Yazılarım

BEN BU YAZIYI NEDEN YAZDIM?!.

150 150 bakikarakol

Yazacaklarımı çok daha iyi anlamanız için şu https://www.gercekgundem.com/siyaset/211648/telefon-sapigini-suleyman-soylu-ve-abdulhamit-gul-yakalatti linki tıklamanızı, linkteki haberi okunmanızı rica edeceğim.

Biliyorum, günü geçmiş; ama güncel ve güncelliğini koruyan bir konu.

İlk başta şöylemeliyim ki:
Kadına yönelik taciz, saldırı vb iğrenç, insanlık dışı olaydır ve ayıplıyor, şiddetle kınıyorum. Güzel ülkemizde artık bu sorun, sorun olmaktan çıkartılmalı.

Haberde anlatılan “polis ve savcılık ilgisizliği” hiç hoş değil!
Ama…
Geçen dönem, partim CHP’mden Milletvekilliği yapan (İstanbul 1’inci Bölge’den seçilmişti” gazeteci kökenlinin uğraşı, uğraşından olumlu sonuç alması çok hoş.
Kendisini, kendisiyle birlikte İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu, Adalet Bakanını Abdülhamit Gül’ü ve Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi Korkmaz Karaca’yı kutla kutlarım.

Ancak…
İsterdim ki, güzel ülkemizde bu ve benzeri olaylar olmasın, yaşanmasın.
Olduğunda da, yaşandığında da, araya, biri, birileri girmeden, sorunun, kamu görevlileri tarafından çözülsün.

O kadar mı zor?!

Değil…

Öyle ise?!.

Anlayış efendim anlayış!..

Ülkesini iyi yönetemeyen siyasi kadroların iktidarlarında, bu gibi durumlar ne yazık, ne acı ki, kaçınılmaz!

İktidardaki ve muhalefetteki siyasi kadrolar, ülkelerinden ve halklarından yana olmaz, siyasa (politika) izlemezse, o ülkelerde “iyi yönetim” beklenemez, beklenmemeli!

Asıl değinmek, vurgulamak istediğim konuya gelirsem…

Önce, olayla, Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi Korkmaz Karaca’yı –ilgilenme alanı bakımından- ilişkilendirmediğimi belirtmeliyim.
Örneğin:
“Ekonomi Politikaları Kurulu”ndan değil de “Politikalar Kurulu”ndan biri olabilirdi.

Geçelim…

Yaşanan ve benzerleri de yaşanan, yaşayacak sorundan birinin çözümünde yadsınamaz katkısı olan CHP eski Milletvekili, gazeteci –adını anmak istemiyorum. Çünkü katı ve keskin Atatürk karşıtı Nagehan Alçı’ya, o yıllarda yönetiminde olan www.gercekgundem.com internet gazetesinde köşe yazarlığı önerdi-, CHP’ye, CHP’lilere ağıza alınmayacak sözler ederek, CHP yöneticilerini, Milletvekillerini adam yerine koymamaya özel özen gösteren, yasa tasarısı önerilerine hep “Hayır” diyen, onların soru önergelerine yanıt vermeyen -verseler de aylar sonra veren-, seslerine kulak tıkayan, çağrılarına, istek ve önerilerine duyarsız kalan, randevu vermeyen, telefonlarına çıkmayan vb AKP iktidarının “atanmış bürokratlar”ına bu kadar çabuk nasıl ulaşabiliyor, ulusun yarası sorunu çözdürebiliyor?!.

Benzer bir girişimde CHP’li –eski de değil- bir başka Milletvekili bulunsa, anılan iki bürokrat Bakan ve Cumhurbaşkanlığı Kurul Üyesi bürokrata ulaşması olası mı?

Ben olası görmüyor, göremiyorum!

Bu eski Milletvekili, gazeteci nasıl ulaşıyor?!

Haberde, Gürkan Hacır’ın dediği gibi, gazeteci, eski Milletvekili olduğu için mi?

Geçiniz!

Anımsayın:
Halk TV’de hafta içi 11.00-13.00 saatlerinde canlı yayınlanan Ayşenur Arslan’ın “Medya Mahallesi” programına geçmiş yıllarda konuk olduğunda, Arslan “Sen bu kulis bilgilerini nereden alıyorsun? Söyle de bilelim” dediğinde, “AKP’li kaynaklarımdan…” yanıtını vermişti.

Nagehan Alçı olayından sonra, bu yanıtından da ciddi rahatsız oldum ve sık sık gündeme getirdim, yerdim, adını “çocuk” koydum, “AKP’nin, CHP içindeki adamı” diye “işkillendim”!

O kadar da çoklar ki!

Bu son olayını, “işkillenmem”e haklılık kazandırır içerik ve nitelikte görüp kanısına varınca, yazmaya, sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Amacım, içimizdeki karşıtları bulup çıkarmak, bilgi ve değerlendirmeye sunmak, sonra da öz yerlerine göndermek.
Vücuda saplanmış dikeni bulup çıkarmak ve kaldırıp atmak gibi…

YOKSA YILMAZ ÖZDİL, ÖZDE DEĞİL, SÖZDE ATATÜRKÇÜ MÜ?!.

150 150 bakikarakol

“Fransa’nın soykırımını yüzüne çarpacağız, Tbmm’de misilleme yapacağız, Cezayir soykırımı kanunu çıkaracağız” filan dedik. https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/fransa-turkiyeye-posta-koyacak-gucu-nereden-buluyor-zannediyorsunuz-6038033/

Bu tümcede dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?

Olmalı.

Olmadıysa lütfen bir kez daha okuyun.

Sizi yormayayım.
Bu tek tümcelik paragrafı, Türkiye’nin, yazıları en çok okunan, kitapları en çok satan yazarı Yılmaz Özdil’in, Sözcü Gazetesi’ndeki dünkü (15 Eylül 2020 Salı) “Fransa, Türkiye’ye posta koyacak gücü nereden buluyor zannediyorsunuz?” başlıklı yazısından…

Alıntılar konusunda kaynak belirtmediği, kimi alıntıları kendi ürünüymüş gibi sunduğu savıyla ağır sözcüklerle yerilen, “Atatürkçülüğü” tartışmasız kabul gören Özdil, tümcesinde, Atatürkçülüğüne gölge düşürecek bir yanlış yapıyor:
Benim “Kamutay” dediğim, “Kamutay” diye yazdığım Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kısaltılmışı “TBMM”yi, “Tbmm” biçiminde yazmış!

Bir Atatürkçüye bu yakışmaz!

Yoksa Yılmaz Özdil, özde değil, sözde Atatürkçü mü?!

Dünya lideri Kemal Atatürk, Kamutay’ı çok önemser.

Kamutay, dünya lideri Kemal Atatürk’ün en büyük ürünü (eseri), korunması gerekenidir.

Türk Dili, Türk Dili’nin yazılması, konuşulması da dünya lideri Kemal Atatürk’ün önemsedikleri arasında ilk başlardadır.

Bütün bunları herkesten iyi bilen Yılmaz Özdil, “TBMM” diye yazması gerekirken neden “Tbmm” diye yazdı?!

Açıklama yapmalı, yaparken de gerçekçi ve inandırıcı olmalı, yanlışını kabullenip özür dilemeli, bir daha da böylesi yanlışa imza atmayacağının sözünü vermeli.

“I ıı” derse veya “hık mık” ederse kendi bilir.

Kendi bilir ama “Gerçek Atatürkçü olduğu” tartışıla durur, “Gerçek Atatürkçü olmadığı, olamayacağı” kararına varılır.

İstemem…

TBMM’yi, Tbmm yazarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bir şey yitirmez, ama yazan Özdil’e çok şey yitirir.

Birileri, TBMM’nin Tbmm yazılmasını küçük bir olay olarak görebilir, algılayabilir, yorumlayabilir.
Öyle değil.
Çok büyük, çok önemli bir olay!
En azından, beyin gerisi gerçek düşünceyi açığa çıkarır.

Yaşamının son yıllarında, İ. İnönü, F. Çakmak gibi yakınındaki arkadaşlarından “ihanet”e uğrayan dünya lideri Kemal Atatürk’ün, dış düşmandan kat kat fazla içte, kendi yurdunda ne çok düşmanı varmış!

Birileri, “Atatürk” diye anmamak için, “Gazi”, “Gazi Mustafa Kemal”, “Mustafa Kemal” der!
Birileri, güzel Türkçemizi hançerlercesine, Arapça ağırlıklı yabancı sözcükler kullanır!

Dış düşmandan ayırt edilemeyecek boyuttaki iç düşmanları anlarım da, iç ve dış Atatürk düşmanlarına karşı “karşı duruş” sergileyen, her ağızlarını açtıklarında Atatürk’ten, Atatürk devrim ve ilkelerinden söz eden, kendilerini “Atatürkçü” tanımlayan, tanıtanları anlamıyorum!

Her birine söyleyecek öyle okkalı sözlerim var ki!..
Sizlere olan saygımdan, söylemeyeceğim.
Türkiye ve Türk halkı bugün “zor günler” yaşıyorsa, iktidar kadroları kadar, onlar da sorumludurlar!

Bu Cennet yurdun, gerçek ve içten Atatürkçüleri, “onlar” dediğim “sahte Atatürkçüleri” tek tek açığa çıkaracak, uzaklaştıracaklardır.

Görevleri…

En iyi biçimde yapacakları, ayrık otlarını ya biçip ya söküp atacakları inancındayım.

Selam olsun…

TUTUKLANMASI, CEZAEVİNDE TUTULUYOR OLMASI SELAHATTİN DEMİRTAŞ’IN YARARINA…

150 150 bakikarakol

Terör örgütü PKK’nın propagandasını yapmaktan 4 Kasım 2016 yılından beri Edirne Cezaevi’nde tutuklu Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin Eş Genel Başkanlarından Selahattin Demirtaş, AKP’yi, AKP Genel Başkanı Başbakanı, Cumhurbaşkanını en sert biçimde yeren (eleştiren) siyasilerin, siyasi parti genel başkanlarının başında gelir.
Ama her yergisi, AKP’ye, AKP Genel Başkanı Başbakana, Cumhurbaşkanına yaramıştır.
Yergileri, yüzde 15-25 arası “kararsızlar”ı AKP’ye, AKP Genel Başkanı Başbakana, Cumhurbaşkanına itmiştir; AKP tabanını, AKP’ye sıcak bakan ama bazen yeren seçmeni de AKP’de, AKP Genel Başkanı Başbakan ve Cumhurbaşkanı etrafında kenetlemiştir.
Örneğin:
“Seni Başkan yaptırmayacağız” sözü kalıcı gündem olmuştur.
Ama bu söz, AKP’ye, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına yaramış, seçim kazanmalarını sağlamıştır.

Yani gerçek şu ki:
“Seni Başkan yaptırmayacağız” sözü HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ağzından çıkınca, ayrıştırılan toplumun yarıdan fazlası, AKP’ye, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına yöneldi, gitti oy verdi.

Demirtaş sanki AKP, AKP Genel Başkanı Başbakan ve Cumhurbaşkanı için bir “çalışan”dı.
Bunda, AKP’nin, tepkiyi “lehe” çevrime gayreti, başarısı gözden ırak tutulmamalı.

Anımsanacaktır:
10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı.
Üç aday yarışıyordu.
AKP’nin adayı, AKP Genel Başkanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı, CHP-MHP’nin ortak adayı –MHP’nin ciddi biçimde çalışmadığı yazıldı, çizildi, konuşuldu, tartışıldı- Ekmeleddin İhsanoğlu’ydu ve HDP’nin adayı, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tı.
Aldıkları oylar ise şöyleydi:
Erdoğan 21 milyon 143 oy (Yüzde 51.79), İhsanoğlu 15 milyon 587 bin 720 oy (Yüzde 38.44) ve Demirtaş 3 milyon 958 bin 48 oy (Yüzde 9.76)
AKP’nin adayı Genel Başkan Başbakan, ilk kez “halk oy”u ile ve 1’inci turda 12’inci Cumhurbaşkanı seçilirken, Demirtaş 3’üncü oluyordu.

Burada dikkat çeken nokta, 6-7 milyon civarındaki HDP oyunun 2-3 milyonu Demirtaş’a gelmemişti.
Neden?

Gene anımsayalım:
HDP “üç parçalı bütün” görünümündeydi.
PKK terör örgütünün başı –İmralı’da tutuklu- Abdullah Öcalan, Öcalan sonrası PKK’nın başına geçen Kandil yönetimi ve HDP Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş grubu.

Öcalan ve Kandil, Demirtaş’a, Demirtaş da her ikisine “aralı”ydı…

Düşüncem o ki:
Arayı, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimiyle gün ışığına çıkan, Selahattin Demirtaş’ı 3’üncü yapan yüzde 9.76’lık 3 milyon 958 bin 48 oy daha bir açtı.
Bu oy, Demirtaş’a “özgüven” kazandırdı, Öcalan ve Kandil’de ise ciddi tedirginlik yarattı.
Ciddi tedirginlik, Demirtaş’a karşı “birleşme”yi getirdi.
Ve “ayrışma” derinleşti.

Daha fazla ayrıntıya girmeden sorayım:

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, PKK terör örgütünün propagandasını yapmaktan ve PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ı övmekten, 4 Kasım 2016’da tutuklanıp Edirne Cevzevi’ne konulmasaydı HDP’de neler olurdu?

HDP bütünlüğünü korur muydu yoksa en az ikiye bölünür müydü?
Bu bölünmeden, Öcalan ve Kandil, Demirtaş’ı sorumlu tutar mıydı, tutmaz mıydı?
Böyle bir çekişme sürecinde Demirtaş’ın yaşamı tehlikede olur muydu, olmaz mıydı?

Parçalanmış HDP, HDP içindeki irili, ufaklı bütün gruplara zarar verirdi.
Hele de, Öcalan ve Kandil’le araları “aralı” olsa da, “PKK, terör örgütüdür” demeyen Selahattin Demirtaş’a…

Öyle sanıyorum, Demirtaş bütün bunların bilincinde.
O nedenle “Selahattin Demirtaş siyasi parti kuracak” haberlerine, söylentilerine, konuşma ve yazılara “HDP dışında herhangi bir mecrada adımın geçmesi bile beni üzer” https://www.gercekgundem.com/siyaset/212557/selahattin-demirtas-hdp-disinda-herhangi-bir-mecrada-adimin-gecmesi-bile-beni-uzer diye açıklama yapmak zorunda kaldı.

HDP’nin parçalanmasında rol oynaması, yeni bir siyasi parti kurmaya kalkışması demek, Demirtaş için “harakiri yapmak” demektir.

Demirtaş, cezaevinden çıktıktan sonra birilerinin gaza getirmesiyle yeni bir siyasi parti kurma girişimi içinde olacağını öngörmüyorum.

Şu düşüncemi de söylemeliyim:
Tutuklanması, cezaevine tutuluyor olması Selahattin Demirtaş’ın yararına…
Akrep gibi kendi kendini sokan, yılan gibi kendi yavrularını yiyen terör örgütleri her zaman, her yerde, herkese her kötülüğü yapar!..

ŞIMARIK, CAHİL İŞADAMI CAVİT ÇAĞLAR, ÇOK AYIP ETTİN, BÜYÜK YANLIŞ YAPTIN!..

150 150 bakikarakol

Cuma günkü yazımın sonunda, bugün (14 Eylül 2020 Pazartesi) için, HDP eski Eş Başkanlarından, cezaevinde tutuklu Selahattin Demirtaş’ı yazacağımı belirtmiştim.
Öyle bir gelişme oldu ki, Demirtaş yazısını yarına (15 Eylül 2020 Salı) erteliyorum.

Bana yazı ertelen gelişme, ulusal yayına başlayacak ve merkezi Bursa’dan İstanbul’a taşınarak önümüzdeki günlerde yayına geçecek Olay TV kanalının sahibi işadamı Cavit Çağlar’ın, www.haberturk.com internet gazetesinden Fatih Altaylı’ya söylediği tümceydi.

Haberi ilkin www.t24.com.tr internet gazetesinde gördüm.
Başlık aynen şöyleydi:
“Olay TV’nin sahibi Cavit Çağlar: Yorum yok, taraf tutmak yok; yorum yapanı kulağından tutar atarım, baskı olursa kapatır giderim” https://www.t24.com.tr/haber/olay-tv-nin-sahibi-cavit-caglar-yorum-yok-taraf-tutmak-yok-yorum-yapani-kulagindan-tutar-atarim-baski-olursa-kapatir-giderim,902737

Mermi yemiş gibi oldum!
Haberi okudum, kan beynime çıktı!

Bursa’da yıllardır tekstil işi yanında basın sektöründe de iş tutan, basını, basın mensuplarını en iyi tanıyan işadamlarından “Cavit Çağlar”, nasıl böyle cahilce ve şımarıkça söz edebilirdi?!

Hemen www.haberturk.com ‘a girdim, Fatih Altaylı’nın 12 Eylül 2020 Cumartesi günlü “Cavit Çağlar: Yorum yok, taraf tutmak yok, yorum yapanı kulağından tutar atarım, baskı olursa kapatır giderim” https://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli-1001/2801294–_-_-_–başlıklı yazısını okudum.
Bir değil, birkaç kere…

Çokça okumamın bir nedeni de, başlıktaki “… yorum yapanı kulağından tutar atarım…” sözcüklerini bulmaktı.
Yoklardı.

Başlıkta olan sözcükler, yazıda neden yoktu?!

Yadırgadım.

Herhalde yazar Altaylı bir açıklık getirir.

Ama…
Altaylı’ya konuşan Cavit Çağlar şunları söylüyordu:

“Ben Tayyip Bey’i severim. Tutarım. AK Partili hiç olmadım ama Tayyip Erdoğan’ın yaptığı çoğu şeyi beğeniyorum. Zaten bizim muhalif bir kanal olma iddiamız yok. Bizim dürüst bir kanal olma iddiamız var. Tarafsız, dürüst, inanılır olmak istiyoruz. Hatırla NTV’nin kuruluşunu.
Gelen kim olursa olsun bizim prensiplere uyacak. İsimler o kadar da önemli değil, kanalın tavrı önemli. Tarafsız, bağımsız. Kanalın hiçbir konuda tavrı, bırak tavır almayı yorumu bile olmayacak. Tamamen haber yapacağız. Hiçbir tavır, tutum almayacağız. Tamamen yorumsuz olacağız. Buna uymayan gider. Yorum yapacak olan, taraf tutacak olan bizim orada olmaz. Hemen gider ya da biz yollarız. Yüzde yüz tarafsız, yüzde yüz yorumsuz olacağız.
De ki, baskı yaptılar. Kolayı var. Kapatır giderim. Vururum kapıya kilidi, çekilirim. Bir kez daha söylüyorum. Tam tarafsız, tam yorumsuz olacağız. Buna rağmen birilerinin baskısı olursa kolayı var. Kapatırım televizyonu.”

Bu anlayışta iş adamı olur mu?!
Tam bir şımarık, tepeden bakan, cahil ve ödlek!

Bu Cavit Efendi söyler mi, basın emekçileri için “Gelen kim olursa olsun bizim prensiplere uyacak. İsimler o kadar da önemli değil” ne demek?!
Cavit Efendinin, insana, insan emeğine saygısı hiç mi yok?!
“… kanalın tavrı önemli” derken, kanal çalışanlarını yok görmesi, sayması ayıp, ayıp olduğu kadar da çirkin!
Cavit Efendi, basında “Tarafsız, bağımsız” olmanın anlamlarını lütfedip açıklar mı?!

Onca yıl basın sektörünün içindedir, haberde, habercilikte, yazı ve yorumda, fotoğrafta, karikatürde, gerçeklerden ayrı düşülemeyeceğini öğrenememişse, çok cahil kalmıştır.
Yazıklar!

Dayanamadım, basın emekçisi meslektaşlarıma böylesine saygısız davranan, “… yorum yapanı kulağından tutar atarım” sözünün sahibi Cavit Çağlar’a, dün saat 02.26’da “Sahibi olduğu Olay TV’de çalışacak gazeteci meslektaşlarıma yönelik ‘Yorum yapanı kulağından tutar atarım’ https://www.t24.com.tr/haber/olay-tv-nin-sahibi-cavit-caglar-yorum-yok-taraf-tutmak-yok-yorum-yapani-kulagindan-tutar-atarim-baski-olursa-kapatir-giderim,902737 sözünden ve cahilliğinden ötürü, iş adamı, eski siyasi-eski Bakan Cavit Çağlar’ı kınıyor, gazetecileri, basın örgütlerini duyarlı olmaya çağırıyorum…”
https://twitter.com/BakiKarakol/status/1304924320259543041 diye yazdım, twitter hesabımdan paylaştım.
Bir saate yakın süreden sonra (saat 03.10) gene twitter hesabımdan şu paylaşımda bulundum:
“Haber ve yorumda ‘gerçeğin tarafı’ olmak, gazeteciliğin ve gazetecinin ana ilkesinden habersiz Cavit Çağlar, Olay TV’de çalışacak basın emekçilerin kastederek, ettiğin ‘Yorum yapanı kulağından tutar atarım’ https://www.t24.com.tr/haber/olay-tv-nin-sahibi-cavit-caglar-yorum-yok-taraf-tutmak-yok-yorum-yapani-kulagindan-tutar-atarim-baski-olursa-kapatir-giderim,902737 sözünden ötürü seni özür dilemeye çağırıyorum…”

Dün (13 Eylül 2020 Pazar) twitterda gezinirken, Çağlar’ın saat
14.15’te twitter hesabındaki paylaşımı gözüme ilişti:
“Gazeteciler kendi işlerini yaparlar, asla benim müdahalem olamaz. Olay TV de, profesyonel gazetecilere yöneticilere emanettir. Yayın ilkelerimiz doğrultusunda Onların editoryal bağımsızlığının garantisi de benim.”
Okur okumaz, altına saat 16.15’te şunları yazdım:
“Cavit Çağlar kendine gel!
‘Kulağından tutar atarım’ ne demek?
Kanalında çalışacak meslektaşlarıma böyle bakamaz, böyle söz edemezsin!.
İşadamısın ama kara bir cahil, aynı zamanda basın emekçilerine karşı saygısız birisin!
Seni ayıplıyor, kınıyor, özür dilemeye çağırıyorum!”

Sonra…
Aynı gün saat 14.13’te şu twitterını okudum:
“Yıllardır gazeteci arkadaşlarımla birlikte yayıncılık yapan biri olarak, ‘gazetecileri kulağından tutar atarım’ demedim, diyemem. Ben hem siyasetçi olarak hem medya patronu olarak gazetecilerle hep dostane bir ilişki kurdum.” https://twitter.com/caglarcavit/status/1305102292031623169
Usunca (aklınca) sözcük oyunu, kurnazlığı yapıyor.
Geçelim.
Twitterının alına saat 18.48’de ben de şöyle yazdım:
“Dik duruşunu öve öve bitiremediğin Fatih Altaylı mı yalan yazıyor?
Sanmıyorum.
Bana öyle geliyor ki, sen kıvırıyorsun şımarık ve cahil işadamı Cavit Çağlar!
Zoru, baskıyı görünce koyup kaçacak kişilikteki Cavit Çağlar!
Basın emekçilerinin işiyle, emeği ile geleceği ile oynama!”

Altaylı, sanırım bugün-yarın, yazısının başlığında yer alan “söz”e, yazısında neden yer verdiğini açıklar, o sözleri söylemediğini twitterdan yazan Çağlar’ı da ya yalanlar, ya doğrular.

“Yorum yapanı kulağından tutup atarım” sözünü edecek kadar ileri giden, cahilliğini ve “niyet”ini ortaya kayan şımarık işadamı Cavit Çağlar’ın, merkezini Bursa’dan İstanbul’a taşıdığı Olay TV kanalında çalışacak gazeteci arkadaşlarıma bir çağrım olacak:
Bu adamın kanalında çalışmayın.
Karar sizin.

Kanalında çalışacak basın emekçileri için o çirkin, iğren söze ve sözün sahibi Çağlar’a, basın, sanat, sendika ve siyaset çevrelerinden okkalı yanıt verilmemesini yadırgadığımı üzülerek söylemeliyim!

İnanıyorum ki:
Cavit Çağlar’ın, tekstilciliğini, basın patronluğunu, iş adamlığını, siyasi geçmişini, Bakanlığını vb irdeleyecek, kulağından tuttukları gibi hakkı olan yere oturtacak gazeteci meslektaşlarım çıkacak.

Cavit Çağlar, ulusal yayına sokacağı TV kanalına, “kulağından tutup atacak” adam bulamayacak.
Kanalının ölü doğmasına neden oldu.
Haberi olsun…

AKŞENER VE DEMİRTAŞ’TAN, “SİNEKTEN YAĞ ÇIKARANLAR”A ARAYIP DA BULAMAYACAKLARI MALZEME…

150 150 bakikarakol

4 Kası 2016’da tutuklanarak, Edirne Cezaevine konulan HDP’nin eski Eş Genel Başkanlarından Selahattin Demirtaş, gazeteci-yazar Ruşen Çakır’ın yazılı ilettiği sorulara verdiği yanıtlarda “siyasi liderlerin insani ilişkiler çerçevesinde bir araya gelmesi gerektiği”ni söylüyor, ekliyor:
“Mesela ben dışarıda olsaydım bir sabah Başak (eşi) ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve ‘Kahvaltıya geldik’ derdim”
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/demirtas-disarida-olsaydim-basak-ile-meral-hanima-kahvaltiya-giderdik-1764051 diyor.
Demirtaş “Yıllar önce, Ankara’da, bir akşam Tayyip Bey’in evine neredeyse bu şekilde gidecektim. (Rahmetli Dengir Bey de bunu önermişti.) Ancak Sayın Erdoğan bizim açımızdan hep öngörülemeyen bir lider oldu” sözlerini de ediyor.

Demirtaş’ın sözlerinin yayınından birkaç saat sonra, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, 7 Eylül 2020 Pazartesi sabahı, Fox TV’de canlı yayınlanan “İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat” programına katılıyor.
Küçükkaya, Akşener’e, Demirtaş’ın, alıntıladığım ikinci sözlerini gündeme getirmiyor, kendisi ile ilgili sözleri üzerine düşüncesini soruyor.

Belli ki Akşener, Demirtaş’ın, kendisiyle ilgili sözlerinden habersizdi.
Bu da, Akşener’in büyük bir eksiği idi.
Yine de Akşener “Haberin tamamını okumadım. Ama şunu söylemek isterim: Güneydoğu’da şöyle bir gelenek var, kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız. Evin en yaşlısı tarafından karşılanır. Sonra kapıdan çıkıp gittikten sonra davanız devam eder. Güneydoğu’nun böyle bir özelliği var” https://www.birgun.net/haber/aksener-den-demirtas-a-kahvalti-yaniti-314737 diyerek, toparlayabiliyor.

Bu yanıt, olay oldu!

“Sinekten yağ çıkaran” siyasi kadro ve yandaşlarıyla saldırıya geçtiler. Konuşup durmaya, yazıp çizmeye başladılar.
Buradan siyasi kazanım (rant) elde etmeye çalıştılar.
Hala da çalışıyorlar.
Çalışacaklar da.

Günümüzün “Ali Kemal”i Abdulkadir Selvi “Demirtaş planının arkasında ne var?” https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/demirtas-planinin-arkasinda-ne-var-41607444 başlıklı yazısında bir “kurgu”dan ve o kurguyu Akşener’in “bozduğu”ndan söz ediyor. Linki tıklayıp okumanızı öneririm.

Evet, bir kurgu var.

Ama önce şu iki noktayı vurgulamalıyım:
Demirtaş’ın, eşini alıp Akşener’e kahvaltıya gitmeye ilişkin sözü, yerilecek, kızılacak söz değil; Anadolu insanımızda böyle bir ekin (kültür) var ve yıllardır uygulanır; herkes de hoşnut; birlik beraberliğe, kaynaşmaya yadsınamaz katkısı yadsınamaz.
Neden rahatsız olunur ki?!

Akşener de, Doğu, Güneydoğu, dahası başka bölgelerimizde yaşanan bir gerçeği dile getirmiştir.
Yalan mı?
Değil.
Öyleyse rahatsızlık neden?

Gelelim “kurgu”ya.

Böyle bir gelişme kimin yararına olmuşsa, olacaksa, kurguyu da o veya onlar yapmışlardır.
Ve…
“O”, “onlar” dediklerimden yana olan biri, birileri de yapmış, yaptırmış olabilirler.

Burada, Demirtaş da, Akşener de, “o”, “onlar” ve “biri”, birileri” dediklerimin değirmenine su taşımışlardır.
Dikkatli olamamışlardır, sözlerinin “sinekten yağ çıkarma” anlayışı çerçevesinde çarpıtılacağını düşünememişler, öngörememişler.

Hele de Demirtaş!..

Geçmişteki gibi bugün de AKP’ye, AKP Genel Başkanı Başbakan-Cumhurbaşkanına sert, ağır söylem ve yergileriyle destek olmuş, iyilik yapmış, kazanım sağlamıştır!
Yani…
Kaş yapmak isterken göz çıkarmıştır.

Pekiii…
Bunu bilerek mi, bilmeyerek mi yapmıştır?

Pazartesi (14 Eylül 2020) günü yazacağım…

GERÇEK GAZETECİLER HERKESTEN ÇOK YURTSEVER, ELERKİ VE ÖZGÜRLÜK DÜŞKÜNÜDÜRLER…

150 150 bakikarakol

www.odatev.com internet gazetesinin Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız bu yılın (2020) Haziran başlarında tutuklandı.
Hala içerde.

Aynı internet gazetesi Genel Yayın Müdürü Barış Pehlivan, Haber Müdürü Barış Terkoğlu, muhabir Hülya Kılınç, Yeniçağ Gazetesi’nden gazeteci yazar Murat Ağırel, gazeteciler Ferhat Çelik, Aydın Keser ve Manisa Akhisar Belediye Basın çalışanı da bu yılın Mart başlarında tutuklandılar.

İçlerinden Barış Terkoğlu 24 Haziran 2020 günü tahliye oldu.

Dün tamamı yargıç karşısına çıktılar.

İstanbul 34’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandılar.

Mahkeme akşam saatlerinde kararını açıkladı.

Özetle:

Barış Terkoğlu ile Eren Ekinci’yi berat ederken, Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç’a 3 yıl 9’ar ay, Murat Ağırel, Ferhat Çelik ve Aydın Keser’e 4 yıl 8’er ay 7’şer gün hapis cezası verdi.
Tutukluluk süreleri, yatmaları gereken süreye denk geldiği için 5’ini de tahliye etti.

(Haberin ayrıntısını https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/mit-sehidini-ifsa-davasinda-karar-cikti-6030187/ linkinden okuyabilirsiniz.)

Türkiye’nin cezaevlerinde, gazeteciliklerinden ötürü tutuklu, hükümlü onlarca gazeteci var!

AKP ve son iki yıldan beri de AKP-MHP ortaklı “Cumhur İttifakı” yönetimindeki Türkiye, dünyada, gazetecileri cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü ülkeler sıralamasında ilk beşte!

Ne acı!

Ve…

Oysa…
Türkiye’nin, yürürlükteki Anayasa (1982 Anayasası)’nın 28’inci Maddesi’nde “Basın hürdür, sansür edilemez…” yazar.

Yazar ama…
Cezaevlerinde “tutuklu veya hükümlü” olmayan gazeteciler de, ağır baskı altındalar, işleri gazeteciliği yapamaz durumdalar, bir sabah erken saatlerde gözaltına alınma, oradan cezaevine atılma kaygısıyla gazetecilik yapıyorlar!

Böylesi bir “fiili durum” ile “hukuki durum” çelişkisi var!
Anında göze batıyor!
Şöyle:
Anayasa’da (Madde 28) “Basın hürdür, sansür edilemez…” yazıyor ama uygulama tam tersi!
Gazeteci “otokontrol” yapmazsa yani kendi kendini kontrol edip sansürlemezse, uyarılıyor, otokontrole itiliyor/zorlanıyor, bununla uslanmazsa “direk sansür” görür, sansür de etkili olmazsa gözaltına alınır, oradan yargının karşısına çıkarılır, tutuklanır, cezaevine tıkılır!

Ve…
Aylar ve yıllarca cezaevinde tutulma süreci başlar!

Hani yürürlükteki Anayasa’nın 28’inci Maddesi’ne göre “Basın hür, sansür edilemez”di?!

Çağdaş ülkelerin hiç birinde “fiili durum ile hukuki durum” çelişkisi yoktur, yaşanmaz; ama “3’üncü dünya ülkeleri”nde var ve en ilkel biçimde yaşanır.

3’üncü dünya ülkelerinden olmak istiyorsak, varsın “fiili durum ile hukuki durum” çelişsin, önemli değil.

Gene de…
Yürürlükteki Anayasa yürürlükten kalkmasa da, “Basın hürdür, sansür edilemez” diye yazan 28’inci maddesi ya kaldırsın veya “Basın hür değildir, sansür edilir” biçiminde yazılsın.

Bu tümceyi yazarken, içim parçalanıyor!

Ne eylersiniz ki, ulusun böyle bir acı gerçeği var!

Eğer çağdaş ülkelerden olmak istiyorsak…
Basını özgür (hür) bırakalım…
Kısıtlamaya (sansüre) asla gitmeyelim…
Gazetecileri, gazeteciliklerinden ötürü cezaevlerine tıkmayalım, onlara ceza vermeyelim, her birinin ulus yararına gazetecilik yapmalarının önünü açalım….

Gerçek anlamda gazetecilik yapan gazeteciler, herkesten çok yurtseverdir, elerki (demokrasi), barış ve özgürlük düşkünüdürler.

Onlara kuşkuyla bakanların bakışlarında ve kafalarının içinde “hinlik” vardır…

“KANDIRIKÇI, SİYASİ PALYAÇO, ŞAKLABAN” MUHARREM İNCE’NİN SİVAS ÇIKARTMASI FİYASKO!..

150 150 bakikarakol

Unutmuştum.
Yayına girdiği ilk günlerde ilgimi çeken ve haberlerini, tartışı programlarını izlediğim, ama sonrasında “yandaş”ın bir numarası olan a haber tv canlı yayınında görünce anımsadım.
O gün 4 Eylül 2020 Cuma günüydü; “kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” Muharrem İnce (M.İ.)’nin “Memleket Hareketi”nin Sivas çıkartması vardı.
İzlemeye takıldım.
Yandaş a haber tv, sözde Atatürkçü, sözde CHP’li M.İ.’nin Sivas çıkartmasını canlı veriyordu.

Bitene kadar…

Neden?

Yazılanı anımsayalım:
“Külliyeye çıkan çok önemli CHP’li”ye, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı “Türkiye’nin güvenliği için senin CHP Genel Başkanı olman gerekir. Düşün, karar ver. Memleketin iyiliği için bu gerekli. Ben de yardımcı olurum!”
https://odatv4.com/senin-chp-genel-baskani-olman-gerekir-yardimci-olurum-20111934.html demiş.

Taşlar oturtulduğunda, “Külliye”ye çıkan o “çok önemli CHP’li”nin kim olduğu ortaya çıkıyor:
M.İ.

M.İ. olmasaydı, yandaş a haber tv baştan sona canlı yayın yapar mıydı?

Kep düşmüş, kel görünmüştür.

Geçelim…

M.İ.’nin Sivas çıkartması, sözcüğün tam anlamıyla “fiyasko” idi.

M.İ. korona virüsünü bahane ederek, 100-150 kişi bekliyordu, 20-30 kişi gelmişti!

2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde meydanlara milyonları toplayan M.İ. 20-30 insan toplayabilmişti!

Dahası:
Cumhurbaşkanlığı seçiminde, gittiği, geçtiği her yerde şaşılası derecede ilgi, sevgi vardı, şimdi ondan eser yoktu; görmezden geliniyor, uzak duruluyordu.

“Atatürk düşmanlığı” nedeniyle hiç sevmediğim, yazdıklarını okumadığım, tartışı programlarındaki konuşmalarını dinlemediği yandaş, yalaka Nagehan Alçı’nın bir yazısının başlığı gibi:
M.İ.’nin Memleket Hareketi ölü doğdu.

Böyle olacağı belliydi.
Günler öncesinden defalarca yazdım, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında, seçim sürecinde gidemediği illerden başlayarak, 81 il’e “teşekkür ziyareti” yapacaktı, iki il (Erzurum ve Kırklareli) ile yetindi.
Çünkü…
24 Haziran 2018 gecesi yitmesi, hele de “Adam kazandı” demesi, halkta büyük tepkiye, kırgınlığa neden olmuştu.

Halk yüz vermedi.

Memleket Hareketi de aynı olacak.
Halktan gene yüz bulmayacak, noktalayacak.

“Bir siyasetçinin, siyasi yaşamı nasıl biter?” diye sorup merak eden, M.İ.’yi izlemeye alsın.

Kendini yönetemeyen M.İ. “ülke yönetmek” sevdasına kaılınca, siyasi yaşamını bitirmekle kalmadı, ülkesine, halkına, “Partim” dediği Cumhuriyet Halk Partisi’ne büyük zararlar verdi.

Ama artık veremeyecek.
Halktan yüz bulamayacak.
İnat ederse, halktan tekme yiyecek.

“Atatürkçüyüm” der ama değildir; örnek aldığı lider olarak Atatürk’ü söylemez/göstermez, okuduğu kitaplar arasında Atatürk’ün “Nutuk”unu anmaz.

Her defasında, çocuk yaşlarda CHP’de olduğunu söyler.
Çocuk yaşlarda CHP’de olmuş ama CHP’li olamamıştır.

Bunlar da ortaya çıktı.

Bundan sonra en iyi yapacağı iş:
Reklamlarda oynamak.

Reklam yıldızı olur.
Siyasi reklamların da aranan aktörü…

Bugünkü CHP yönetiminin, ipin ucunu kaçıran M.İ. ile ilgili “ihraç” dilek ve istemlere olumsuz yaklaşması, M.İ.’yi adeta koruyup kollaması, başlı başına bir “vaka”.
Ayrı yazı konusu.
Ama şu kadarını söyleyeyim:
Genel Merkez yönetimi de M.İ.’den ayırtsız (farksız).

Bunlar topyekun CHP’den kovulması, CHP kapısından içeri sokulmaması gereken, CHP’ye özel yerleştirilmiş insanlardır!

Sökülüp atılmalarına az kaldı.

Partim CHP’min 97’inci kuruluş (9 Eylül 1923) yıldönümü ülkeme, halkıma hayırlı, uğurlu, kutlu olsun…

RTÜK’ÜN, TELE 1 TV’YE VERDİĞİ İLKEL, GERİCİ, ORTAÇAĞ ANLAYIŞI “KARARTMA” KARARI KALKTI

150 150 bakikarakol

Kimse yadsımaya kalkmasın, yadsımaya kalkarak kendini ve başkanlarını yanıltmaya, kandırmaya yeltenmesin…
Kemal Atatürk, dünya lideridir.

O’nu “dünya lideri” yapan, düşünceleri, söylemleri, eylemleri, ilkeleri, bıraktıkları vb’dir.

O’nun kurtardığı “Türkiye”nin, kurduğu “Çağdaş, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin, onurlu, gururlu, inançlı, bağımsızlığı ve özgürlüğü kendine ilke edinen vatandaşı olarak, düşünce özgürlüğünü kısıtlayan araçların her türlüsüne karşıyım, karşı olacağım.

Düşünce özgürlüğü, yaşamın oksijendir.

Düşünce özgürlüğünü kısmak, işgal kuvvetleri komutanlarına esir düşmekten ayırtsızdır (farksızdır).

Yürürlükteki 1982 Anayasası’nı 28’inci Maddesinde “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.” denilmesine karşın, Türk basınında “sansür” ve “baskı”, dünya lideri Kemal Atatürk sonrası dönemlerde hep var oldu, Türk basının üzerinde demoklesin kılıcı gibi durdu.

Yetmedi…
Radyo ve televizyonlarımızın tepesine, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) diye bir “giyotin” oturttular.

Öyle ilkel, gerici, karanlık kararlar aldı ve uyguladı ki, “giyotin” sözcüğü ile anılmayı hak etti.

Mayıs 1994 yılında kuruluşu gerçekleşen RTÜK, 20 veya 25 yıl önceydi; yanlış anımsamıyorsam, Star veya Kanal D TV idi; “karartma” cezası vermişti.
Uğur Dündar’ın sözlerinin saat tam 24.00’da bitimiyle ekran karartıldı.

Ekranın karartılması içimi öyle bir sızlattı ki!..
Dakikalarca ağladım!
Utancımdan!..
Gururum kırılmıştı!

Giderek, siyasi iktidarın etkisi altına giren gerici, Ortaçağ karanlıkçısı RTÜK, Tele 1 TV ve Halk TV kanalları için uyduruk gerekçelerle 5’er gün geçici kapatma/karartma cezası verdi.

Dahası vardı:
“Islah olmazlarsa (!)”, lisanları iptal edilecek!

Bir karar aldım:
Eğer RTÜK’ün bu uçuk, ucube kararı uygulanırsa, www.bakikarakol.com sitemde ve @BakiKarakol twitter hesabımda 5 gün boyunca yazmayacak, paylaşımlarda bulunmayacağım…

Yargının “yürütmeyi durdurma” kararlarına karşın, TRÜK, bir yolunu buldu, Tele 1 TV’ye, ilkel, gerici “karartma” kararını 2 Eylül 2020 Çarşamba gecesi ana haberin ikinci diliminde (saat 19.00 sıralarında) “tebliğ” etti.
Ve…
Aynı gecenin saat 23.59’unda Tele 1 TV karartıldı!

Karartmaya bakamadım.

Bilgisayarımın başına geçtim “ANAYASA’NIN 28’İNCİ MADDESİ YA KALDIRILSIN YA DA ‘BASIN HÜR DEĞİLDİR, SANSÜR EDİLİR…’ DİYE DEĞİŞTİRİLSİN!..” https://bakikarakol.com/anayasanin-28inci-maddesi-ya-kaldirilsin-ya-da-basin-hur-degildir-sansur-edilir-diye-degistirilsin/ başlıklı yazımı yazdım, 3 Eylül 2020 Perşembe saat 00.03’te yayına koydum.

Ta ki bugün (8 Eylül 2020 Salı) saat 00.10’a kadar, ne özel sitemde, ne de twitter hesabımda tek sözcük bir şey yazmadım.

Karartıyı görmemek için 2 Eylül 2020 Çarşamba saat 23.55’den, dün (7 Eylül 2020 Pazartesi) saat 23.59’a kadar karşısına oturmadığım Tele 1 TV’nin ekranındaki karartmanın kalkışını izlemek için özel özen gösterdim.

Kapanışta kalınan yerden açılış yapıldı.

Gene kendimi tutamadım ağladım.
Bu defa sevinçten…

Hemen bilgisayarımın karşına oturdum “VE
2 EYLÜL 2020 ÇARŞAMBA SAAT 23.59’DA, KARANLIKÇI, İLKEL VE ORTAÇAĞ ANLAYIŞLI RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU (RTÜK) KARARIYLA KARARTILAN TELE 1 TV KANALI, 8 EYLÜL 2020 SALI SAAT 00.01’DE YAYINA GİRDİ…
OH!..” https://twitter.com/BakiKarakol/status/1303078227049623552 sözcüklerden oluşan tümcemi yazdım, saat 00.10’da paylaştım.

Mutluydum.

Ama…
Umutsuz ve huzursuzdum.
Sırada Halk TV vardı.

Halk TV de 5 gün karartılırsa, gene 5 gün www.bakikarakol.com özel sitemde ve @BakiKarakol twitter adresimde yazmayacak, paylaşımlarda bulunmayacağım.

Karartmaların ardından lisans iptali gelirse, TRÜK’ü, RTÜK’ün güç aldıklarını, böylesi ilkel, gerici, Ortaçağ karanlığı anlayışıyla verilen karar ve uygulamalarından ötürü, dün ve şimdiki gibi ayıplayacağım, kınayacağım, protesto edeceğim.
Muhalefetin muhalefetsizliğini, basının duyarsızlığını da…

ANAYASA’NIN 28’İNCİ MADDESİ YA KALDIRILSIN YA DA “BASIN HÜR DEĞİLDİR, SANSÜR EDİLİR…” DİYE DEĞİŞTİRİLSİN!..

150 150 bakikarakol

“İktidarın sopası” Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), ilkel, gerici, Ortaçağ anlayışıyla verdiği karar doğrultusunda, Tele 1 TV ve Halk TV kanallarını 5’er gün süreyle “karartırsa”, protesto amaçlı olarak ben de www.bakikarakol.com özel sitemde ve @BakiKarakol adresli twitter hesabımda “5 gün yazmayacağım”a söz vermiştim.
Kendini yargının yerine koyan RTÜK, Tele 1 TV’nin 2 Eylül 2020 Çarşamba saat 23.59’dan itibaren 7 Eylül 2020 Pazartesi saat 23.59’a kadar “karatrılması”na kararı uygulamaya sokmuş ve Tele 1 TV yönetimine “tebliğ” etmiş.
Bana da, “sözümü tutmak” düşer.
O nedenle…
Yasaya ve yargının “Yürütmeyi durdurma kararı”na aykırı olarak uygulanan “karartma kararı”dan ötürü, verdiğim sözü tutuyor, 8 Eylül 2020 Salı gününe kadar yazmayacağımı bilgilerinize sunmak istedim.

Bu arada…
Sansürcülerin, karartmacıların “patronu” konumundaki siyasi kadrolara bir önerim var:
Lütfen…
Yürürlükteki 1982 Anayasası’nın “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.” diye yazan 28’inci Maddesini ya “kaldırın” ya da “Basın hür değildir, sansür edilir. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlıdır” diye değiştirin.

Yazılım ile fiili durum aynı olsun ve hukuki durum kazansın.

İlkel, gerici, zifiri karanlık Ortaçağ anlayışın sonucu olarak gerçekleşen “karartma”dan, ülkem adına, halkım adına utanıyorum ve “karartma”yı ayıplıyor, kınıyor, protesto ediyorum!..

AKP AĞZIYLA KONUŞAN SÖZDE CHP’Lİ ESKİ MİLLETVEKİLİ!..

150 150 bakikarakol

Gürkan Hacır sunumundaki “Şimdiki Zaman Siyaset” programı dün gece (1 Eylül 2020 Salı) gece Halk TV’de yeni sezonuna başladı.
Hayırlı olsun.

Gazeteci kökenli, İstanbul CHP eski Milletvekili “çocuk” gene canlı yayınlanan programdaydı.
İlk başta şu iki savda bulundu:
Birincisi:
Seçimler, 10 Nisan 2020’de olacak.
İkincisi:
Anayasa değişikliği yapılarak, yerel seçimler de, bu tarihte, Cumhurbaşkanlığı, Milletvekili Genel seçimiyle birlikte yapılacak.

Çok güvendiği kaynaklarından aldığı bilgileri paylaştığını özellikle vurguladı.

Önceki yıllarda da böylesi savlarda bulunurdu.

Bir keresinde, Ayşenur Arslan “Medya Mahallesi” programına konuk almış, sormuştu:
“İlginç, çarpıcı şeyler söylüyorsun. Kaynağın kim?”
Sırıtarak “AKP’liler” demişti.

Kaynağı “AKP’liler” olan CHP’li bu gence, o programdan sonra “AKP’lilerin kullandıkları çocuk” dedim.

Her yeni şeyler söylediğinde “AKP ağzıyla konuşan” der oldum.

Dün gece de, yukarıdaki sözleri ve canlı yayının ilerleyen saatlerinde başka söyledikleri, tam tamına “AKP ağzı” idi.

Bir AKP’li söyleseydi, kadar etkili olamazdı, reyting yapamazdı.

Ben, hiçbir kaynağa dayanmadan, kendi gözlemlerime, izlenimlerime, analizlerime dayanarak, “Cumhurbaşkanlığı” ve “Milletvekili Genel Seçimi”nin, bu “çocuğun” savladığı gibi “10 Nisan 2020”de değil, Kasım 2020’nin ilk Pazar’ında yapılacağı görüş ve öngörüsündeyim.
Şöyle ki:
AKP, yüzde 34.42 oy aldığı ve bu yüzdelik oy’la 365 Milletvekili çıkardığı 3 Kasım 2002 seçimlerinin 20’inci yılına denk getirmek istiyor.

Bekleyip görelim, hangimizinki doğru çıkacak.

Yerel seçimlerin de öne çekilmesine, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimi ile birlikte yapılmasına ilişkin sava, şimdilik “Olabilir”, “Olmayabilir” pencerelerinden bakıyorum.
Çok erken olacağı için, bu konuda derinlere inmek istemiyorum; ama belli ki AKP içinde çalışma var.

AKP ağzıyla konuşan gazeteci kökenli İstanbul CHP eski Milletvekili “çocuk”, üyesi olduğu CHP’nin şimdiki Genel Başkanı “adı lazım değil”e ve Genel Merkez Yönetimine, iki gün sonra (4 Eylül 2020 Cuma) Sivas’tan “Memleket Hareketi”ni başlatacak “kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” Muharrem İnce (M.İ.)’nin, Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla partiden “ihraç” edilmemesi, M.İ.’ye sahip çıkılması ve M.İ.’nin harcanmaması çağrısında bulundu.

Bu çağrı da, tam bir AKP ağzı!

Çocuk yaşlarından CHP’de olduğunu her defasında dile getiren M.İ.’nin, CHP’li olmadığını, olamadığını ve olamayacağını önceki yazılarımda işledim.

CHP’li olmayanın, CHP’de kalıcılığı, CHP’ye ve ülkeye büyük zarardır! Doğru olan, bir dakika dahi CHP’de tutmamaktır.

M.İ.’nin, “Memleket Hareketi”nin başlangıcında ve sonraki sürecinde “kalabalıklar”ın olmamasına özen göstereceğini “pandemi”ye bağladığını gene bu AKP ağızlı sözde CHP’liden dün gece öğrendim.

“CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı olmalı” diretmesine “Çatı aday yanlış, Millet İttifakı içinde yer alan siyasi partilerin genel başkanları Cumhurbaşkanı adayı olmalı. Yoksa Cumhur İttifakı’nın adayı gene kazanacak” sözlerini ekledi.

Bu sözleri ve Cumhur İttifakı içinde yer alan MHP’nin, Büyük Birlik Partisi’nin, Vatan Partisi’nin genel başkanlarının, Cumhurbaşkanı aday olmamalarına, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanın adaylığını desteklemelerine tek sözcük etmeyerek de AKP ağzıyla konuşmuştu.

Ah çocuk ah!
Çocukluktan, AKP ağzıyla konuşmaktan kurtulamadın gittin!

Kurtulacağın da yok ya!..