Dün (29 Kasım 2020 Salı); AKP kurucusu, AKP Milletvekili, AKP iktidarlarının Ekonomi ve Dışişleri Bakanı –ilk yıllar ‘Bebecan’ diye de anılan- Ali Babacan’ın “Kurucu Genel Başkan”ı olduğu Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi’nin 1’inci olağan Kurultay’ı –kendileri ‘Kurultay’ demiyorlar, ‘Büyük Kongre’ diyorlar- vardı.
Babacan, Ankara Atatürk Spor Salonu’ndaki Kurultay’da yaptığı konuşmanın bir yerinde dedi ki:
“Biz ezilmenin ne olduğunu iyi biliyoruz. Bunu iyi bilenler başkasını ezmez.”
Ne yalan söyleyeyim, “Bak hele şu ezene! Ayrı düştüklerini şimdi ‘Halkı eziyorlar” sözcükleriyle yeriyor! Üç sene öncesine kadar kendisinin de bir ‘ezen” olduğunu nasıl da unutuyor, unutturmaya çalışıyor” diye söylenmekten edemedim.
“Benim siyasete girdiğim zamanlar da yine böyle acıların yaşandığı günlerdi. Asker vesayeti vardı. Demokrasi, hukuk, özgürlükler ayaklar altındaydı. Ülkemiz yine derin bir ekonomik krizin içindeydi. Ben kendi ailemde o günlerin ızdırabını yaşadım. 28 Şubat’ın ağır ikliminde kız kardeşim Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde okuyan kız kardeşim okuldan üç defa uzaklaştırma cezası aldı. Başındaki örtü yüzünden. Üstelik düzenledikleri tutanağa da ‘Ders araç ve gereçlerine zarar vermek’ yazdılar. Gerçek sebep neydi? Başörtüsü. Hiç utanmadan yaptılar bunu. Benim siyasete girmem bütün bu yaşananlara bir isyandı. Bir daha kimse böyle bir yasağı getirmeye cüret edemez.” https://devapartisi.org/parti/e-arsiv/babacan-buyuk-kongrede-konustu-bu-ulkenin-devas-olmak-boynumuzun-borcudur sözlerini de www.devapartisi.org sitesinden okuyunca, bu yazımı yazmaya karar verdim.
Tam da bu sözleri ettiğinde duygusallaşan, gözleri nemlenen Ali Babacan, bir kere daha, gerçek kimliği, siyasi mayası/yapısıyla yakalanmıştır.
AKP’nin, siyaseti dine, dini siyasete karıştıran, alet eden seçmenine şirin görünmek isterken, kendini, siyasi yapılanmasını bitirmiştir.
Şimdi anlayamayacak; kısa süre sonra, “anyayı, Konya’yı” görecek.
“Dinci” Ali Babacan, usta çarpıtmacı, Devrim Yasaları’nın karşıtı olduğunu, Atatürkçü Türk halkına sunmuştur.
Bir kere…
İngilizlerin yeşerttikleri, besleyip büyüttükleri, insanlığın ve özellikle Müslüman ülke halkların başına bela ettiği “Siyasi İslamcılar”ın siyasi simgesi “türban” –ki Hristiyan Rahibelerin giyimlerinden esinlenen- ile Türk kadınının 3 bin, 5 beş bin yıllık “başörtüsü”nü eşleştiriyor!
Ne büyük ayıp!
Ne büyük yanlış!
Türban, başörtü, başörtü de, türban değildir.
Biliyor…
Bilmesine karşın çarpıtıyor, doğru söylemiyor, yalana, kandırmaya başvuruyor.
Böyle birine kim inanır?
Neden inansın?
Devrim Yasaları’na aykırı olarak, kız kardeşinin “türban”ı nedeniyle okuldan uzaklaştırma cezası almasına “isyan” ettiği için siyasete girmiş miş!
Koca yalan!
Atatürk Türkiyesi’nin vatandaşı idiyse, ülkenin Devrim Yasaları’na aykırı olarak, o yasalara karşı gelerek, Siyasi İslamcıların siyasi simgesi “türban”a isyan etmeliydi!
Yok…
Tam tersi…
Neden?!.
Kaldı ki…
Kız kardeşinden yıllar önce -1968’de- Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisi “halası” Hatice Babacan, Türkiye’de ilk kez “türban”la derslere girmeyi başarmış; ayırtına (farkına) varılınca da izin verilmemiş.
Yani…
Siyasete girmesine neden olan “türban” olayı(!)nın 28 Şubat 1977 öncesi, -1968’i- var…
Ailece “türbancı”, “siyasi İslamcı”!..
Bu da, “Atatürk, Atatürk Devrim ve İlkeleri, demokrat laik Cumhuriyet karşıtı olmak” demek!
Ali Babacan yutturamaz!
Hele de, unutturamaz!
Siyasete neden, ne zaman, kim veya kimler tarafından sokulduğunun bilinmediğini düşünmesin.
Yalana, dolana gerek yok!
Siyasi yazgı içinde olduğu 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, 11’inci Cumhurbaşkanı iken, 13 Mayıs 2008’de, İngiliz Kraliyet Ailesi tarafından, İngiltere’nin en önemli nişanlarından “İngiliz Yüksek Şövalye Nişanı”nın neden verildiğinden habersiz ise –habersiz olacağını sanmıyorum- yurt gezilerinde, cadde ve sokaklarda çiftetelli oynattığı yoksul insanlardan varsın öğrensin…
Yargıda “yargılanacaklar” arasında yer aldığını sakın usundan çıkarmasın!..
Yorum Yaz