Yazılarım

TBB BAŞKANI FEYZİOĞLU İSTİFA ETSİN, AVUKATLIĞI BIRAKSIN, “NABZA GÖRE ŞERBET”Çİ MERHUM DEDESİ GİBİ SİYASETÇİ OLSUN!..

150 150 bakikarakol

“Çağdaş Hukuk”a, “Bağımsız Yargı”ya sonsuz güven duyan biri olarak, “Savuna hakkı” ve “Barolar’ın parçalanmaması” için illerinden Ankara’ya sembolik yürüyüş yapan 80 ilin Baro Başkanının Ankara’da polis tarafından önü kesilerek, Ankara’ya girişlerine, Anıtkabir’i ziyaretlerine izin verilmemesine, itiş kakış yaşanmasına içim parçalandı!..
Utandım!..

Dün (22 Haziran 2020 Pazartesi), Atatürk Türkiye’si ülkemizde “Kara Gün” yaşanmıştır ve tarih böyle yazacak!..

Polis engeli yetmezmiş gibi, lümpen işçiler kışkırtılarak, Yargı’nın olmazsa olmazlarından “Avukatlar”ımıza saldırtılması bir başka çirkinlik, ayıp!..

Dünyada olumsuz karşılanan bu olayla ülkemiz, halkımız gene “ciddi zarar” gördü!..

Avukatların il bazında örgütlendikleri “Baro”ları var…
Barolar da, “Türkiye Barolar Birliği (TBB)” çatısı altında toplanmışlar…
Etkin ve etkili örgüttür…
Başında “Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu” adında biri var…

Feyzioğlu iki yıl öncesine kadar, keskin, tutarlı, demokrat, AKP iktidarına karşı hukuk savaşı veren biriydi!..
İki yıldan beri, bambaşka biri oldu!..

Ne oldu da, iki yıl öncesine kadar “hukuk”, “bağımsız yargı” savaşımı verdiği siyasi görün safına geçti?!.
Bilinmiyor!..

Neden?!.

Dün, meslektaşları ve Başkanı olduğu “Birliğin” üyeleri, ülkenin Başkenti Ankara’ya giremezken, geceyi, polis çemberinde “yolda” geçirirken, TBB Başkanı Feyzioğlu yoktu!..

İnanılır, kabul edilir gibi değil!..

Neden yoktu?!.

Saf değiştirdiğinden!..

Neredeydi?!.

İki yıldan beri, değiştirdiği saftakilerin yanında!..

AKP-MHP ortaklı Cumhur İttifakı İktidarı’nın yandaşı olan Metin Fevzioğlu, 16 Baro Başkanı ile Anıtkabir’e çıktı!..
Ağzında tek “siyah maske” onda vardı; diğerleri “beyaz maske”liydi!..

Basına da açıklama yaptı, şunları söyledi:
“Biz Türkiye Barolar Birliği olarak baroların yapısını ve seçim sistemini ilgilendiren kanun teklifi ön hazırlıkları ile ilgili Meclis’te çok yoğun bir çalışma içindeyiz. Altını çizerek söylüyorum çoklu baroyu doğru bulmuyoruz. Bunun yanlışını da gerekçeleri ile anlatıyoruz.
Bugün bazı baro başkanlarımız çeşitli illerden Ankara’ya geldiler ve şehir girişinde kısa bir yürüyüş yaparak, Anıtkabir’e geçmek istediler. Silahsız saldırısız şiddetsiz yürüyüş yapmak temel haktır. Polis ise otobüslerle Anıtkabir’e gidilebileceğini ama yürüyüşe izin vermeyeceklerini söyledi. Ben ve bazı baro başkanlarımız şehir dışından gelen baro başkanlarımızı Anıtkabir’de bekliyorduk.
Haberi alınca önce saygı duruşumuzu gerçekleştirdik. Sonra TBB Yönetim Kurulu üyeleri ve oradaki tüm baro başkanları şehir girişine intikal ettiler. Ben de o andan itibaren Adalet ve İçişleri Bakanlarımızla, Ankara Valimizle, Emniyet Genel Müdürümüzle görüşüyorum. Kimseye zararı olmayan bu yürüyüşün engellenmesinin yanlış olduğunu izah ediyorum. En son Sayın Meclis Başkanımıza gittim. Kendisi de devrede. Krizin kimseye faydası yok. Çözüleceğine inanıyorum.
Biz TBB olarak yürüyüşe katılmıyoruz. Onun yerine Meclis’te çalışmayı tercih ediyoruz. Ancak yürümek isteyen başkanlarımızın bu taleplerini saygıyla karşılıyoruz. Temel haklarının engellenmesini doğru bulmuyoruz. Belki bazıları sorunlara yaklaşımımızdaki yöntem farklarından düşmanlıklar yaratmak isteyebilir. Buna gerek yok. Meslektaşlarımız da vatandaşlarımız da kriz değil çözüm istiyor. Kavga değil huzur istiyor.
Hepimizin birbirimize hoş görülü olması lazım. Biz TBB olarak meslektaşlarımızın dağ gibi birikmiş sorunlarını çözmek için çalışıyoruz. Tüm barolarımızla da bu konuda her zaman olduğu gibi işbirliği yapmaya devam ediyoruz.”
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/feyzioglu-devrede-krizin-cozulecegine-inaniyorum-1746763

Önceki gün (21 Haziran 2020 Pazar) Sözcü Gazetesine konuşan İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu’nun şu sözleri önemli, anlamlı:
“*Artık Metin Feyzioğlu bence avukatlığın bir sorunudur.
* Metin Feyzioğlu bu getirilen teklifin ortağıdır, belki yazıcısıdır, katibidir.
* Ortak bir yazım söz konusuysa ortaklığın içerisindedir.
*80 baroyla birlikte kendisinin de imza attığı metne ihanet etmiştir.
* Bu yetmediği gibi, baro başkanlarına da tuzak kurmuştur.”
https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/ankaraya-yuruyen-durakoglu-sozcuye-konustu-artik-feyzioglu-avukatligin-bir-sorunudur-5886547/

Gelin, 2014’ün Mayıs ayının 10’una gidelim…
O gün, Danıştay’ın 146’ıncı yıldönümüdür…
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da oradadır…

Erdoğan salona girişte el sıkışıp şakalaştığı TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’na, kürsüde uzun konuşmasından ötürü, oturduğu yerden “Yanlış konuşuyorsun” diyerek, tepki gösteriyor…
Feyzioğlu ”Neyi yanlış konuşuyorum Sayın Başbakan’ım?” diye soruyor, ”Böyle bir edepsizlik olmaz ki” yanıtını alıyor…

Ve karşılıklı söyleşme uzayıp gidiyor…
Verdiğim linki tıklarsanız, gerisini okursunuz: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/feyziogluna-kizan-basbakan-toreni-terk-etti-26391061

Acaba…
“Edepsizlik” sözcüğü zamanın Başbakanı tarafından yüzüne söylenen Feyzioğlu, saf değiştirmesini, Baroların parçalanmasını, Baro Başkanlarına dün Ankara’da yapılanlara karşı duruşunu kendini nasıl tanımlar?!.

Metin Feyzioğlu artık TBB Başkanı değildir, olamaz!..
İSTİFA ETMELİDİR!..
Yetmez…
AVUKATLIĞI BIRAKMALIDIR!..

Bilsin ki…
Hukukta “nabza göre şerbet” olmaz, siyasette olur!..
Siyasete atılsın, “nabza göre şerbet”çi merhum dedesi devlet ve siyaset adamı Prof. Dr. Turhan Fevzioğlu gibi siyasetçi olsun!..

İLKEL, SAPIK ANLAYIŞLARI İÇİN, FİLMİN ORJİNAL SENARYOSUNDAKİ 18 YAŞ VE ÜSTÜNÜ 12 YAŞA İNDİRMEK CİNLİĞİ!..

150 150 bakikarakol

Filmin başrol oyuncaları genç ve güzel kadınla, genç ve yakışıklı erkek yataktalar…
Kadın, yaşam öyküsünden anlatıyor:
12 yaşındaymış, fabrikada çalışıyormuş, o gün çalışma saati bitmiş, eve gelmiş…
Evde, yakışıklı bir adam varmış…
Annesi tanıştırmış…
O adamla yatmış, kadın olmuş…

Yazarken nefesim kesildi!..
İzlerken de kesilmişti!..

*12 yaşında bir kız çocuğunun fabrikada çalışması, çalıştırılması!..
*12 yaşındaki fabrika işçisi kız çocuğunun iş bitimi, yorgun argın döndüğü evinde, yakışıklı -belki babası yaşında- bir adamla, annesinin “rızalığıyla” yatması, yatırılması, kadın olması!..

İnanamıyorum, kabul edemiyorum!..
Böyle bir şey nasıl olur, nasıl olabilir?!.
Böyle bir şey seyirciye izletilir mi?!.
Böyle film mi olur?!.

Star TV’de 20 Haziran 2020 Cumartesi günü “Gündüz Kuşağı”nda saat 13.45’de “TAŞIYICI: Son Hız” adıyla izlenen, orijinal adı “The Transporter Refueled” olan, “Camille Delamarre” yönetimindeki, 2015 yılı Fransa yapımı “aksiyon” filminden söz ediyorum…

12 Aralık 2019’da saat 21.45’de gene Star TV’de yayınlanmış…

Başrollerinde “Ed Skrein”, “Ray Stevenson” ve “Loan Chabanol” oynayan filmin 7,5 ay önceki yayınında, olasılığına inanmadığım, inanmak istemediğim, nefesimi kesen anlatı var mıydı?!.

İzlemediğim için, bilmiyorum…

Eğer vardıysa, korkunç!..

Yoktuysa, ikincisinde “konulduysa”, gene korkunç!..

Elerkinin (demokrasinin) beşiği ülkelerden Fransa’da, 2015’de, 12 yaşında bir kız çocuğunun fabrikada işçi çalışması, çalıştırılması olası mı?!.

Değil!..

Fransız halkı ve en başta Avrupa Birliği ülkelerinin film eleştirmeleri kıyameti koparırlar, ayağa kalkarlar, böyle bir filmi izlemez, izlenmesine izin vermezler!..

Aynı tepki, 12 yaşındaki kız çocuğunun, kendisinden yaşça çokça biri tarafından cinsel ilişkiye girilmesine gösterilir!..

Bu iki nedenden ötürü, anılan film iş yapmaz, yapımcısının elinde kalır!..
Uyanık yapımcı anca, çocukları çalıştıran, küçük yaşta evliliğe izin veren ülkelerde filmini pazarlar…

Türkiye o Pazar ülkelerden biri olmalı!..

Ya da…

Filimde “12” yaş, “18 yaş ve üstü”dür; “küçük yaşta çocuk çalıştırma, çocuk evliliği yanlıları”, yabancı film senaryolarının “tercümeleri”ne de el atmışlar, “tercüme sahtekarlığı, düzenbazlığı” yapmış, yaptırmışlardır!..

Bu “yanlılar, böyle bir şey yaparlar mı?!.

Evet, yaparlar, yaptırırlar!..

Cinliğin böylesine “pes” doğrusu!..

Filmin orijinal senaryosundaki “18 yaş ve üstü”nü “12 yaşa indirmek”le, ilkel ve sapık anlayışlarına “algı” yaratmak, yaratılan algıyla yol almak, cin fikirliğin daniskasıdır!..

SOYLU KANITLASIN, BEN DE “SAYGI ÖZTÜRK’ÜN YAZISI NAMUSSUZLUKTUR” DİYECEĞİM!..

150 150 bakikarakol

Twitterda gezinirken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun şu paylaşımı gözüme ilişti:
“İnsanlık görevimi yapıyorum
Saygı Öztürk’ün bu yazısı namussuzluktur
Bahar Hanım ahlaklı, faziletli bir kadındır
Ali Beye minnettarız Trabzon turizmini ayağa kaldırdı
Bugünden sonra bu namus düşmanını kim muhatap alırsa, gözümde aynı namussuzluğun ortağıdır, haysiyet celladıdır”


İnanamadım, anlam veremedim!..
Yadırgadım!..

İçleri Bakanı Soylu’yu, böylesine kızdıran, böyle bir twitter paylaşımında bulunmasına neden olan neydi?!.

Twitterın altındaki kutuyu tıkladım…
Dün (18 Haziran 2020 Perşembe) sabah saat 07.00’da www.sozcu.com.tr internet sitesinde yayına verilen, Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk’ün imzasını taşıyan “Trabzon’da böyle bir yükseliş görülmedi” https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/trabzon-boyle-bir-yukselis-gormedi-5880733/ başlıklı haberi okudum…
Bir değil, sekiz kere…
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu, öyle bir twitter yazmaya iten “şeyi”, “şeyleri” aradım…
Bulamadım…
Trabzon AKP Milletvekili Bahar Ayvazoğlu, “özne” değildi, eşi Ali Ayvazoğlu’nun “yükselişi”, gazetecilik etiği çerçevesinde anlatılıyordu…
Milletvekili Bahar Ayvazoğlu ile ilgili olumsuz bir şey yok…

Bahar Hanım bekardır, AKP’de evli Ali Ayvazoğlu’yla tanışıyor, arkadaş oluyor; Ali Ayvazoğlu eşinden boşandıktan sonra da evlilik gerçekleşiyor…
Bu!..
Başka bir şey yok!..

Bunu yazmanın sakıncası ne?!.
Buradan “ahlaklı, fazilet kadın” anlamı çıkarmak, adı gibi “saygılı” biri olan Saygı Öztürk’e “yazdığı namussuzluktur” diye saldırmak niye?!.

Ve…
Hiç etik değil!..

“İçişleri Bakanlığı” gibi herkesi sahiplenip koruyan “kurum”un başında -“atanmış” da olsa- “Bakan” sıfatıyla oturan, “saygın siyasetçi babanın oğlu” Süleyman Soylu’ya yakışmadı!..
Soylu’nun bir “yapmaması gereken”di!..

Neden yaptı?!.

“İnsanlık görevimi yapıyorum” derken, haberinde “dürüst”, “namuslu” davranan Saygı Öztürk’ü de düşünmesi, ona da “insanlık görevini yapması” gerekmiyor muydu?!..

Dahası…

Kendisi ve Bakanlığı dışındaki konuya neden girdi?!.
Kafası mı karışık?!.
Başka neden veya nedenler mi var?!.
Bir yere, yerlere ileti mi veriyor?!.
Yoksa bir hazırlığın işareti mi?!.

Dedim ya:
Anlamlandıramadım!..

1978’de Kars muhabirliğini üstlendiğim Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Büro’dan tanıdığım, “medya ombudsmanı” Faruk Bildirici’in beğeni ile izlediğim www.farukbildirici.com sitesinden, dünkü “Bakan Soylu’dan gazeteciye hakaret savunması” başlıklı yazısını okudum…
Bildirici, “İçişleri Bakanı’nın gazeteciye hakaret etme serbestisi mi var? Soylu, Müyesser Yıldız’dan sonra şimdi de gazeteci Saygı Öztürk’e hakaret yağdırıyor. Bu vesileyle bir daha sorayım; Müyesser Yıldız’ın telefonunun dinlendiğini önceden biliyor muydu?” tümcelerinin ardından şöyle yazıyordu:
“Yarım saat kadar sonra telefonum çaldı. İçişleri Bakanlığından aranıyordum. Az sonra Bakan Soylu karşımdaydı. Hemen konuya girip, hızlı hızlı konuşmaya başladı:
– Haberde bir kadının namusuna dil uzatmış. Böyle yazmaya hakkı var mı? Yükselme tarafını yazsın, eleştirsin. Ben ona bir şey demem. Ama kadının namusuna laf uzatıyor. Ben Bahar hanımı tanırım.
– Ama Sayın Bakan siz de haberi eleştirmiyorsunuz, gazeteciye hakaret ediyorsunuz.
– O bir kadının namusuna dil uzatarak bana o hakkı veriyor. Siz arkadaşınıza söyleyin böyle yazmaması gerektiğini, onu eleştirin.
– Siz de yükselme tarafıyla ilgili bir şey söylemeden doğrudan hakaret ediyorsunuz. Bir bakan olarak hakaret etmeden yazsanız itirazınız daha rahat anlaşılmaz mı?
– O haberi okudunuz mu? Haberde doğrudan kadının namusuna dil uzatıyor.
– Ben okudum haberi evlilik dışı ilişki iması var.
– İma değil… O kadarla kalmıyor. Doğrudan öyle yazıyor. Ali’yi de tanırım, o Trabzon’da turizmi ayağa kaldırdı.
Bakan Soylu ile konuşmamız özetle böyleydi. Tahmin edileceği gibi anlaşamadık. Ben kendisini hakaret etmeden eleştirmesi ve haberin asıl önemli tarafının bürokrasideki hızlı yükseliş konusu olduğuna ikna edemedim. Soylu da beni haberin Milletvekili Bahar Ayvazoğlu’nun namusuna odaklandığı konusunda.” https://farukbildirici.com/blog/detay/Bakan-Soylu-dan-gazeteciye-hakaret-savunmasi-1

Bildirici’nin emeğine, kalemine sağlık, doğruları yazmış…
İçişleri Bakanı Soylu’nun yanlışında diretmesi, inat etmesi şık değil!..

Bakan Soylu, bu yanlışı ile Saygı Öztürk’e saygınlık kazandırdı, kendine ciddi zarar verdi!..

Kendisine buradan çağrıda bulunuyorum:

Savladığınız (iddia ettiğiniz) gibi, “Saygı Öztürk’ün yazısı namussuzluktur” ise “kanıtlayın”!..
Kamuoyu ikna olsun…
Söz veriyorum:
Yanınız yer alacağım, sizin gibi ben de “Saygı Öztürk’ün bu yazısı namussuzluktur” diyeceğim!..

Yazımı, dün gece KRT TV’de canlı yayınlanan, Çiğdem Akdemir’in sunumundaki “Söz Meclisi” programında duygulanmasına duygulandığım saygın insan, saygın gazeteci yazar Saygı Öztürk’ün “Namussuzluğumu bir kişi ortaya koysun” çağrısının yerini bulması ve gerçekleşmesi dileğimle bitiriyorum…

BEĞENİRSİNİZ, BEĞENMEZSİNİZ, BU BENİM DÜŞÜNCEM, YORUMUM, SENARYOM

150 150 bakikarakol

Dün (17 Haziran 2020 Çarşamba) Halk TV’de, Ayşenur Arslan “Medya Mahallesi” programında anlatınca haberim oldu…
Arslan’ın anlattığı “Ankara Kulisi” idi…
Özetle şöyle:
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 12 Nisan 2020 Çarşamba gecesi istifa etmeden saatler önce, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, görevden almak istiyor ve kararını, Saray’a çağırdığı Soylu’nun yüzüne söylüyor…
Soylu “Kararınıza saygı duyarım” diyor, ekliyor:
“Bilmenizi isterim: Partiden de giderim. Giderken de, 20-30 arkadaşla giderim.”
Bunun üzerine, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı Soylu’yu görevden almıyor…

Adı üstünde: Kulis…
Doğru da olabilir, olmaya da bilir…

Bana, “Soylu yanlısı bir kaynağın işi” gibi geldi…

Soylu’nun, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’na “Partiden de giderim. Giderken de 20-30 arkadaşla giderim” sözünü etmiş olabileceğini olası görmüyorum…
Şundan:
Bir; AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına sevgisi, saygısı var…
İki; AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı izin vermez, sert tepki gösterir, o anda görevden alır ve kamuoyuna açıklar…

Soylu, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının bunu yapacağını iyi bilir…
Şunu da:
“Partiden, 20-30 Milletvekili götüremeyeceğini” öngöreceğini de…

Sonuçta…
Twitter hesabından aynı gece saat 21.30’larda, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kendisi istifasını yazdı, duyurdu…
İki saat içinde gerçekleşen ve 2 milyonu aşan “Soylu’nun istifası kabul edilmesin” kampanyası etkili oldu, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı istifayı işleme koymadı…
Soylu, iki saatlik “istifa”dan güçlenerek çıktı, “Süleyman Soylu artık bir lider” diye yazanlar, konuşanlar, MHP’ye iliştirenler oldu…

Geçelim…

Varsayalım…
“Damat Bakan”a omuz atan Soylu, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına “Partiden de giderim. Giderken de 20-30 arkadaşla giderim” sözünü etti…
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının da partisinden 20-30 Milletvekilinin gitmemesi hatırına “blöf”ü gördü…

Tek neden bu olabilir mi?..

Sanmıyorum…

Pekiii…
Süleyman Soylu’ya “katlanma”nın nedeni ne?!.

Soylu dört dörtlük bir AKP’li, İçişleri Bakanı, güçlü siyasi mi?..

Şöyle düşünüyor, şu senaryoyu yazıyorum:
Geniş analizci, danışman kadrosuyla çalışan AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, Adalet Partisi ve Doğruyol Partisi kökenli Trabzonlu babanın oğlu, aynı siyasi çizgideki ve 6 Ocak 2008-16 Mayıs 2009 yılları arasında Demokrat Parti (DP) Genel Başkanlığını yapan Süleyman Soylu’yu çok iyi tanımış, onun siyasette ne yapıp yapamayacağını bir bir saptamıştır…
Bir siyasi hareketi sırtlayıp götüremeyeceğini, AKP’den ayrıldığı anda unutulup gideceğini ama süper “2’inci adam” olabileceğini görmüştür…
Gözü karadır, arkasında kale gibi durulunca yapamayacağı, başaramayacağı iş yoktur…

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı Süleyman Söylu’ya bu özelliğinden ötürü katlanıyor, arka çıkıyor…
Çünkü…
Bundan yararlanmak istiyor…
Çünkü…
Kafasının içinde başka düşünce var…

O düşünce…

Gözlemlediğim kadarıyla; AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, Cumhur İttifakı ve Cumhur İttifakı İktidarı ortağı MHP’nin “etkinliği”nden hoşnut değil…
Bunu “terse çevirmek” istiyor…

Bunun da “özne”si Süleyman Soylu’dur…

Milliyetçi, Ülkücü da tabanda sevilen, tutulan “Süleyman Soylu’lu MHP” ile ittifakta ve iktidarda olmak, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanını rahatlatır, mutlu eder…

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, bu benin düşüncem, yorumum, senaryom…

AKP’DE, CUMHUR İTTİFAKI VE İKTİDARI’NDA NELER OLUYOR?..

150 150 bakikarakol

Başlıktaki sorunun yanıtı için düne (16 Haziran 2020 Salı) ve önceki güne (15 Haziran 2020 Pazartesi) gidelim…

Önceki gece:

Bir hafta, on günden beri sokakta olan ve adlarına toplanan 330 Milyon TL’nin neden kendilerine verilmediğini sorup bu paranın verilmesini isteyen “15 Temmuz Gazileri”, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının, AKP Genel Merkezinde olduğunu öğreniyorlar, seslerini duyurmak için AKP Genel Merkezi önünde toplanıyorlar; polis dağıtmak istiyor, itiş kakışta iki gazi yaralanıyor…

Aynı gecenin ilerleyen saatlerinde, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan “5 ilin Emniyet Müdürünün atama kararı” Resmi Gazete’de yayınlanıyor…
İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı’na, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne de Adana Emniyet Müdür –“FETÖ’nün kabusu” diye de anılan- Zafer Aktaş atanıyor…

Şu soruyu soracağım:
Bu atamalardan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun haberi var mıydı?!.

Dün:

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, AKP Genel Merkezi önünde tartaklanan, iki arkadaşları yaralanan “15 Temmuz Gazileri”ni öğle saatlerinde Bakanlıkta kabul ediyor, onlara “Bu can, bu bedende olduğu sürece yanınızdayım” diyor…

Aynı gün, iki saat sonra, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanın avukatlarından Av. Mustafa Doğan İnal twitter hesabından şunları paylaşıyor:
“Bugün bir avukat arkadaş dedi ki;
‘Devşirmeler güçlü zamanda gelir, serdengeçti olur, öz evlatlar arka plana atılır ama sıkıntılı zamanlarda ilk ihanet devşirmelerden gelir.’
Doğru söz…
Bir abi de şunu yazmış:
Kimse sınanmadığı sadakatin, bağlılığın, dostluğun, kardeşliğin, sırdaşlığın, davadaşlığın, mertliğin, cesaretin, yiğitliğin sahibi değildir. Gerçek ölçü; imtihandan geçmek, her türlü badirede, yoklukta, zorlukta, menfaatte ve tehlikede sağlam kalabilmektir.”

Avukat İnal’ın, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’la arası “limoni” olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu işaret ettiği ve AKP içine “gönderme”de bulunduğu kimi internet gazetelerinde yer aldı…

Anımsanacaktır:
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a bir “omuz atma” olayı oldu…
2 Ağustos 2018’de Anıtkabir’de yaşanan olay basında genişçe yer aldı…
İşte bu “omuz atma” ile iki Bakan arasındaki “çekişme” su yüzüne çıktı…

Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın bir numarası AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, “iki Bakan”ı arasındaki “çekişme”yi akışına bırakma görünümü sergilerken, bu “çekişme” AKP’de ve kamuoyunda “Veliahtlık kavgası” biçiminde algılandı, yorumlandı, konuşuldu, tartışıldı…

Derken…

11 Nisan 2020 Salı gecesi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir tv kanalına telefonla bağlanıyor, Korona Virüsü nedeniyle 81 ilin Valiliğine gönderdiği İçişleri Bakanlığı’nın “Sokağa çıkma yasağı” hakkında açıklamada bulunuyoe, “İşin başından itibaren Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla gerçekleşen bir süreç yönetimi ortadadır” tümcesini ediyor…
Kıyamet kopuyor…
“… Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla…” denilmesine tepki o kadar büyük oluyor ki, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 11 Nisan 2020 Çarşamba gecesi twitter hesabından şunları yazıyor:
“ * Gayretle ve titizlikle yürütülen bir süreçte, tamamen salgının önlenmesine yönelik hafta sonu sokağa çıkma kararının uygulanmasının sorumluluğu, her yönüyle şahsıma aittir.
* Başlangıçta kısıtlı saatlerde de olsa ortaya çıkan görüntüler, mükemmel yönetilen bu süreçle uyuşmadı.
* Yaşadığım onca tecrübe, sorumluluk kısmı üzerimizde olan bu olayda, böyle görüntülere yol açmamalıydı.
* İyi niyetle, hafta sonunda salgını ve bulaşı bir nebze durdurabilmek adına atılan bir adımdı.
* Hiçbir zaman zarar vermek istemediğim Aziz Milletimiz, hayatımın sonuna kadar da sadık olacağım Sayın Cumhurbaşkanım beni bağışlasın…
* Onurla yürüttüğüm İçişleri Bakanlığı görevimden ayrılıyorum…
* Tüm dostlara, mesai arkadaşlarıma Allahaısmarladık.
* Allah Milletimizi korusun…”

Bu defa, sosyal basında “istifanın kabul edilmemesi” kampanyası başlatılıyor…
İki saatte iki milyon katılım oluyor…

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, bu istemi de dikkate alarak, bir değerlendirme yapıyor ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifasını kabul etmiyor…

13 Nisan 2020 Perşembe günü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli twitter hesabından “Bizim temennimiz bu görevine kararlılıkla devamından yanadır” diye yazıyor…

Bunun üzerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “AKP içinde elinin daha bir güçlendiği” de, “Devlet Bahçeli’den sonra MHP’nin başına geçeceği” de yaygınca konuşuluyor…

O günlerde Süleyman Soylu İçişleri Bakanlığı koltuğundaydı ama her nedense ortada yoktu; on gün sonra göründü…

4 Haziran 2020 Perşembe gecesi, İçişleri Bakanlığı’nın, 81 İlin Valiliğine gönderdiği “hafta sonu uygulanacak sokağa çıkma yasağı”na ilişkin genelgesi, toplumda tepki ile karşılandı…
Çünkü “hafta sonu çıkma yasağı”nın artık kalkacağı işareti verilmişti ve herkes bu beklentide idi, bunu konuşuyordu; birden “yasak” gelince büyük tepki oldu…
Ben de twitter hesabımdan “Bu yasak genelgesinden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun haberi var mı?!.” diye sordum…

5 Haziran 2020 Cuma günü, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanlığının 4 Haziran 2020 Perşembe günkü genelgesini iptal ettiğini, “hafta sonu sokağa çıkma yasağını” kaldırdığını açıkladı…

Ve…
Gündeme “Kabine değişikliği” düştü…
Savlardan biri, İçişleri Bakanı Süleyman Soylunun, Binali Yıldırım’la birlikte “Cumhurbaşkanı Yardımcısı” olacağıydı; diğeri ise İçişleri Bakanlığı’na Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın getirileceği idi…

Özellikle İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan atama, kimi çevre ve kişilerce, sıcağı sıcağına, “İki Bakan, Soylu-Albayrak çekişmesi” biçiminde değerlendirildi…

Bu değerlendirmeden esinlenerek şu soruyu soracağım:
İstanbul Emniyet Müdürlüğü ataması, Kabine değişikliğinin habercisi olabilir mi?!.

Yazımı şöyle bitireyim:
Süleyman Soylu Cumhurbaşkanı Yardımcısı olur mu, AKP’de kalır mı, MHP’ye gider mi, MHP ve Devlet Bahçeli kabul eder mi, yeni kurulan siyasi partilerden birine geçer mi, yeni bir siyasi hareket başlatır mı?!.

BİNGÖL DEPREMİ İLE DE ANIMSANAN VE 50’İNCİ YILINDA 15-16 HAZİRAN…

150 150 bakikarakol

Pazar (14 Haziran 2020) saat 17.27’de Bingöl Karlıova’da meydana gelen 5.7 büyüklüğündeki deprem de bir gerçeği vurgulayarak anımsattı:
Deprem yerkürenin ve yerküre üzerindeki ulusların yadsınamaz bir gerçeği…
O nedenle de…
Bütün uluslar ve en başta da ülkemiz, “Deprem”i, “Deprem Bilimi”ni, ilk, orta ve yükseköğretimde “zorunlu ders” kabul etmelidir…
Bunun öncülüğünü ülkemin yapmasını çok isterim…

Deprem, insan -hatta canlı- yaşamının bir parçasıdır…
İnsanın, deprem eğitimini alması, deprem bilgisiyle donanması gerekli ve en doğal hakkıdır…

Bingöllü vatandaşlarıma geçmiş olsun diliyor, “50’İNCİ YILINDA 15-16 HAZİRAN…” başlıklı yazıma geçiyorum:

50 yıl önce bugün (15 Haziran 1970) ve yarın (16 Haziran 1970) ülkemizin çalışanları, emekçileri, yabancı ve yerli burjuvaziye karşı ilk defa geniş çaplı bir “direniş” sergilemişlerdir…
Saygı duyuyorum…
Saygı duyacağım…
Saygıyla da anacağım, anlatacağım…

Atatürkçü, yurtsever, aydın, çağdaş ünlü şairlerimizden merhum –ışıklar içinde uyusun- Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Kişi kişiye kul değil / Neden karanlık al değil / Yeryüzü uzun yol değil / Varılır gökler aşarak” dizeleriyle başlayan https://www.genel-is.org.tr/15-16-haziran-sanli-isci-direnisi-mucadelemize-isik-tutmaya-devam-ediyor,2,11756#.XuYLNtQza1s linkli yazıda gereksinim duyulan bilgilere ulaşabilirsiniz…

Benim, ülkemizdeki ve dünyamızdaki “işçi sınıfı”na bakışım ayırtlı (faklı)…
Şöyle:
Öncelikle, “İşçi sınıfı”na ve “İşçi Sınıfı Bilimi”ne inandığını belirtmek isterim…
Dünyada insanlar “insanca”, canlılar “katliamsız” yaşasa; doğa “katledilmezse” olmaz mı?!.
Olur…
Çok da güzel olur…
Ama hınzır burjuvazi rahat durmaz, her şeyi kendi kazancı, çıkarına göre düzenler!..
Çünkü:
Düşünür, örgütlüdür!..

Karşısındaki işçi sınıfı ise!..

“Burjuva Sınıfı”ndakiler gibi/kadar düşünmüyor, örgütlü ve sınıflarının bilincinde değil, “Emeğinden başka hiçbir özel mülkiyeti olmayana ‘işçi’ denildiğini bilmiyor!..
Bilmelerinin, sınıflarının bilincinde olmalarının, örgütlenmelerinin, düşünmelerinin, Burjuvazi Sınıfı tarafından engellendiğinden de habersiz!..
Haberli olsalar da, Burjuvazi, elinin altındaki güçlerle ezip geçiyor!..

Burjuvazi şu yolu da bulmuştur:
İşçiyi ev, araba, rahat iş ve para sahibi yaparak, sınıfından koparmış, küçük ve orta burjuvazi duruma getirmiş, kendi yanına/sınıfına çekip iliştirmiştir!..

Bu konuma gelmemiş, “emeğinden başka hiçbir özel mülkiyeti olmayan işçi” kalmış yok mu?!.
Var…
Ama onlar azınlıkta ve cahilliğin, açlığın pençesinde kıvranıyorlar, düşünemezler ve düşünmeye zaman bulamazlar!..

Düşünmeyen insan, bakan kördür, duyduğunu algılayamayandır, kendini tanımlayamayan ve anlatamayandır!..

İşçi gibi çalışan emekçilerin örgütleri sendikalar vardır… Kimi –patron yanlısı- sarı sendikadır, kimi –çalışan emekçiden yana- devrimci sendikadır… Üyelerinden her ay düzenli “aidat” alırlar, üyeleri adına iki yılda bir toplu sözleşmeler imzalarlar… Anlaşmazlığa düşünce de kimi kere de “grev”e giderler…
Ama…
Bir şeyi yapmazlar, yapmamışlar:
Üyelerine, “İşçi Sınıfı”nın ne olduğunu anlatmazlar, anlatmamışlar; bunun eğitimini vermezler, vermemişler!..

Yaşanmış olaydır:
Devrimci sendikanın 14 yıllık üyesi işçilere “İşçi Sınıfı ve 1 Mayıs nedir?” sorusu soruluyor, tanımlanamıyor!.. Tanıma yakın yanıt dahi verilemiyor!..

Bu durumdaki insanlara, hele de köyünde tapulu tarlası, evi, çifti çubuğu, hayvanı, atı, arabası vb olanlara “işçi” demek doğru mu ve bunlardan “İşçi Sınıfı hareketi” beklenir mi?!.
Beklenmemeli!..
Ne verilmiş ki, ne bekleniyor?!.
Ama düzenli olarak aidat; sözleşmelerde, sözleşme farkları ilk ay kuruşuna kadar sendikalara gider!..

Bir de…
Ne zaman, toplu görüşmelerde anlaşmazlığa düşülürse, istenen zamlar alınamazsa, üyeler “bilendirilir”, direnişe geçirilir, greve götürülür!..

Yani…
Ekonomik istem etkin belirleyici oluyor!..

Ekonomik istem, istemler belirleyici olunca, “sınıf eğitimi”nden yoksunluk ve “işçi” diyemeyeceğim ama işçi gibi çalışan küçük/yoksul burjuvazi kitlesinin kazanımlar elde etmesi, kazanımlarını bir bir yitirmesi kaçınılmazdır!..
Öyle de olmuştur!..
Nokta…

KARS’TAN, TARİHÇİ, ARAŞTIRMACI SEZAİ YAZICI YAZDI

150 150 bakikarakol

“KARDEŞ KOMŞU İL KARS-ERZURUM NEDEN DÜŞMAN EDİLDİ?!.” başlıklı yazımı anımsayacaksınız…
Şöyle başlamıştım:
// Ardahan kökenli ailenin, Erzurum doğumlu, yıllardır da Kars’ta oturan Sezai Yazıcı kişiliğine, iletişimine, ilişkisine, Kars Tarihi ağırlıklı tarih bilgisine, araştırmacılığına güvendiğim, saygı duyduğum biridir…
Tam bir “Kars ve Türkiye aydını”dır…
Kendini “İl Tarihçisi” olarak tanımlar…
Kars Tarihi yanında Erzurum Tarihi’yle de ilgilidir…
Siyasi, ekonomik, kültürel vb olayları titizlikle ve namusluca izler, düşünür, analiz eder, yorumlar…
İki komşu il, Kars-Erzurum geçmişini en gerçekçi ve yalın biçimde bilen üç insandan biridir…
Yazacaklarımı, değerlendireceğini düşünüyorum; dahası, değerlendirmesini kendisinden istiyorum… //

Vurguladığım gibi, Sezai Yazıcı abim, “değerlendirme” yaptı, gönderdi…
Aşağıda okuyacaksınız…
Kendisine teşekkür ediyorum…
Emeğine sağlık…

// Baki Bey Web siteniz hayırlı olsun! Yazınızı ilgiyle okudum. Sizi kutluyorum. Yine 80’lerdeki gibi gündem yaratacak konular seçiyor, dikkat çekici yaklaşımlarda bulunuyorsunuz. Şimdiden köşenizi zevkle okuyacağımı belirtiyor, başarılar diliyorum. Yolunuz, yönünüz açık olsun.
Ayrıca Güzel sözleriniz için çok teşekkür ediyorum. Beni mahcup ettiniz.
Son yıllarda Kars üzerine peş peşe önemli çalışmalar yayımlandı. Tamamlanmak üzere olan başka incelemelerin varlığından da haberdarım. Ama bildiğim kadarıyla burada değindiğiniz iki komşu kent arasında yaşanan üzücü olaylar üzerine bütünlüklü bir irdeleme henüz yapılmış değil.
Belirttiğiniz gibi bugün artık Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin Türk Milliyetçiliği ülküsüyle kurulup ama süreç içerisinde CIA marifetiyle Amerikan çıkarlarına hizmet eden kuruluşlara dönüştürüldüğü ve provokasyonlarda önemli rol oynadığı biliniyor. Bu nedenle iki komşu kentin biri birine düşman edilmesinde etkili olacağı açıktır. Fetullah Gülen’in derneğin Erzurum şubesinin kurucuları arasında olduğunun altını çizmişsiniz. Şaşırtıcı başka bilgilerde var. Gazeteci Avni Özgürel’in 1993 yılında Bekaa’da Abdullah Öcalan’la yaptığı söyleşide kendisine “Ankara Komünizmle mücadele Derneği’nin yan kuruluşu olan İzmir Caddesindeki Fikir Ajansı’nda gördüğünü” söyler ve yanılıp yanılmadığını sorar. Özgürel, Öcalan’ın bunu kabul ettiğini bir süre sonra konuyla ilgili açıklama yapacağını vurgular.
Hiç kuşkusuz toplumsal olaylar çok yönlüdür. Gelişmeleri tek nedene bağlamak yanıltıcı olabilir.
Amerika’nın Kars’a özel bir yakınlık duyduğu 2000’lerden sonra “açık kaynak” haline dönüşen bölge üzerine yaptırdığı CIA ve Dış İşleri Bakanlığı raporlarından da anlaşılıyor. Kars, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Sovyetlerin 1925 Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması’nı uzatmayarak tek taraflı iptali, ardından toprak ve üs talebinde bulunmasıyla “Soğuk Savaş” döneminin en dikkat çeken ve en çok mağdur edilen kenti haline gelmişti.
Yabancıların bölgeye giriş-çıkışları nerdeyse olanaksızken, Amerika; 1948 yılında David Douglas Duncan’ın Sarıkamış’ta, 1952’de Ferdinand Kuhn’un bugün bile girilmesi çok zor olan Akyaka’daki sınır karakoluna girmelerini sağlayarak Sovyetlere mesaj vermiştir.
Benzer mesajları da “Sovyet karşıtlığını” kahramanlığa dönüştürme stratejisiyle göz korkutmak için kişiler üzerinden vererek iki kenti düşman etmeye çalışmıştır.” //

MHP’NİN, EMİN ÇÖLAŞAN’A “YA HAYIR SÖYLE YA DA SUS” TEHDİDİ!..

150 150 bakikarakol

Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan dün (10 Haziran 2020 Çarşamba) “Devlet Bey’e açık mektup” https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/emin-colasan/devlet-beye-acik-mektup-2-5865428/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger başlıklı bir yazı yazdı…
MHP’den aldığı yanıtı da bugün “MHP’den Devlet Bahçeli açıklaması” başlığıyla köşesinde yayınladı…
“MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman” imzalı yanıtta “Çölaşan’a tavsiyemiz ‘Ya hayır söyle ya da sus’ hikmetine uyması, hayırlı bir söz çıkma ihtimali kalmayan çenesini kapatması, susmasıdır” https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/emin-colasan/mhpden-devlet-bahceli-aciklamasi-5867517/ deniyor!..

Kimi MHP yöneticilerinin kafalarının içinde “ya bizden olacaksın ya susacaksın ya da sustururuz” anlayışı var…
“Bilinmeyen” değildir!..
“Yeni” hiç değil!..
Hep de olacak!..
MHP bu “anlayıştakiler”inden arınır mı, yoksa “hepten bu anlayışın partisi” mi olur?!.
Böyle bir soru sordum diye “MHP’nin aynı anlayışta olduğundan habersiz misin?!.” sorusuyla yerileceğimin ayırtındayım…

MHP’nin, emperyalist ABD/İngiltere projelerinden “Ülkücü Kuşak Projesi” için siyasi yaşamımıza yerleştirildiğini, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra da, ikiz kardeşi –bugün AKP’nin temsil ettiği- “Yeşil Kuşak Projesi” ile birlikte 1990’ların başından itibaren Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) doğrultusunda güncellendiğini biliyorum…
Yeşil ve Ülkücü Kuşak Projeleri’nin amaçlarından birinin, Atatürk Türkiye’sini, “Ilımlı İslam ülkesi” yapmak olduğu yadsınamaz, ama Türk halkından saklanan, Türk halkına anlatılmayan bir gerçek…

Bu bilgiler ışığında, adına “siyasa” diyemeyeceğim siyasi yol haritalarını izlediğim MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ve arkadaşlarının, kendilerinden olmayanları, özellikle ve öncelikle “gazetecileri” tehdite ve korkutmaya yeltenmeleri, “yetersizlikleri”nin, “tükenişe gidişleri”nin ürünü…
Belleyemedikleri:
Bu ilkel yollarla sonuç alamayacaklarıdır!..

Bu ulus, 1900’lerin her bakımdan güçlü süper yönetimlerin baskılarına, zulümlerine boyun eğmemiş, onların donanımlı askeri kuvvetlerine Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda karşı koymuş direnmiş, “yenilgi”yi tattırmıştır!..

O ruhta olanlar bugün yurtseverliklerini, gerçekçiliklerini sergiliyorlar, dış güçlerin yanında yer alan ödleklerin günümüzdeki bire bir benzerlerine karşı canları pahasına dik duruyorlar, savaşım veriyorlar!..
Dik duracak, savaşım verecekler de!..
Bilinmesi gereken budur!..
Bilmezden gelenler, kendilerini kandırmayı bıraksınlar!..

Emin Çölaşan tırsmayacak!..
Emin Çölaşanlar da!..
Tırsan kendileri olacak!..
Kafalarına koysunlar!..

Meslek büyüyüm Emin Çölaşan abime selam olsun…

Bu arada…
Aynı “yanıt yazı”da MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman’ın şu “Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in Sayın Genel Başkanı ne söylediğini, ne yaptığını, neden yaptığını bilen, yalnız bugünü değil bugünle beraber geleceği de inşa eden bir yolbaşçıdır” diye yazdıklarına çok güldüm…
Hele de “… yolcubaşçıdır” sözcüğüne…

Gerçekler bu kadar mı çarpıtılır, karartılır?!.
Pes!..
Ne diyem!..
Allah us (akıl) versin!..

AKP’Lİ ŞAMİL TAYYAR’A İŞ VE SİYASA BIRAKTIRAN DOĞU PERİNÇEK!..

150 150 bakikarakol

Eskiden, Milletvekili başka partiye, partilere geçerdi… Çok sık ve çok kısa aralıklarla…
Şimdi de var ama eskinin 60’ta 1’i değil…
Şimdi, parti değiştirmeye gerek duyulmadan, parti çizgisi değişiyor!..
Özellikle iktidardaki partinin çizgisine gidiliyor!..
MHP ve Vatan Partisi verilecek iki güzel özel örnek…
Genel Başkanlarının 180 derecelik dönüşleri, ağıza alınmayacak laflarla ağır yergilerde bulundukları, hakaretler ettikleri iktidar partisinin “yandaş”ı olmaları unutulmayacak boyutta!..

Maoizm çizgiyle siyasi yola çıkan, “Kemalizm” de patinaj yapan Vatan Partisi’nin Genel Başkanı Doğu Perinçek, “Siyasi İslamcı” felsefe ve anlayışta siyasa yapan AKP Genel Başkan Cumhurbaşkanını “İslamcı Kemalist” tanımlayınca, AKP’nin “Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcılığı”na çok yeni atanan Gaziantep AKP eski Milletvekili, gazeteci kökenli Şamil Tayyar twitter hesabından tepki gösterdi…
Şöyle:
“Cumhurbaşkanımıza ‘İslamcı Kemalist’ diye rol biçen, AK Parti’nin akıl danesiymiş gibi rol çalan Perinçek ve avanesini uyarayım.
Sadece FETÖ karşıtlığı sizi değerli kılmaz, ilave meziyetlere ihtiyaç var.
1/Haddinizi bileceksiniz.
2/Darbe seçmeyeceksiniz.
3/Milli olacaksınız.”

3 Haziran 2020 Çarşamba günü twitter hesabımda “AKP’li Şamil Tayyar ‘Cumhurbaşkanımıza İslamcı Kemalist diye rol biçen, AK Parti’nin akıl danesiymiş gibi rol çalan’
https://twitter.com/samiltayyar27/status/1267931844462424064 sözcükleriyle tanımladığı AKP destekçisi Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e ‘Haddinizi bileceksiniz’ diye seslenmiş…
Güldüm…” diye yazdım…

Aradan 5 gün geçti…
Şamil Tayyar gene twitter hesabından bu defa şu paylaşımda bulundu:
“Birlikte görev yaptığım Tanıtım ve Medya Başkanımız Mahir Ünal’la istişare sonucunda ‘yardımcılık’ görevinden ayrıldım. Nasip olursa mesleğime dönüyorum. Aktif siyaseti bırakıyorum. Bize güvenen tüm dostlara sevgi ve muhabbetle”

8 Haziran 2020 Pazartesi günlü twitterda şunları yazdım:
“Ne Doğu Perinçek’miş!..
FETÖ başı Fetullah Gülen’e dokunanların yandıkları gibi, D. Perinçek’e de dokunan yanıyor!..
AKP eski Milletvekili Şamil Tayyar bir dokundu,
https://odatv4.com/perincek-sozleri-yerinden-etti-08062044.html bir ay önce atandığı AKP Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcılığını bırakmak zorunda kaldı!..”

Doğu Perinçek’in etkinliğine, gücüne hala şaşkınım!..
Yandaşı olduğu iktidar partisi AKP’nin eski Milletvekili Şamil Tayyar’a, bir ay önce atandığı “AKP Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcılığı” görevinden ayrılma ve siyaseti bırakma kararını aldırdı!..
Nasıl olmuş, olabilmişti?!.

Kararlarında, eski mesleğine yani gazeteciliğe döneceğini de açıklayan, “FETÖ Borsası” gibi bir olayı ortaya çıkaran Şamil Tayyar, kendisi gibi AKP eski Milletvekili ve gazeteci kökenli Mehmet Metiner gibi yandaş gazetelerden birinde köşe yazısı mı yazacak ve tv kanallarına AKP yanlısı konuşmacı olarak mı katılacak yoksa başka bir yol mu izleyecek?!. Gerçekten siyasetten uzak kalabilecek mi, gazetecilik yapabilecek mi?!. Yoksa köşesine mi çekilecek?!. Veya yeni siyasi oluşumlarda yer mi alacak?!.

Bunlardan biri ya da usa (akla) hiç gelmeyen bir gelişim olabilir…

Ben hala, her seçimde yüzde binde 01 dahi oy alamayan “siyasetin savrulanı” Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in etkinliğinin, gücünün şaşkınlığı içindeyim!..
Doğu Perinçek, Şamil Tayyar’ın bundan sonraki yaşamında da “etkin belirleyici” olacak mı?!.
Olursa, Şamil Tayyar ne yapacak, ne tepki verecek, nasıl kararlar alacak?!.
Doğrusu merak ediyorum!..
Ve diyorum ki:
Gazeteciler, siyasete atılmasınlar, siyasetçi, Milletvekili olmasınlar!..
Çünkü:
Gazetecilik işi gereği çok yakından izledikleri siyaseti, siyasetçiliği, Milletvekilliğini beceremiyorlar!..
Gazeteci kalmaları çok daha yararlarınadır!..
Yalnız kendilerinin değil, ülkelerinin, halklarının, insanlığın da yararınadır!..

“PARTİSİNİN İKTİDARI”NI DEĞİL, “İTTİFAK İKTİDARI”NI SÖYLEYEN GENEL BAŞKAN!..

150 150 bakikarakol

9 Haziran 2020 Salı’nın, 10 Haziran 2020 Çarşamba’ya dakikalar kala, “Bekçiler Yasası”nın maddeleri Kamutay (TBMM) Genel Kurulu’nda oylandığı sırada, CHP Milletvekillerinin “yavaş” davrandıkları, bu eylemi de Manisa CHP Milletvekili CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in yönlendirdiği savıyla MHP Milletvekilleri tepki gösterdi, itiş kakış yaşandı, MHP’li bir Milletvekili, Özel’e yumruk attı… https://www.gercekgundem.com/siyaset/187856/chpli-ozgur-ozel-canli-yayinda-yumruklu-saldiri-anini-anlatti

Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın iki büyük ortağı AKP ve MHP, ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin sıkıntılarını ciddi biçimde yaşamaya, bu nedenle de önüne gelene saldırma, her olaydan, gelişmeden kavga, polemik çıkarma alışkanlıklarını sıklaştırmaya başladı…
Üzgünüm ama, bu “kavgalı, itiş kakışlı süreç” can sıkacak içerikte!..

Aynı günün gündüzünde, siyasi partilerin grup toplantısı yaptığı “Salı günü” olmasına karşın tek bir siyasi parti Kamutay’da grup toplantısı yapmış ve o partinin Genel Başkanı grupta konuşmuş…

Grup toplantısını yapan siyasi parti, benim CHP’mdi; konuşan da, partim CHP’min başındaki “adı lazım değil”di…

Canlı yayını izlemedim; CHP sitesinden okudum…
Gördüm ki, “adı lazım değil”in “Eğer bu memlekette bir casus aranıyorsa, bu memlekette devletin sırlarını terör örgütüne peşkeş çeken birisi aranıyorsa, o da kozmik odayı açanlardır” http://www.chp.org.tr/haberler/chp-genel-baskani-kemal-kilicdaroglu-tbmm-chp-grup-toplantisinda-konustu-9-haziran-2020 sözü flaştı!..
Ama benim ilgimi “Millet İttifakı olarak iktidara geldiğimizde…” sözü çekti…
İlk defa söylediğini sandım…
Yanılmışım…
“Millet İttifakı İktidarı” sözünü 29 Şubat 2020 Cumartesi https://www.birgun.net/haber/kilicdaroglu-millet-ittifaki-nin-iktidarinda-sehitler-tepesi-bos-kalacak-289921 günü söylemiş…
Belki daha önce de söylemiştir…

Ülkenin ikinci büyük siyasi partisinin Genel Başkanını düşünün… Partisinin iktidarından söz edemiyor!..

Demokratik, Laik Parlamenter Sistem’e içten inanmış biri olarak, yadırgadım, incindim!..

Bir siyasi parti Genel Başkanı, partisinin iktidarından nasıl söz etmez/edemez, içinde yer aldığı “ittifak”ın iktidarından söz eder?!.
Bu, o parti, hatta o “ittifak” için eksi durum, puandır!..

Usunca (aklınca) “siyasi kurnazlık” düşünmüş ve yapmak istemiş!..
Şöyle ki:
İttifakı, “bir ve diri”, tabanlardaki seçmeni de “umutlu” tutmayı amaçlamıştır…
Çünkü:
İttifakın ve tabanın “iktidar olmak” özlemi tavan yapmış; umutsuzluk gelişiminde “kırılma”, “parçalanma”, “kopma” kaçınılmaz söz konusu!..
Önlemenin seçeneklerinden biri, böyle bir umudu sunmak, aşılamak…

İyi de…
Partim CHP tabanı, “CHP iktidarı”nın ağza alınmayıp “ittifak iktidarı”nın dillendirilmesinden rahatsız olmayacak mı?!.
Olacak…
Ama…
Bu söylem, rahatsız olacak CHP tabanına “Hayır, rahatsız olmayacaksın” demektir!..
Bunun bir diğer adı da “dayatma”, “baskı”tır!..

Öyleyse…
Bir siyasi parti Genel Başkanı, o partinin tabanına neden “baskı” yapar?!.
Yaparsa, tepki ne olur?..

Yanıtı, “adı lazım değil” grup konuşmasında kendisi veriyor:
“Hiçbir baskı karşısında, hiçbir Cumhuriyet Halk Partili boyun eğmez! Nokta!”

Aynı düşüncedeyim…
CHP tabanı, delegesi aracılığıyla, “parti iktidarı”nı değil, “ittifak iktidarı”nı öne çıkaran, vurgulayan Genel Başkan “adı lazım değil”i ve ekibini, 2020 Ağustos ayı içinde gerçekleşecek 37’inci Olağan Kurultay’da, geldikleri gibi gönderecek!..

Ülkenin ve halkın, ucube “Partili Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi”nden ve “Cumhur İttifakı İktidarı”ndan kurtuluşunun yolu, “adı lazım değil”in, ekibiyle birlikte partim CHP’mden gönderilmesinden geçer!..
N o k t a ! . .