kurt_S.html dedi, ekledi:

“Var diyen, olduğunu ısrarla dayatıp iddia eden kim varsa kalbi Türk milletiyle bir atmayan namertlerdir.”

 

2 gün sonra (23 Eylül 2021 Perşembe)…

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, New York’taki Türkevi’nde gazetecilere açıklamalarda bulundu.

Türkiye’de, bir süreden beri tartışılan ve gündemde olan “Kürt Sorunu” ile ilgili özetle şunları söyledi:

“Biz diyoruz ki: Bu ülkede, şu anda Cumhur İttifakı, bu işin tek çözüm noktasıdır ve Cumhur İttifakı olarak da biz bu çözümün mücadelesini sürdürüyoruz.

Çünkü bizim şu anda kitabımızda birlik var, beraberlik var, kardeşlik var ve bununla da bu yolda devam ediyoruz. ‘Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur.’ Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik.” https://www.sozcu.com.tr/2021/gundem/erdogandan-abd-iliskileriyle-ilgili-aciklama-su-an-gidis-pek-hayra-alamet-degil-6666215/

Kalbi, her solukta Türk halkıyla atan, Türk halkının derdini dert edinen, aydınlık yarınları için düşünen, gerici, yobazlara ve emperyalist yerel işbirlikçilerine karşı savaşım veren biri olarak diyorum ki, Türkiye’de Kürt sorunu vardır, çözülmemiştir; çözüm noktası da, ucube Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tek destekçisi Cumhur İttifakı değildir, Kamutay’dır, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir!

 

Kürt sorunu gibi bir sorunun çözüm yerinin Kamutay yerine Cumhur İttifakı’nin gösterilmesini yanlış; “Cumhur İttifakı olarak da biz bu çözümün mücadelesini sürdürüyoruz” tümcesini ise “Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” tümcesiyle çelişkili buluyorum.

 

Ülkelerde var olan her şeyin bir sorun yanı vardır.

Devlet denen oluşum, yapılanma, o sorunların her biriyle bilimsel ve planlı bir biçimde ilgilenmek, çözmek için çalışmak, çözüm sonrası süreçlerde de gene uğraşmak için vardır.

Var olan sorun için “Yoktur” demek, kaçıştan, sorunu dağ gibi büyütmekten başka bir şey değildir.

Ve bu davranış, başlı başına bir sorundur.

Hem de…

Büyük sorundur!

 

Bana göre…

Yadsınamayacak sorunlardan biri olan Kürt sorunu kadar ağır sorun, dünyada tek ülkemizde ilk kez uygulanan ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’dir!

Uygulanmakta olduğu 3 yıldan beri içte ve dışta ülkeye, ülke halkına, bölge ülkelerine, bölge ülke halklarına verdiği zarar görmezden mi gelecek?!

Gelinmemeli!

 

Zaten gelinmeyecek.

Duyarlı, bilge Türk halkı, üç yılda, ucube sistemin ne olduğunu, ne sorunlar yarattığını yaşayarak gördü, öğrendi!

Ve…

Kararını verdi:

“Ucube sistem ilk seçimde sana güle güle” diyecek, sandığa gömecek.

Öyle bir gömecek ki!

Bir daha geri gelmeyecek, getirilemeyecek!

 

Aslında…

Ülkesinin, halkının sorunlarına duyarsız her birey, her bürokrat, her siyasetçi vb bir sorundur!

Hem de…

Sorunların ana üretim merkezidirler!..

BAHÇELİ’NİN KORKUSU!..

150 150 bakikarakol

Devlet Bahçeli gene açıklamada bulunmuş.

Dünkü açıklamasında, hakaret, tarihi çarpıtma, gerçekleri çarpıtma bir tık daha artmış!

Örneğin:

“CHP artık HDP’dir, HDP zaten PKK’dır, nihayetinde İP ile CHP de PKK’nın mandası altına girmiştir” https://www.gercekgundem.com/siyaset/301019/devlet-bahceli-hdpyi-mesru-gormek-aym-uzerinde-fiili-baski-kurmak-anlamina-gelecektir tümcesi…

 

Bu ve gibi başka tümceler, beni aldı, 1919 sonrası yaşananlara götürdü!

 

Ulus kurtarıcısı, demokratik, laik devlet kurucusu dünya lideri Kemal Atatürk için, Padişah veya Saray çevresi de benzer sözler ederdi; yüz yıl sonra şimdi Devlet Bahçeli, Atatürk’ün partisi CHP’ye aynı içerikte sözler ediyor!

 

Rastlantı olduğunu düşünmüyorum!

Bir planın süreci olarak görüyorum!

 

Bahçeli neden her açıklamasında siyasi seviyeyi düşürüyor, ayrımcılık yapıyor, gerginlik yaratıyor?!

Bana da, 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerinde kardeşi kardeşe vurdurarak, ülkeyi kan gölüne çeviren karanlık elleri anımsatıyor!

 

Sorunun yanıtını vereyim:

Bahçeli, Cumhur İttifakı ve Cumhur İttifakı İktidarı olarak sonlarının geldiğini görüyor.

Kendisinin de siyasi yaşamının ve devlette etkinliğinin biteceğini biliyor.     

Onun korkusu, telaşı içinde!

 

Bir de…

Başına yargı işi açılırsa!

Ki…

Açılacak.

Ayırtında (farkında).

 

Çok dahası…

Sıraya dizilenleri, el öpenleri, ön ilikleyip eğilenleri olmayacak.

Sağında, solunda, arkasında kimseler bulunmayacak.

Aranıp sorulmayacak.

Yalnızlığa terk edilecek, unutulup gidecek.

 

Yüksekten boşluğa, varlıktan yokluğa düşmek gibi bir yaşam!

 

Katlanılmaz.

 

Sonu bu yaşamı Bahçeli’nin kendisi seçti.

Katlanmaktan başka seçeneği yok.

 

Gitme korku ve telaşı tek Bahçeli’de yok, iktidarda olanların, iktidar olanaklarından yararlananların tamamında var!

Öyle de bir korku ve telaştalar ki!

Görenlerin “Aman Tanrım!” dememeleri olası değil.

 

İyisi mi…

16 Aralık 2019 Pazartesi gecesi yaşanan korkunun linkini vereyim, tıklayın, okuyun:

https://www.cumhuriyet.com.tr/video/cem-kucuk-erdogan-karsiti-biri-secilirse-hepimiz-yargilaniriz-seri-tutuklamalar-baslar-1708620

Ödleklere güler misiniz, içinizden bir şeyler söyler misiniz, size kalmış…

ALİ ERBAŞ’TAN SONRA, HULUSİ AKAR’A DA BİR SORU!..

150 150 bakikarakol

Ankara kulis haberlerine dayanılarak verilen/yazılan haberlerde, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, eğer bir biçimde 3’üncü kere Cumhurbaşkanı adayı olamazsa, yerine, adları geçenlerden biri de, Genelkurmay eski Başkanı, Milli Savunma Bakanlığı’na “Bakan” olarak atanmış sivil yüksek bürokrat Hulusi Akar’dı.

İnandırıcı bulmadım, üstünde durmadım.

Şundan:

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişiminde, karargâhında -Genelkurmay Başkanlığı’ndaki makamı-, FETÖ’cü general, subay, astsubay ve askerler tarafından etkisiz hale getirilmiş birini, asla yerine Cumhurbaşkanı adayı ve partisinin Genel Başkanı yapmaz, yaptırmaz.

Denebilir ki…

“Bir gecede, Genelkurmay Başkanlığı’ndan alıp sivil elbiseler giydirdi, Milli Savunma Bakanlığı gibi bir Bakanlığın tepesine getirdi?!”

Doğru.

Ancak…

Atanmışla, tek adam konuma gelme aynı değil.

Kaldı ki…

Bakan olarak atanmış büyük bürokrat sıfatıyla ele avuca sığabilir, kenarda ürkek bakışlarla hazırolda durabilir, saygıda kusur etmeyebilir.

Ama…

“Tek adam” olduğunda, “astığı astık, kestiği kestik” olmayacağının, saygıda kusur etmediklerine diklenmeyeceğinin, onları tanımayacağının, onlardan hık mık edecekleri içeri tıkmayacağının garantisi var mı?!

Yok.

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, böyle bir olasılığı düşünmez mi?

Düşünür.

Düşünmesi de doğaldır.

 

Önceki gün (21 Eylül 2021 Salı), www.korkusuz.com.tr’de, Ahmet Takan’ın Erdoğan, “Kardeşim Hulusi” der mi?.. https://www.korkusuz.com.tr/erdogan-kardesim-hulusi-der-mi.html başlıklı yazısını okuduktan sonra durakladım.

Çünkü…

Takan’a güveniyorum.

Kaynaklarından aldığı bilgiler yanlış, yanıltıcı çıkmamıştır.

 

“Tayyip Erdoğan’ın da iktidar içinde en dikkate aldığı isimlerin başında Hulusi Akar gelir. (Bu ifade bana değil saray kaynaklarıma ait)” diye yazması, arkasından “Kusuruma bakmayın, nedenlerini sorsanız bile açık açık yazamam, çünkü, başım yeterince belada ve daha fazlasına da ihtiyacım yok!..” demesi, bana çok anlamlı geldi!

Sanki başka başka iletiler taşıyor!

 

Hulusi Akar’ı güçlü kılan bir güç var mı, yok mu, bilmiyorum.

Varsayalım ki, böyle bir güç var ve o güç ağırlığını koydu, Akar’ı, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanından sonra Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı, Cumhur İttifakı ortaklarından AKP’nin de Genel Başkanı yaptı/yaptırdı.

Akar, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanır mı?

Kazanamaz.

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, Cumhur İttifakı’nın ortakları AKP, MHP, BBP, DSP, Vatan Partisi geceli gündüzlü çalışsalar da; sandıklarda, il, ilçe seçim kurullarında, YSK’da katakulliler yapsalar da, yaptırsalar da, Akar gene kazanamaz!

Halk, ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nden ve bu sistemin Cumhur İttifakı İktidarı’ndan, bu sistem öncesi AKP iktidarlarından hiç hoşnut değil, ilk seçimde, açık arayla nokta koyacak, muhalefeti Kamutay (Meclis) ağırlığıyla da iktidara taşıyacak!

Bunda kararlı.

 

Bir yıl gibi veya bir yıldan iki ay fazla süre sonra, tası tarağı toplayıp gidecekler!

Ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin Cumhur İttifakı İktidarı’nın bir numarası AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının, atadıkları içinde dikkate aldıkları arasında yer alan “güçlü Hulusi Akar’a da –Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tan sonra- gitmeden, bir soru soracağım:

“Çanakkale’de, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda, her şeyden yoksun ve yoksul Türk Ordusu’nu zafere götüren özne neydi?

 

Akar yanıt verir mi?

Bekleyeceğim.

Gelmezse, yazacağım…

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI ALİ ERBAŞ’A BİR SORU!..

150 150 bakikarakol

Milyonlarca üniversite öğrencisi yurt, kiralayacak ev –çok yüksek kira ücretlerinden ötürü- bulamazken, emperyalist ABD’nin New York kentinde 291 milyon 260 bin 400 Dolar’a (2 milyar 488 milyon TL’ye) mal olan 32 katlı Türkevi’nin https://www.sozcu.com.tr/2021/ekonomi/new-yorktaki-turkevi-binasinin-parasiyla-500er-yatakli-23-ogrenci-yurdu-insa-edilebilirdi-6661416/ açılışında da dua okuyan, demokratik, laik Cumhuriyet’imizin güzide kurumlarından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başındaki Prof. Dr. Ali Erbaş, her konuşmasında, dünya lideri Kemal Atatürk’ümüze olduğu gibi Türkçe’mize de karşıtlığını, Arapça’ya ise düşkünlüğünü hissettirir, dile getirir!

Oysa…

Atatürk’ümüze, Türkçe’mize karşıt, Arapça’ya düşkün olmak, Anayasal ve yasal görevi değildir, “olmamak” görevidir.

Neden böyle yapıyor?

Şunda:

Diyanet İşleri Başkanlığı’na Başkan olarak atamasını ikinci kez yapan iktidardaki siyasi anlayışın iradesi altına girmiş, onunla aynı yolun yolculuğunu yapıyor!

Zaten, aynı anlayıştan geliyor!

Bir diğer nedeni de…

Anlayışınin gereğini yerine getiriyor!

Nedir o?

Şu:

Kuran’ın dili Arapça’dır, dinimizi Arapça’dan öğreneceğiz!

Onun için…

Arapça önceliğimiz!

Dinimizi, anadilimiz güzel Türkçe’mizle değil, Arapça’yla öğreneceğiz!

Ne zorumuz var?!

Kutsal dinimizi neden güzel Türkçe’mizle öğrenmiyoruz, öğrenmeyelim?!

 

Bu yüz yıllık, bin yıllık engel ne ve neden?!

 

Hemen söyleyeyim:

Amaç…

Kuran’ın, Arapça dışındaki anadillerde okunup anlaşılır olmaması!

Anlamadan okunsun, ezberlensin!

Ortaya da, din bilgisinden yoksun kalmış, sürüden ayırtsız (farksız) toplumlar çıkıyor!

Düşünmeden yoksun, bir takım tiplerin, cemaat ve tarikat ağalarının söylediklerine bakan, “Yat” denildiğinde yatan, “Kalk” denildiğinde kalkan insan yığınları daha çok işlerine yarar!  

 

Ne yazık ki…

Arap’tan çok Arap kesilen, anlayıştaki kişilerden biri de “Prof. Dr.” unvanlı Ali Erbaş’tır!

 

Dün yaptığı yazılı açıklamada “Türkiye’de Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Var diyen, olduğunu ısrarla dayatıp iddia eden kim varsa kalbi Türk milletiyle bir atmayan namertlerdir”

http://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/4877/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_Bahceli__nin___CHP_Genel_Baskani_Kemal_Kilicdaroglu__nun_Sozde_Kurt_S.html diyen Devlet Bahçeli’ye, önümüzdeki günlerde veya Cuma hutbesinde edeceği sözlerle arka çıkacağını öngördüğüm Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a bir soru soracağım:

Araplar, kendi dillerinde okudukları Kuran’ı neden anlayamamışlar,  emperyalist ülkelerin –yerel işbirlikçileri ve iktidara taşıdıkları siyasi kadroların katkılarıyla- köleleri olmuşlar?!

 

Erbaş yanıt verir mi, verebilir mi?!

Olası görmüyorum!

Ama biran verebileceğini varsayalım.

Yanıtının içeriksiz, gerçekçilikten ve inandırıcılıktan yoksun olacağını söyleyebilirim.

Yanılacağımı da sanmıyorum!..

ARINÇ, YAŞTAN MIDIR, “DİNDAR”LA “DİNCİ”Yİ KARIŞTIRDI!..

150 150 bakikarakol

Ucube Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Cumhur İttifakı ve Cumhur İttifakı İktidarı çizgisinde son günlerde siyasi söylem ve eylemlerde bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı gibi güzide resmi kurumun başında Başkan sıfatıyla bulunan Prof. Dr. unvanlı Ali Erbaş’a soracağım tek soruyu içeren yazıma hazırlanırken, gazetelerin internet sitelerine, yakın zamanda partisi AKP’deki “özgül ağırlığı”nı gündeme getiren, “Şeyini şey ettiğimin şeyi” sözünün de sahibi AKP eski Milletvekili, Kamutay (Meclis) eski Başkanı Bülent Arınç’ın haberi düşünce, yarına bırakmaya, Arınç’ın dün TV5’te 4. Güç programında söylediklerini https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/bulent-arinctan-akpye-sert-sozler-dindarlarin-gazabindan-korkmak-lazim-1870408 yazmaya karar verdim.

 

Hasan Basri Akdemir ile Mustafa Deniz’in sorularını yanıtlarken, Tokat AKP eski Milletvekili Resul Tosun’un laikliğin anayasadan kaldırılmasına ilişkin sözlerine karşılık “Bu kimseye yaramaz. Ne bu tartışmayı başlatanlara yarar, ne bunların temsil ettikleri kurumlara yarar. Sadece mevcut kamplaşmaların karşı karşıya gelişlerin ayrışmacı bir siyaset takip etmenin daha da keskinleşmesine yarar” diyen, ardından, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş için “Sayın Diyanet İşleri Başkanı da bir süredir bir tartışmanın içerisinde. İkinci defa atandığına göre o da bu tür konuşmalar yapmanın uzağında kalacaktır diye tahmin ediyorum” sözlerini eden Arınç, siyasadan (siyasetten) kalan bir deneyimini (tecrübesini) şöyle anlattı:

“Bizim dindar insanlarımızın bile tamamen tersine döneceğini bir gün göreceksiniz. 

Çünkü onlar dini böyle hamaset kokulu konuşmaların yanında cebine giren ve cebinden çıkan paraya bakar. Eğer onda bir eksilme görüyorsa, din, iman, vatan, millet bunlar bir kenarda durur, onlara saygısını eksik etmez ama değer yargıları tamamen değişebilir. 

88 yılında ilk defa hacca gidiyordum. Bütün kafilemiz havalimanına geldi. Dediler ki ‘Vizelerin bir kısmı yetişmedi sizi bir gün veya en fazla iki gün İstanbul’da misafir edeceğiz.’ Ben eşimle beraber anlayışla karşıladım ama kafiledeki insanlar o kadar büyük tepki gösterdiler ki, ağızlarından küfürler çıkmaya başladı. ‘Siz ne yapıyorsunuz?’ dedim.

Ondan sonra koktum ve dedim ki ‘Eyvah, dindarların gazabından korkmak lazım.’ İşlerine gelmeyen bir şeyle karşılaştıkları zaman ne aslandı ne kaplandı hiç birisini dinlemez bu insanlar. 

Biz 2002’de iktidara geldiğimiz zaman siyaset bu durumdaydı. Millet siyasetin dip yaptığını görüyor, siyasetçiden kaçıyordu. Öyle bir ortam bizim işimize yaradı. 2020 tüm varlığımızı ortaya koyduğumuz ve milletin bizi kabullendiği bir dönemdi ki 20 yıldır devam ediyor.”

 

Benim bildiğim, anladığım, gördüğüm, gözlemlediğim, tanıdığım dindarlar, Arınç’ın tanımına uymuyor!

Hiç uymuyor!

Arınç, dindarlarla dincileri karıştırıyor olmasın?!

Çünkü…

Arınç’ın anlattıkları, dindarlarımız değil, dincilerimiz!

 

Öncelikle…

Arınç’ın, dindarla dincileri karıştıran sözlerini düzeltmesi gerek.

Sonra da…

AKP’ye mi, muhalefete mi, Atatürkçülere mi laiklere mi, kime/kimlere ne ileti (mesaj) vermek istiyorsa, eğip bükmeden, kıvırmadan söyleyeceğini söylesin!

 

Gözdağı vermek amaç ve niyetindeyse, bilsin ki, cebine giren ve cebinden çıkan paraya bakan o dinciler, cürümleri kadar yer yakarlar!

 

25 Mayıs 1948 Bursa doğumlu Hukukçu Bay Arınç…

Siz, sizinkilerin gazabından korkun ama korku algısı yaratma oyunu oynamayı bırakın!

Oynasanız da sonuç elde edemezsiniz!

Biz sizi, sizinkileri çok iyi bilir, iyi tanırız!

Sözünüz AKP’ye ise buyurun karşılarına çıkın, aslan, kaplan kesilin!   

Yoksa…

Yaştan mıdır, dindarla, dinciyi karıştırdınız!

Doktora görünün…

“SELAMÜN ALEYKÜM” BİZİM DEĞİL, ARAP’IN!.. “ALLAH’IN SELAMI ÜZERİNİZE OLSUN” VE “GÜNAYDIN” BİZİM!..

150 150 bakikarakol

“Türkiye demokrasi tarihinde önemli mücadeleler vermiş ve sonrasın haksızlığa uğramış, Başbakanlık yapmış rahmetli Adnan Menderes’in köylülerisiniz. Sizinle benim aramda önemli bir bağ var. Benim ailem de Demokrat Partiliydi. Dedem Demokrat Partiliydi, babam Adalet Partiliydi ama ben hep CHP’liydim. Yani yalan yok, ben hep CHP’liydim. Ama şunu söyleyeyim Demokrat Parti ile CHP’nin ortak noktaları var. Demokrat Parti’nin Cumhuriyetle sorunu yoktu, Atatürk ile sorunu yoktu. Yaşam şeklimizle bir sorunu yoktu. Farklı düşüncelerimiz oldu, mücadele ettik. Nazmiye Hanım vefat etikten sonra Bülent Tezcan ile birlikte rahmetli Süleyman Demirel’e başsağlığı ziyaretine gittik. Bize şunu söyledi: ‘Çocuklar hayatım CHP ile mücadeleyle geçti ama bugün CHP’nin büyük bir mücadele ettiğini görüyorum. Size tarihi bir sorumluluk düşüyor’ dedi.” *

 

Bu nabza göre şerbet sözler, 5 Haziran 2018 Salı günü eski Başbakanlardan Adnan Menderes’in Aydın Çakırbeyli Köyü’nde veya Mahallesinde söylendi.

 

Söyleyen, yaklaşık 3,5 yıl sonra -18 Eylül 2021 Cumartesi günü- şunları da haykırıyordu:

“Bir sözde din adamı, yakasında bir tek iktidarın rozeti eksik, her gün meydanlarda fetva veriyor. Karidesi konuşuyor, kalamarı konuşuyor, günaydını konuşuyor ama yurtlarda tecavüze uğrayan çocukları konuşmuyor. Haramı konuşmuyor. Muhalefet de seyrediyor.

Kompleks içerisinde. Niye seyrediyor? Ona laf ederse dindarları kızdırırmış… Dindarlarla bir derdimiz yok. Dindar geçinenler ve dinden geçinenlerle derdimiz var bizim. Hiçbir kompleksimiz yok.

Sen ‘günaydın’ denmesine laf ediyorsun. Sen, Tayyip Erdoğan’ın Şeyhülislam’ı mısın, Diyanet İşleri Başkanı mısın? ‘Selamın Aleyküm‘ de bizimdir, ‘Günaydın‘ da bizimdir. Fatih Sultan Mehmet de bizimdir, Atatürk de bizimdir. ‘Günaydın’ mı diyeceğiz, ‘Selamın Aleyküm’ mü diyeceğiz, sana soracak halimiz yok. İşine bak, önüne bak. Git, yurtlarda çocuklara yapılan tacizleri, tecavüzleri, haramı, helali anlat yüreğin varsa…” **

 

Tanıdınız mı?

 

Evet, bu nabza göre şerbet içeriğindeki sözü de söyleyen “kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” Muharrem İnce!

 

Her iki nabza göre şerbet sözü, kurduğu Memleket Partisi’nin 18 Eylül 2021 Cumartesi günü yapılan 1’inci Olağan Kurultay’da etti.

 

Partili 12 bin 783 üyenin oyu ile Genel Başkan adayı gösterilen ve 750 delegenin oyunun tamamını alarak Genel Başkan seçilen “kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” Muharrem İnce için tırnak içinde yaptığım tanımlamalarda haklı olduğumu anladınız mı?!

Adalet Partili Kamyoncu Şerif’in oğlunun gerçek bir CHP’li olmadığını, nabza göre şerbetçi biri olduğunu gördünüz mü?!

 

5 Haziran 2018’de, Menderes’in köyü/mahallesi Çayırbeyli’de ve Çayırbeylilerin önünde ettiği nabza göre şerbet sözleri üzerinde durmayacağım; 2 gün önce Ankara’da söylediği nabza göre şerbet sözlere ufacıktan değineceğim.

 

Bir de eğitimci!

Böyle eğitimci olmaz olsun!

Böyle eğitimciler olmaz olsunlar!

 

“Kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” ve nabza göre şerbetçi Muharrem İnce kalktı Selamın Aleyküm de bizimdir, Günaydın da bizimdir” dedi.

 

Hayır efendim!..

Selamün Aleyküm bizim değildir, Arap’ındır!

Türkçe karşılığı Allah’ın selamı üzerinize olsun’dur.

 

Allah’ın selamı üzerinize olsun denilsin, “Bizimdir” derim.

Çünkü…

Günaydın gibi Allah’ın selamı üzerinize olsun da bizimdir!

Ama…

Güzel Türkçe’miz yerine Arapçası “Selamün Aleyküm” söylenirse, olmaz, “Bizimdir” demem, diyemem, denilmesine karşı çıkarım!

Ve…

Güzel Türkçe’miz dururken, Arapça niye?!

Kutsal dinimizi, kendi ana dilimizde neden öğrenmeyelim?!

Arpça öğrenmek zorunda mıyız?!

Vay efendim, “Kuran, Arapça” imiş!

Geçiniz!..

 

Hadi, kutsal dinimizi siyasalarına (politikalarına), çıkarlarına katık yapan Türk ve Türkçe karşıtı Arapçılarımızı bir kenara koyalım; Atatürkçü, CHP’li –eski- geçinen, yetmez ama evetçigillerin başka versiyonu  “kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” ve nabza göre şerbetçi Muharrem İnce’ye, onun gibilere ne demeli?!.

 

  * https://www.haberler.com/muharrem-ince-ailem-demokrat-partiliydi-10918977-haberi/

** https://odatv4.com/siyaset/adam-degil-210645

1960’LARDAKİ CAMİ İMAMI AHMET HOCANIN GERİSİNDE KALAN YOBAZ DİNCİLER SİZ KİM OLUYORSUNUZ BİZE DİN AYARI ÇEKİYORSUNUZ?!.

150 150 bakikarakol

Mevki, makam, şaşaalı yaşam uğruna, kutsal dini, kutsal din görevini, işbirlikçi anlayışlı siyasanın, siyasacının hizmetine sunan, dünyadaki şarlatan din görevlileri, 1960’lardaki cami imamı Ahmet Hoca’nın, Cuma hutbesinde cemaate şu anlatısını okusunlar, din görevlisi olmadıklarını, olamayacaklarını görsünler, kabullensinler.

 

Olay, yaşadığım anıdır.

 

1960’lı yılların başıdır.

 

Saraç (hayvan koşumu) işiyle uğraşan -7 Ağustos 2013’de rahmetli olan- babam, o yıllarda bucak, 1992’den beri ilçe olan Kars Akyaka’da işyeri açtı.

4 kişilik aile, İncedere Köyü’müzden, 4 kilometre uzaktaki Akyaka’ya taşındık.

İlkokula Akyaka’da, Akyaka İlkokulu’nda başladım; oradan da mezun oldum.

Bilge, şık giyimli öğretmenlerimiz vardı.

Birinci sınıftaki öğretmenim, kısa boylu, kilolu, Çanakkaleli –soyadını anımsayamadığım- Yahya öğretmenimi, diğer öğretmenlerimizi hiç unutmadım.

Öyle öğretmenlik yaptılar, öyle eğitim verdiler ki!..

Bugünün üniversitesi ayarında!..

 

Dinlemeyi, dinletmeyi…

Anlamayı, anlatmayı…

Düşünmeyi, düşündürmeyi…

Kavramayı, kavratmayı…

Tanımayı, tanıtmayı…

Yapmayı, yaptırmayı…

Vb…

Biz çocuklara öyle bir güzel öğrettiler, aşıladılar ki!..

Hele de dünya liderimiz Kemal Atatürk’ümüzü!..

Çünkü onlar, bu yurdun aydınlanmasının karşısında olan düşmanların ve o düşmanların yerel işbirlikçilerinin “Komünist yuvaları” belledikleri, yaygarasını kopardıkları, iktidara gelince de kapattıkları, “aydınlanma ocağı” Köy Eğitim Enstitüsü mezunlarıydılar!

30 yaşın üstündeydiler.

İçlerinde daha ileri yaşlarda olanlar vardı.

Bu nedenle, şimdi hiç birinin yaşamadığı öngörüsündeyim.

Hepsini, tek tek, rahmetle, saygıyla anıyor, manevi huzurlarında eğiliyorum.

Hepsi, ışıklar içinde uyusun.

 

4 ve 5’inci sınıfta öğretmenim Kıyas Karakurt’tu.

Kars’ın Selim ilçesindendi.

3 yıl önce yaşamını yitirdiğini öğrendim.

Rahmetle, saygıyla anıyor, manevi huzurunda eğiliyorum.  

Öğretmenliği kadar, çok iyi karakalem resim yapardı.

Okulumuzun resmini öyle bir güzel çizmişti ki!..

Hala gözümün önünde…

 

Bir gün önceden dedi ki:

“Yarın yazılı yapacağım.”

 

Bir gün sonra Cuma’ydı.

 

Biz öğlenciydik.

 

Zil çaldı, sınıfımıza girdik; yazılıda kullanacağımız boş kağıdı, kalemi, silgiyi, kalem açacağını sıramızın üstüne koyduk, Kıyas öğretmenimizin gelmesini, sınıf başkanımızın gözetiminde beklemeye başladık.

 

Bu arada, her sırada, iki öğrenci oturuyorduk; sıralarımız, yeni ve tertemizdi.

 

Yanılmıyorsam, on dakika geçti.

 

Sınıf kapısının önünde dikelen sınıf başkanının “Öğretmen geliyor, öğretmen geliyor” deyip aralı tuttuğu kapıyı açmasıyla, daha bir toparlandık.

 

Kıyas öğretmenimiz soluk soluğa girdi.

Sınıf olarak, aynı anda, birlikte ayağa kalktık.

Öğretmenimizin el işaretiyle de “Oturun” demesiyle oturduk.

 

Işıklar içinde uyusun, Kıyas öğretmenimiz, sınıftaki masasına geçerken “Çocuklar, kağıdınızı, kaleminizi kaldırın. Yazılı yapmayacağım. Size, bugün Cuma namazında, Merkez Cami İmamı Ahmet Hoca’nın vaazını özetle anlatacağım. Babanız, amcanız, dayınız, abiniz, başka bir yakınız dinlemiş olabilir” dedi, sustu.

Bizim, yazılı için sıra üstüne çıkardıklarımızı çantalarımıza koymamızı bekledi.

Dediğini yaptığımızı görünce de anlatmaya başladı:

“Dikkatli dinleyin… Bir gün, bir baktınız, bir arkadaşınız, çok güzel bir cetvelle geldi. O cetveli çok sevdiniz; öyle bir beğendiniz ki, aynı cetvelden sizin de olmasını istediniz. Okuldan evinize giderken, kafanızda hep o cetvel var. Evde annenize, babanıza, büyük abinize, ablanıza söylediniz; onlardan, o cetvelden bir tane almalarını istediniz. Sizi dinlemediler. Almadılar. Amcanıza, dayınıza, halanıza, teyzenize söylediniz; onlar da almadılar. Çaresiz vazgeçtiniz. Ama içinizden bir arkadaşınız vazgeçmedi. Tek çarenin kaldığını, onun da ‘Çalmak’ olduğunu aklından geçirdi.  Ve kararını verdi. Çalacaktı! Ertesi gün sınıftasınız. Teneffüs zili çaldı. Hepiniz dışarı çıktınız. Sınıfta tek o arkadaşınız kaldı. Gözü, arkadaşınızın sırasının üstüne defteri, kalemiyle birlikte koyduğu cetvelinde! Çalmak için yaklaşıp elini uzattığı an durdu, düşündü ‘Bu cetvel benim olsaydı, benim şimdi yapmak istediğimi yapsaydı, teneffüsten döndüğümde cetvelimin çalındığını görseydim, ne düşünürdüm, ne yapardım?’ sorusunu iç dünyasında kendine sordu. Şimdi size ev ödevi veriyorum: O arkadaşınızın vereceği doğru karar ne olmalıdır?  Evde kimselerden yardım almak yok. Cevabı kendiniz bulacaksınız, Pazartesi günü ilk derste bunu anlatacaksınız.”

 

İşte bu olay, kişiliğimin belirlenmesinde ana etkenlerden biri oldu.

 

Bizi, bu öğretmenler yetiştirdi!

Biz, bu yollarla da din eğitimimizi aldık!

Biz, Akyaka Merkez Cami imamı Ahmet Hocanın -soyadını anımsayamadım- böylesi anlatıları ve öğretileriyle kutsal dinimizi öğrendik!

 

Ve siz…

1960’lardaki Cami İmam Ahmet Hocanın ve onun gibilerinin bugün çok gerisinde kalan, dincilik oyununu oynayan ilkel, yobaz dinciler…

Kim oluyorsunuz da, bize, dini anlatmaya, din ayar çekmeye kalkıyorsunuz?!

 

Yürüğün gidin!..

BAHÇELİ’NİN İÇTEN OLMAYAN SÖZLERİNE İNANAN DUAYEN GAZETECİ!..

150 150 bakikarakol

Eskilere gitmeyeceğim; çok daha yakına, 4 gün önceye, 12 Eylül 2021 Pazar’a gideceğim.

 

Tokat AKP eski Milletvekili Resul Tosun, okunmayan yandaş Star Gazetesi’ndeki köşesinde Laiklik ya çıkarılmalı ya da tarif edilmelidir!” https://www.star.com.tr/yazar/laiklik-ya-cikarilmali-ya-da-tarif-edilmelidir-yazi-1652035/ başlıklı bir yazı yazmış.

Laikliğin, Anayasa’dan çıkarılmasını veya yeni tarifinin yapılarak, Anayasa’ya konulmasını savunuyor, öneriyor.

Yoğun yergi (eleştiri) aldı.

 

Bir gün sonra (13 Eylül 2021 Pazartesi), basına bir haber düştü.

Kısa yazılışı MİL-Diyanet Sen” olan “Manevi İlkeli Liyakatli Diyanet Ve Vakıf Çalışanları Sendikası” bir açıklama yapmış.

Sözcü Gazetesi’nden Yılmaz Özdil’in 11 Eylül 2021 Cumartesi günlü “diy@net” başlıklı yazısının son tümcesi “Memlekete Ali Erbaş mı lazım, fare mi?”yi yanlış anlamış, Cumhuriyet Savcılarını göreve çağırmış, öte yandan da üyelerinden, Özdil’in cenazesinin camiye sokulmamasını ve cenaze namazını kıldırmamalarını istemiş!

Camiler tekellerinde ya!..

Bunlar da yoğun yergi aldılar.

 

Rastlantıya bakın ki…

İkinci bir gün sonra yani 14 Eylül 2021 Salı günü, Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın “özgül ağırlıklı” küçük ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yazılı bir açıklamada yaptı; AKP’li Tosun ile Diyanet’in “sendikası”nı topa tuttu. http://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/4874/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_Bahceli__nin___Laikligin_Anayasa__dan_Cikarilma_Tartismalariyla_Bazi.html

 

Kimse “gerçekçi” ve “inandırıcı bulmadı.

Ama…

Çok az inananlar oldu.

Onlardan biri, 14 Eylül gecesi, “duayen, “araştırmacı, soruşturmacı gazetesi” denilmesinden pek hoşlanan, siyasi konularda “cahil” gördüğüm Uğur Dündar’dı.

Katıldığı KRT TV’deki “Şimdiki Zaman” canlı yayınında, Bahçeli’nin açıklamasını çok isabetli ve yerinde bulduğunu söyledi!

 

Böyle “duayen, araştırmacı, soruşturmacı gazeteci” mi olur?!

Bir araştır, soruştur, açıklamanın satır aralarında tur at, 180 derece siyasi dönüş yapmış birinin söylediklerinde içten olup olmadığını anla, ondan sonra “Bugün sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamasını da bu açıdan çok isabetli ve yerinde buluyorum” 

https://www.sozcu.com.tr/2021/gundem/ugur-dundardan-mansur-yavasa-dilegim-ankaranin-gelmis-gecmis-en-basarili-baskani-secilmesi-6649686/ tümcesini et.

 

“Laikliği eş zamanlı olarak sıcak tartışmaların içine sürüklemek Türkiye’nin aleyhine kulis yapan, yıkım senaryosu hazırlayan zalim mihrakların eline koz vermektir” diyen Bahçeli’nin, “Kozu veren kim?!” biçimindeki bir soruya vereceği yanıtı merak et, öngörülerde bulun!

Bahçeli’nin “Hiç kimse üstüne vazife olmayan konularda fetva makamı gibi hareket etmeye heveslenmemeli, 2023 vizyonumuzun hızını yapay gündemlerle kesmeyi de aklından geçirmemelidir” tümcesindeki kararlılık ve “fetva makamı” vurgusunu bir irdele!

 

Yok!

 

Uğur Dündar “duayen, araştırmacı, soruşturmacı gazeteci” olsaydı –bana göre değildir- 180 derece siyasi dönüşün sahibi ve Türk-İslam Sentezcisi Bahçeli’ye hemen inanmazdı, o tümceyi etmezdi, sakin davranırdırdı; Bahçeli’nin, laiklik ve Özdil’in cenazesinin camiye sokulmaması, cenaze namazının kıldırılmaması konularındaki doğru sözleri ne amaçla/amaçlarla söylediğini anlamaya, kavramaya çalışırdı!

Azıcık düşünseydi, Bahçeli’nin doğru vurgusunu yaptığım sözlerinde içten olmadığını, halkı kandırmaya yönelik siyasi manevralar olduğunu görürdü!

 

Sözde “duayen, araştırmacı, soruşturmacı gazeteci” Uğur Dündar, iç-dış siyasadan anlamaz.

Siyasa/siyaset cahilidir!

Buna karşın, siyasada da kulaç atar, yönlendirmeye, ahkam kesmeye kalkar!

 

Biliyorum…

“Bugün sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamasını da bu açıdan çok isabetli ve yerinde buluyorum” tümcesiyle hala ne büyük yanlış yaptığının, topluma ne büyük zarar verdiğinin ayırtında olmayan Uğur Dündar, bana kızacak.

Umurumda değil.

Doğruluğuna inandığım her şeyi, her kişiyi eğip bükmeden yazmakta kararlıyım!

Ucunda ne olursa olsun!..

YOKSA, BİLİNÇLİ BİR KASIT MI VAR?!.

150 150 bakikarakol

13 Eylül 2021 (Pazartesi), Sakarya Savaşı’nın 100’üncü Yıl Dönümü idi.

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının bir açıklama yaptı.

Basında genişçe yer aldı.

 

www.t23.com.tr internet gazetesi aynı gün saat 14.14’de Erdoğan: 2023’e endekslediğimiz hedeflerimiz aslında tıpkı milli mücadelemizin kendisi gibi küresel senaryolara karşı bir başkaldırıdır” https://t24.com.tr/haber/erdogan-2023-e-endekslendigimiz-hedeflerimiz-aslinda-tipki-milli-mucadelemizin-kendisi-gibi-kuresel-senaryolara-karsi-bir-baskaldiriydi,978641 başlığıyla verdi.

Bir solukta okudum.

Başlıktaki tümceyi haber içinde ayırtlı (farklı) gördüm.

Şöyle:

Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023’e endekslendiğimiz hedeflerimiz aslında tıpkı milli mücadelemizin kendisi gibi küresel senaryolara karşı bir başkaldırıydı.”

 

Başlıkta, “Cumhuriyetimizin 100. yılı olan” sözcükleri yoktu.

Çok daha vahimi…

Başlıkta “… başkaldırıdır” sözcüğü, haber içindeki tümcede “…başkaldırıydı” biçimindeydi.

 

“Başkaldırıydı” sözcüğü, “başkaldırıdır” olarak, nasıl ve neden değiştirildi?!

Bir şeyin ayırtına varıldı da, düzeltme yoluna mı gidildi?!

 

Bir kere…

Düzeltme olmamış ki!

Daha da içinden çıkılamaz hale getirilmiş!

Düzeltme olsa bile, haberi düzenleyen editörün hakkı mı, işi mi?!

 

 

Bir ayrıntı daha…

Başlıktaki tümcede de, haber içindeki tümcede de “milli mücadelemizin” sözcükleri yanlış yazılmış!

Doğrusu:

“Milli Mücadelemiz’in” olacak.

Düzeltmeci haber editör, “Milli Mücadelemiz” sözcüklerine neden duyarlı davranmamış?!

 

Neyse, geçelim…

 

Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023’e endekslendiğimiz hedeflerimiz aslında tıpkı milli mücadelemizin kendisi gibi küresel senaryolara karşı bir başkaldırıydı” tümcesini, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı internet sitesi www.tccb.gov.tr’e “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhuriyetin 100. yılı olan 2023’e endekslenen hedeflerin, aslında tıpkı Millî Mücadele’nin kendisi gibi küresel senaryolara karşı bir başkaldırı olduğunu söyledi.”

https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/130470/-sakarya-zaferi-nin-kazanildigi-1921-yili-anadolu-daki-bin-yillik-varligimizin-da-donum-noktalarindan-biridir-; Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin internet sitesi www.akpart.org.tr ise Erdoğan, Cumhuriyetin 100. yılı olan 2023’e endekslenen hedeflerin, aslında tıpkı Milli Mücadele’nin kendisi gibi küresel senaryolara karşı bir başkaldırı olduğunu söyledi.”

https://www.akparti.org.tr/haberler/cumhurbaskanimiz-erdogan-sakarya-zaferinin-100-yili-kutlama-programina-katildi-13-09-2021-15-33-03/ biçiminde verdiler.

Onlar da bir ayrıntının ayırtına mı vardılar, böyle verdiler?!

 

Evet…

Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023’e endekslendiğimiz hedeflerimiz aslında tıpkı milli mücadelemizin kendisi gibi küresel senaryolara karşı bir başkaldırıydı” tümcesinde bir ayrıntı vardı.

Şuydu:

Tümce bozuktu!

Tümce, dili geçmiş zaman kipiyle bitiyordu!

Ayrıca…

“… aslında tıpkı…” diye yazmak da neyin nesi?!

 

Acaba…

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının iki gün önceki açıklama metnini yazan hanımefendi veya beyefendi…

Düşük/bozuk olmayan tümce kuramıyor mu?!

Türkçe Gramer bilmiyor mu?!

Yoksa…

Bilinçli bir kasıt mı var?!.

YAZARI BELİRSİZ, BAŞLIKSIZ ANI!..

150 150 bakikarakol

Nazim Özanek, benim gibi İstanbul’da oturan Karslı hemşerimdir.

Düzenli olarak aylık Gazi Kars Dergisi’ni çıkarır.

Facebook’tan arkadaşız.

Önceki gün (12 Eylül 2021 Pazar) bir paylaşımda bulundu.

Paylaştığı anı idi.

Bir solukta okudum.

Çok beğendim.

Çok beğendiğim kadar da duygulandım.

Yazışmamızda, paylaşımındaki anıyı, internetten alıntıladığını yazdı.

Köşemde yer vereceğimi ilettim.

“Memnun olurum” dedi.

 

Araştırmama karşın yazarını bulamadığım “anı”yı sizlerin de okumanızı çok istediğim için, Nazim Özanek kardeşimin sayfasından https://www.facebook.com/search/top?q=nazim%20%C3%B6zanek alıntılayarak, aşağıda bilginize sunuyorum:

 

Simit almak için sıraya girdim. Sıra çok kalabalıktı. 20 dakika kadar sırada kaldım. Hemen önümde bir kız çocuğu ve babası var. Babası gömlek düğmelerini boğazına kadar düğümlemiş. Tertemiz giyinmiş ancak kıyafetleri eski. Ayakkabıları kösele, eski ve yazlık. Anladım ki güngörmüş bir adam…

Çocuk iki de bir “Hadi baba, acıktım gelmedi mi sıra daha?” diye söyleniyor…

Sonunda sıra onlara geldi. Adam bir simit istedi. Çocuk itiraz etti:

“Baba, ben tahinliden de istiyorum” diye.

Babası “Sus!” der gibi sessizce kaşlarını kaldırdı, “Olmaz!” demek istedi.

Bozuk birkaç adet parayı uzatırken, paranın bir tanesi yere düştü, tezgahın altına gitti.

Adam diz çöküp almaya çalışırken, simitçi:

“Boşver be abi, önemli değil!” diye söyledi.

Baba kısık sesle:

“Abi başka paramız yok, eksik kaldı. Hakkını helal et!” deyince, simitçi:

“Oturun sehpaya biraz; sıcak çıkınca ben getireceğim” dedi.

Adam eksik para verme mahçubiyeti ile en köşeye oturdu.

Ben de bu arada simidimi alarak yan masalarına oturdum. Çay söyledim, zeytin de koydular yanına.

Bu arada izliyorum. Simitçi kızacak mı, sevecek mi diye. Neyse, geldi bizim simitçi içerden masaya doğru.

İki tabak yapmış, ama çok özel. Tabakların içine her şeyden koymuş sanki. Çocuğun istediği tahinliden, simit, börek, bu arada tatlılardan da unutmamış, silme iki tabak doldurmuş. Üç de çay geldi, simitçi de tabureye oturdu.

Ben pür dikkat onları izliyorum.

Kendi kendime, “Adam kaç yıllık esnaf anlamış tabi, kim dilenci, kim aç kalmış, biliyor ve yanılmıyor” diye içimden geçirdim.

Başladılar sohbete, bu arada tekrar tekrar çay içtiler.

Sonra baktım simitçi, biraz kağıt para çıkardı ve adamın gömlek cebine koyuverdi.

“Yarın gel işine başla!” dedi.

“Kısmete bak” dedim, “Adam parayı düşürdü diye üzüldüğü tezgah, şimdi ekmek parası kazanacağı dükkan oldu.”

Neyse, onlar kalkıp gidince, meraktan öleceğim sanki.

Hemen yanaştım simitçiye:

“Patron! Seni tebrik ederim” dedim.

“Hiç rencide etmeden babası ile küçük kızın karnını doyurdun. Kimseye göstermeden de cebine üç-beş para koydun. Allah Razı olsun, sayınızı çoğaltsın, ne iyi adamsın!” dedim.

“Sağol” dedi simitçi.

“Ona söylemedim; ama o benim ilkokul arkadaşım. Ben onu tanıdım ama o beni tanımadı. Yarın gelince söyleyeceğim kendisine bunu. Şimdi utanır ve üzülür de işe gelmez diye söylemedim. Biz ortaokulda devlet okuluna giderken, babası onu özel kolejde okutuyordu. Çok zengin bir ailenin çocuğuydu. Hepimiz ona imrenerek bakardık. Ne oldu kim bilir? Ne olduğun değil, ne olacağın önemli. Yeter ki içindeki insanlık yaşasın.”

Farkında olanlara ne mutlu…

 

Ayırtında (farkında) olunması gereken konularda halkını, dünya halklarını uyaran, bilgilendiren, aydınlatan, en başta da başlıksız anı’nın, adı bilinmeyen yazarı ve bu paylaşımı yapan Nazim Özanek kardeşim gibi duyarlı insanlarımızı/insanları selamlıyorum, onların her birinin önünde saygıyla eğiliyorum…