Posts By :

bakikarakol

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI’NDAN, İÇİŞLERİ BAKANI’NA “DERS” NİTELİĞİNDE VE TARİHE NOT DÜŞEN YANIT!..

150 150 bakikarakol

“Atanmış bürokrat” da olsa, bir İçişleri Bakanı düşünün ki, ülkenin Anayasa Mahkemesi’nin, https://www.birgun.net/haber/soylu-dan-aym-baskanina-arabamla-tek-gitmeye-varim-sen-var-misin-315534 linkinde işlenen konuda aldığı karardan ötürü, Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı’na, inanılmaz şu sözleri etsin!:
“Sevgili AYM Başkanı, size söylüyorum: Şehit cenazelerindeki 1 yaşındaki çocukların gözyaşlarını ben yaşıyorum. Anne ve babalarla biz konuşuyoruz. Canı yanan biziz. Onun için sözlerime alınabilirsiniz, alınmayabilirsiniz ama bunu söylemezsem bu dünyaya karşı da, öbür dünyaya karşı da kendimi mesul hissediyorum.
Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım. Hadi git gel, özgürüz ya. Tamamen her şey güvenlik altında, hadi git. Niye polis koruması alıyorsun, niye eskortlarla geziyorsunuz. Ben varım sen var mısın, Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı? Ben varım. Tek başıma arabamla gitmeye ben varım, sen var mısın? Her yere. Biz buralardan gideriz. Ama ne olursunuz bu ülke büyük bir mücadele içerisinden geçiyor, ayağımızı topal, bizi naçar bırakmayın, bizi zorluk içerisinde bırakmayın ne olursunuz.”

“İçişleri Bakanı” sözcükleriyle anılan bir “atanmış bürokrat”, ülkenin AYM Başkanı’na, bu sözleri nasıl eder?!
Hadi diyelim etti!
O koltukta nasıl tutulur?!
Anında görevden neden alınmaz?!

Çok daha “vahimi”:
Muhalefet, sendikalar, Sivil Demokratik Kitle Örgütleri vb neden gür gür gürlemediler, İçişleri Bakanı’nın görevden uzaklaştırılması için etkin gündem oluşturmadılar, iktidarı, iktidarın bir numarasını İçişleri Bakanının görevden alınması için baskı oluşturmadılar, sönük bir iki söylemle yetindiler?!

İçişleri Bakanı, AYM Başkanına yönelik yakışıksız sözleri 14 Eylül 2020 Pazartesi günü söyledi.
Aradan 9 gün geçti.
AYM Başkanı yanıt verdi.
Özetle:
“Güvenlik, bireylerin ve toplumun huzur içinde var olmasının ön şartıdır. Güvenliğin olmadığı yerde hak ve özgürlüklerin kullanılması imkânsızdır. Güvenliği sağlamak da devletin, bilhassa da yürütme erkinin asli görevlerinden biridir.
Diğer yandan güvenlik amaç değil araçtır. Daha özgür, eşitlikçi ve adil bir toplumsal düzenin aracıdır. Güvenlik sağlanırken temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarını incelemek ve denetlemek de en başta yargının, özellikle de anayasa mahkemelerinin asli görevlerindendir. Dolayısıyla özgürlük ve güvenlik arasında hassas bir ilişkinin olduğunu, bunlardan birini sağlayıp diğerini hiçe saymanın düşünülemeyeceğini kabul etmek durumundayız.
Güvenlik ve özgürlük değerlerini bir arada yaşatacak, onları günlük hayata yansıtacak olan da kuşkusuz hukuktur. Dolayısıyla hukuk, bu değerlerin düşmanı değil varlık şartıdır. Hukukun olmadığı yerde ne güvenlik, ne de özgürlük olabilir.
Temel hak ve özgürlüklerin korunduğu ve kamu gücü kullananların hukukla bağlı olduğu devlet hukuk devletidir. Anayasa Mahkemesinin görevi de Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan demokratik hukuk devletinin tüm kural ve kurumlarıyla işleyişine katkı yapmaktır.
Esasen temel hak ve hürriyetlerin korunması yasama, yürütme ve yargının ortak hedefidir. Bu nedenle devlet organlarına düşen, Anayasa’nın Başlangıç kısmında ifadesini bulduğu şekliyle iş bölümü ve iş birliği çerçevesinde demokratik hukuk devletini güvenlik, özgürlük ve adalet temelinde geleceğe taşımaktır.
Düşünce ve onu açıklama özgürlüğü; bu topraklarda toplumsal, siyasal ve hukuksal tartışmaların değişmez konusu olmuştur.
Gerçekten de ifade edilene katılmak zorunda değiliz ama katlanmak zorundayız. Söyleneni hoş bulmayabiliriz ama söyleyeni hoş görmek ve ona cömertçe tahammül göstermek durumundayız.
İfade özgürlüğünün alanı geniştir. Özellikle bu özgürlükte esas olan, serbestlik; istisna olan, sınırlamadır. Bu bağlamda kural olarak şiddet ve terörü teşvik, nefret söylemi, tehdit ve hakaret dışında her türlü ifadenin hukuk düzenince korunması gerekir.
Terörün ifade özgürlüğünün önündeki en büyük tehditlerden biri olduğu herkesin malumudur. Zira terör ve terörizmin amacı, temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alındığı demokratik hukuk devletini paralize etmektir.
Bu anlamda suçla ve terörle mücadele, sadece bireysel ve toplumsal hayatın vazgeçilmezi olan güvenliği sağlamak için değil aynı zamanda başta yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve hürriyetleri korumak için de zorunludur.
Bununla birlikte bu mücadelenin hukuk içinde sürdürülmesi de anayasal bir zorunluluktur. Buna uyulup uyulmadığını denetleme görevi yargıya, özellikle de anayasa mahkemelerine aittir.
Terörle mücadele tarihinde demokratik devletlerin zaman zaman düştükleri bir tuzak vardır. Bazen hukuku bir kenara bırakarak ya da bir süre askıya alarak mücadele etme zorunluluğundan bahsedilir. Aslında bu tam da teröristlerin istediği şeydir. Hukuku ayak bağı olarak gören bir anlayış ve uygulamanın verilen haklı mücadeleye gölge düşürebileceği ve uzun vadede ağır maliyetlere yol açabileceği bilinmektedir.
Söylemeye bile gerek yok ki ifade özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasi de yoktur. İfade özgürlüğü ise çoğu kez eleştiri özgürlüğüdür. Bu anlamda eleştiri demokrasinin alametifarikasıdır.
İnsanlığın tecrübesi, eleştiriyi engellemeye yönelik çabaların da beyhude olduğunu göstermiştir.
Yargı kararlarına yönelik eleştirilerin faydalı olabilmesi için asgari iki hususun önemli olduğunu düşünüyorum.
Birincisi, herhangi bir metni eleştirmek için öncelikle onu okuyup anlamak gerekir. Bu, yargı kararları için de geçerlidir. Daha kararın gerekçesi bile yayımlanmadan tamamen varsayımlar üzerinden yapılan veya yayımlandıktan sonra okunmadan yöneltilen eleştiriler kamuoyunu yanlış bilgilendirme ve yönlendirme sonucunu doğurmaktadır. Kararlara yönelik bazı eleştirilerden görüyoruz ki kararlarımız okunmadan, bazen de okunduğu hâlde yeterince anlaşılmadan eleştirilmektedir. Hâlbuki sağlıklı bir eleştiri, okumayı ve okunanı doğru anlamayı gerektirmektedir. Aksi takdirde kararda söylenmeyenler, söylenmiş gibi gösterilebilmektedir.
İkinci olarak eleştirinin eleştirilenler bakımından etkili ve faydalı olabilmesi büyük ölçüde kullanılan üsluba bağlıdır. Çoğu kez “nasıl” söylediğiniz, “ne” söylediğinizin önüne geçer. Hiç şüphesiz üslup ya da ifade tarzı da ifade özgürlüğünün güvencesi altındadır. Elbette herkes dilediği üslubu tercih etmekte serbesttir. Ancak yargı kararından ziyade kararı verenlere odaklanan ve eleştiri ötesine geçen ifadelerin fayda getirmeyeceği zira eleştiriyi mecrasından uzaklaştıracağı açıktır.
Esasen kullandığımız dil, kimliğimizi ve kişiliğimizi yansıtır.
buradan kamuoyuna bir çağrıda bulunmak istiyorum. Anayasa Mahkemesine katkı yapmak istiyorsanız lütfen kararlarımızı eleştirin. Eleştirileri gerçekten dikkate alıyor ve değerlendiriyoruz.”
https://www.anayasa.gov.tr/tr/baskan/konusmalar/bireysel-basvurunun-8-yildonumu-vesilesiyle-duzenlenen-internet-caginda-temel-hak-ve-ozgurluklerin-korunmasi-konulu-sempozyumun-acis-konusmasi/

Çok beğendim.
Onun için fazla kesemedim, uzun verdim.
İçişleri Bakanına ve İçişleri Bakanı anlayışındakilere “ders” niteliğinde ve tarihe not düşen konuşma!..

Daha nasıl anlatılır?!
Daha nasıl yanıt verilir?!

Vurgulandığı için soracağım:
AYM Başkanını özetleyerek paylaştığım konuşmasını, İçişleri Bakanı ve onun gibiler okumuşlar mıdır? Okuyup da anlamışlar mıdır? Sorgulamışlar mıdır?

Bugün, yarın söz ve eylemleriyle belli ederler…

KAYNAYAN İYİ PARTİ MERKEZ SAĞ PARTİ DEĞİLDİR, OLAMAZ DA!.. MERKEZ SAĞIN PARTİSİ KURULDU…

150 150 bakikarakol

20 Eylül 2020 Pazar günü 2’inci Olağan Kurultay’ını yapan İyi Parti, Genel Başkan seçimi dışındaki seçimlerin başından itibaren kaynamaya başladı.
Kaynama, dün tavan yaptı.
Kimi Genel Başkan Yardımcılarının üzerleri çizilerek, Genel İdare Kurulu Üyeliği’ne seçilmelerinin engellenmesiyle İyi Parti’nin “merkez sağ”dan uzaklaştığı, Milliyetçi ve Ülkücü eksene kaydığı tartışısı çıktı.
Hala da tartışılıyor.
39 Milletvekili olan İyi Parti’de 18 Milletvekilinin, bütün bu olanlardan, Teşkilat Başkanı Koray Aydın’ı sorumlu tuttukları ve Koray Aydın’a, onun anlayışına karşı ortak hareket etme kararı aldıkları kulislere yayıldı.

Baştan şunu söyleyeyim:
İyi Parti, Ülkücü ve Milliyetçi kökenden geliyor; içinden çıktığı parti MHP’dir.
Merkez sağdaki boşluğu dolduracak parti olacağı yazıldı, çizildi, konuşuldu.
Ben hiç o gözle bakmadım.
Yani…
Ülkücü, Milliyetçi kökeni, İyi Parti’nin “Merkez sağ parti” olmasına engel.
Ama…
İyi Parti’yi, MHP ile de eşdeğerde tutmam.

Pazar günkü 2’inci Olağan Kurultayı ile İyi Parti’nin “merkez sağ parti” olmadığı, olamayacağı netlik kazandı.

Fokur fokur kaynayan İyi Parti’de sular durulur mu?
Durulursa, ne zaman ve nasıl durulur?
Bilemem.
Bir öngörüde de bulunamam.

Şunu belirtmeliyim ki:
“Merkez sağın partisi” olacak siyasi parti kuruldu.
Sağlık eski Bakanı Rıfat Serdaroğlu’nun başlattığı “Çoban Hareketi”, 26 Ağustos 2020 günlü başvurusu ile resmen siyasi partiye dönüştü.
Adı da “Doğru Parti”.
Türkiye’nin 97’inci bu siyasi partisi, 16 Eylül 2020’de görev dağılımı yaptı. https://odatv4.com/97.-partide-gorev-dagilimi-16092055.html

Demokrat Parti (DP), Adalet Partisi (AP) ve Doğruyol Partisi (DYP) kökeninden gelen kurucuların yaşama geçirdiği “Doğru Parti”nin kurucu Genel Başkanı Rıfat Serdaroğlu yazılı açıklamasında şöyle dedi:
“Doğru Parti; ayırım yapmadan TC Anayasa’nın ilk 6 maddesi ile herhangi bir ihtilafı olmayan bütün yurttaşlarımızı partimizin çatısı altına beklemektedir. Doğru Parti Kurucuları olarak hedefimiz; Atatürk İlkelerine ve Cumhuriyete sadık, çağdaş, modern ve demokrat bir Türkiye Cumhuriyeti’dir. Dinimize hürmetkar, Türk örf ve adetlerine saygılı, Hukukun üstünlüğüne, İnsan haklarına, Hayvan haklarına, Çevreye ve Özgürlüklere sıkı sıkıya bağlıyız. Büyük, üreten, güçlü, itibarlı ve kalkınmış Türkiye için sizleri aramıza bekliyoruz.”

Bu siyasi kadronun, geçmişteki yanlışlarından dersler alarak, partileri “Doğru Parti” ile ülkemizdeki “merkez sağ parti boşluğu”nu dolduracağına inanıyorum.

Çok zor günler geçiren ülkemize, halkımıza hayırlı olunsun…

PARTİM CHP’MİN SÖZCÜSÜ FAİK ÖZTRAK DA BUNU YAPARSA!.. YETTİ GARİ!..

150 150 bakikarakol

Partim CHP’min Tekirdağ Milletvekili, Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Faik Öztrak dün (21 Eylül 2020 Pazartesi) basın toplantısı düzenledi.
Tele 1 TV, Halk TV, KRT TV kanallarında İzmir’den canlı yayınlanan basın toplantısında MYK gündemine ilişkin bilgilendirmelerde bulundu.
Sözlerine “Sağlıktan daha büyük bir zenginlik yok… Covid-19 salgını hepimize bu gerçeği bir kez daha gösterdi. Bugüne kadar 100 binlerce yurttaşımız salgına yakalandı. Bunlardan biri de benim. Çok şükür hastalığı atlattım. Ve bugün sizlerin karşısında olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Hastalığımda başta ailem olmak üzere, pek çok kişinin yardım ve desteğini gördüm. Hepsine müteşekkirim. En büyük teşekkürüm hekimlerimize ve sağlık çalışanlarımıza…” https://www.chp.org.tr/haberler/chp-sozcusu-oztrak-borc-durumumuz-2001-krizinden-de-kotu tümceleriyle başladı.

Geçmiş olsun…

Öztrak, konuşmasının ortalarında “Bu ucube rejimde ülkemiz sürekli patinaj yapıp yerinde sayıyorsa, bunun bir diğer nedeni de; yasama, yargı ve yürütme arasındaki ‘kuvvetler ayrılığının’ ortadan kalkmasıdır. Saray’ın, Gazi Meclis üzerindeki vesayetidir. Bunun en son örneği: Milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun durumudur. Anayasa Mahkemesi, oybirliğiyle aldığı kararla, milletvekilliği düşürülen arkadaşımız Enis Berberoğlu’nun ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğine’ hükmetmiştir. Buna ne sebep olmuştur? Milletvekilimizin dokunulmazlığını görmezden gelerek, hukuksuz bir biçimde sürdürülen yargı sürecinin sonunda verilen hukuksuz karar. Ve bu kararın TBMM Genel Kurulu’nda Anayasa Mahkemesine yapılan müracaatın sonucu bekletilmeden okutulmasıdır” dedi.
Şöyle sürdürdü:
“Kendisi de bir anayasa hukukçusu olan TBMM Başkanı Mustafa Şentop, uyarılarımızı dinlememiştir. Onun yerine Saray’dan talimat almayı tercih etmiştir. Şimdi Sayın Şentop’a düşen bir görev vardır: Acilen Saray’ın kendisi üzerindeki vesayetini sonlandırmak, Milli İrade’ye sahip çıkmak, Milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun TBMM’ye dönmesini sağlamak. Bunu yapmazsa, TBMM’yi sarayın emrine sokan bir TBMM Başkanı olarak tarihteki yerini alacaktır.”

Öztrak, basın toplantısında, alıntıladığım son paragraftaki birbirleri ile çelişen kimi tümceler dışında, çok doğru konuştu.

Böylesi “çok doğru” konuşan Öztrak, az aşağıda sorularımla vurgulayacağım, birbirleriyle çelişen tümleri neden etti?!

İçten söylüyorum:
Anlamıyorum, anlamakta zorlanıyorum!

Öztrak’a sormak isterim:
Kendisi gibi Tekirdağlı ve Tekirdağ Milletvekili olan Kamutay (TBMM) Başkanı AKP’li Mustafa Şentop’u dünü ve bugünü, söylem ve eylemleriyle yeterince tanımıyor mu?!
Tanımıyor mu ki, Anayasa Hukukçusu olmasına karşın, uyarıları dinlemeyen, “Saray’dan talimat almayı tercih etmiştir” dediği Şentop’tan “Acilen Saray’ın kendisi üzerindeki vesayetini sonlandırmak, milli iradeye sahip çıkmak, Milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun TBMM’ye dönmesini sağlamak” istemlerinde bulunuyor?!

Öztrak “TBMM’yi sarayın emrine sokan bir TBMM Başkanı olarak tarihteki yerini alacaktır” tümcesini ederken, Şentop’un, Kamutay’ı, çoktan “Saray’ın emrine soktu”ğundan ve tarihe böyle geçtiğinden habersiz mi?!

Haberliyse de, haberli değilse de, Öztrak yanlış yapmıştır, o “çok güzel konuşması”nı “berbat” etmiştir!

20-30 dakikalık “çok güzel konuşması”nda, böylesi çelişkiye düşmesi, birbirleriyle çelişen sözler etmesi, Partim CHP’min Tekirdağ Milletvekili ve Sözcüsü Faik Öztrak’a yakışmadı, yakıştıramadım!

“Faik Öztrak da bunu yaparsa!..” dedim durdum.

Kendisine önerim: Ya derlenip toparlansın, çelişkiye, çelişkilere düşmemeye özen göstersin veya Parti Sözcülüğü’nü, Genel Başkan Yardımcılığını bıraksın, bir daha Milletvekili olmasın!

Yapar mı?
Bilemem.
Ben, kendisi, ülke, halk ve CHP yararına olacağı inancıyla “yapması önerisi”nde bulundum.
Önerime kulak tıkamak konusunda “paşa gönlü” bilir.

“İktidarın muhalefeti” olmuş, iktidara yardım ve yataklık eden, iktidarın değirmenine su taşıyan “muhalefet”, halktan destek görmez, halk tarafından iktidara taşınmaz; ülkede olup bitenlerden ve de olup biteceklerden iktidar kadar sorumludur, iktidar kadar sorgulanmayı, yargılanmayı hak eder!

İktidar açık açık, sıkça ve en gür sesle “2023” diyor.

“Hilafetin ayak sesleri”ni duyamayan, duyup da duymazdan gelen muhalefete “muhalefet” denir mi?!
Ben “Denmez” diye biliyorum.

Birbiriyle çelişen tümceler ederek, muhalefet olmaz, muhalefetlik yapılmaz!
Konuşmak için konuşmakla da!..
Artık bilinsin!
Artık bilinsin ve yapılması gereken yaşama geçsin, geçirilsin!
Beceremeyenler çekilsinler, çekip ditsinler veya gönderilsinler!
Yetti gari!..

OSMANLIYI BATIRAN KAPİTÜLASYONLARLA, TÜRKİYE’Yİ BATIRACAK DÖVİZE TABİ HAZİNE GARANTİLİ İHALELER ARASINDA NE AYIRT VAR?!.

150 150 bakikarakol

Türkiye’nin, yazıları ve kitapları en çok okunan yazarı Yılmaz Özdil 15 Eylül 2020 Salı günü, Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinde “Fransa, Türkiye’ye posta koyacak gücü nereden buluyor zannediyorsunuz?”
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/fransa-turkiyeye-posta-koyacak-gucu-nereden-buluyor-zannediyorsunuz-6038033/ başlıklı bir yazı yazdı.
Yazısında şöyle bir tümce vardı:
//“Fransa’nın soykırımını yüzüne çarpacağız, Tbmm’de misilleme yapacağız, Cezayir soykırımı kanunu çıkaracağız” filan dedik.//
16 Eylül 2020 Çarşamba günü özel sitem www.bakikarakol.com ‘da yayınlanan “YOKSA YILMAZ ÖZDİL, ÖZDE DEĞİL, SÖZDE ATATÜRKÇÜ MÜ?!.” başlıklı yazımda, Yılmaz Özdil’in, kısaltılmışı “TBMM” olarak büyük harflerle yazması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni “Tbmm” diye yazınca, yermiş, başlıktaki soruyu sormuştum.
Özdil, iki gün sonra (18 Eylül 2020 Cuma) “Hariciye’ye hariçten gazel” https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/hariciyeye-haricten-gazel-6043267/ başlıklı yazısında aynen şöyle yazıyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılırken, taa en başından beri, TBMM’nin kuruluşunda bile vardı.”
Yılmaz Özdil, TBMM’yi bu defa büyük harflerle yazarak, yanlışını gidermiş, doğru yapmıştı.
Özdil’e teşekkür ediyorum…

Son döneminde Osmanlı’nın bir belası vardı:
Kapitülasyonlar!
Kapitülasyonların ne ve neden Osmanlı’nın başının belası olduğunu tek sözcükle dahi anlatmayacağım.
Çünkü biliyorsunuz.
Aynısı –dahası, aynısından beteri- “ihale” ve özelleştirme” düşkünü AKP’nin iktidar olduğu günden beri ülkemizde “Dövize Tabi Hazine garantili İhaleler” yapıldı, yapılıyor, korkarım yapılacak da!
Üzerinden gitmediğin yollara, geçmediği köprülere, kapısından içeri girmediğin Şehir Hastanelerine vb vatandaş olarak para ödüyorsun!
Kapitülasyondan vahşi değil midir?!.

Memur-Sen’e bağlı Diyanet-Sen, cami görevlileri ve Kuran kursu öğreticilerinin Covid-19’dan yaşamını yitirenlerin cenazelerinin yıkanmasından sorumlu ve zorunlu tutulmamaları
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/imamlar-covid-19dan-olenleri-yikamak-istemiyor-1767365 isteminde bulunmuşlar.
Her gün bir-iki üyesini Korona Virüsü’ne kurban veren Türk Tabipler Birliği’nden ve her hangi bir sağlık emekçisinden böyle bir istem duydunuz mu?
Ben duymadım.
Siz de duymadınız.
Çünkü onlar, insanı yaşatmak için çok zor koşullarda çalışıyorlar ve ölüyorlar!
Her birine saygı duyuyorum.
Her birinin önünde saygıyla eğiliyorum.
“Devlet Bahçeli” adlı siyasi, siyasi parti genel başkanı, Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın “kudretli” ortağı, Korona Virüsü’nden yaşamlarını yitirenlerin cenazelerini yıkamak istemeyen imam ve Kuran kursu öğrencileri için, TBB için ettiği sözlerden beşte birini neden etmedi, etmiyor?!
Ayrımcılığın, kayırmacılığın bu kadarına!..

Bu konuda uzatmayacağım.
www.tele1.com.tr ‘nin “Maskede büyük tehlike! Sadece Türkiye üretiyor!”
https://tele1.com.tr/maskede-buyuk-tehlike-sadece-turkiye-uretiyor-226441/ başlıklı haberini, linki tıklayarak, lütfen okuyun.
Korona Virüsü illetinden neden kurtulamadığımızı, kurtulamayacağımızı görün, düşünün, önce iç dünyanızda kendiniz, sonra çevrenizdekilerle sorgulayın.
Sel felaketine uğramış, can ve mal yitimi yaşamış insanları acılı, yaslı günlerinde daracık alanda toplayıp onlara çay paketleri atarak, Korona Virüsü ile savaşım olmadığını, olmayacağını yaşanmış acı deneğimle beyninize yazın…

Dün (20 Eylül 2020 Pazar), İyi Parti’nin 2’inci olağan Kurultay’ında, Genel Başkan Meral Akşener konuştu.
Güzeldi.
Hak edenlere “selam” gönderdi.
Bir de “ironi” yaptı.
Şöyle:
“E tabi bir de kendini Saraya kapatıp, millete sırtını dönenler var…
Milleti değil, eşi dostu zengin edenler var. İYİ Parti’nin yükselişini hasetle, kıskançlıkla izleyenler var. Milletin parasıyla sarayda sefa sürenler; size de selam olsun!” https://www.gercekgundem.com/siyaset/214287/meral-aksener-burasi-babandan-sana-miras-kalmis-aile-sirketin-degil
Keşke böyle bir “ironi” yapmasaydı!
Aynı gün saat 15.35’te, twitter hesabımdan şu paylaşımda bulundum:
“Meral Akşener’in ‘Milletin parasıyla sarayda sefa sürenler, size de selam olsun!’ https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2020/09/20/iyi-parti-kurultayi-basladi-istanbul-sozlesmesi-ve-eyt-mesaji/ sözü yoksa, ‘ironi şalı’ altında, D. Bahçeli’den gelen, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının da sıcak baktığı çağrı ‘Yuvaya dön’e, “olumlu yanıt” mı?!.” https://twitter.com/BakiKarakol/status/1307659740462419973
Bilemeyeceğim.
Ama “Milletin parasıyla sarayda sefa sürenler, size de selam olsun!” demesinin şık olmadığını, gündemde tutulacağını ve yandaşların, yalakaların tepe tepe kullanacaklarını biliyorum…

Galatasaray Spor Kulübü İkinci Başkanı Abdurrahim Albayrak, eski Başbakanlardan ve Anavatan Partisi (ANAP) eski Genel Başkanları’ndan Mesut Yılmaz için “İnsanların dualarını bekliyoruz. Kolay değil, zor günler geçiriyoruz. Beyefendiye herkes dua etsin, hepimiz dua edelim” deyince, üzüldüm, 1991-1993 yıllarına gittim.
Meydan Gazetesi’nin muhabiri olarak, Marmara Bölgesi’nde izlemiştim.
Anılar gözümün önünde bir bir canlandı.
Bana bir de “öneride bulunmuştu”.
Yazacağım.
Mucize olmasını, sağlığına kavuşmasını diliyorum…

BAHÇELİ’NİN TTB SAÇMALIĞI, BAKANINI DÖVEN DEVLET BAŞKANI VE HALKIN DÖVÜLME OLAYI!..

150 150 bakikarakol

Önceki gün (16 Eylül 2020 Çarşamba) “Adında Türk bulunan Tabipleri Birliği derhal ve gecikmeksizin kapatılmalıdır. Yöneticileriyle ilgili adli işlem yapılmalıdır” https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/bahceli-turk-tabipler-birligi-kapatilmalidir-6041249/ diye twittter atınca, aynı gün saat 21.50’de twitter hesabımdan “Küçük ama etkili ortak başı ‘Adında Türk bulunan Tabipler Birliği derhal ve gecikmeksizin kapatılmalıdır. Yöneticileriyle ilgili adli işlem yapılmalıdır’ çağrısında bulunmuş. Neden?! O çok korktuğunuz gerçekleri söyledikleri için mi?! Hadi bunu da yapın!..” https://twitter.com/BakiKarakol/status/1306304441675649026 tümcelerimle tepki gösterdiğim Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın küçük ama etkili ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye şimdi buradan bir çağrım olacak:
Dolar’ın, Euro ve diğer yabancı para birimlerinin, TL’miz karşısında yükselişine ilişkin de bir “sorumlu (!)”, “suçlu (!)” bulun, gerçekleri dile getiren (!), sorunu anında sorun olmaktan çıkaracak (!) “fetva” verin, dövizdeki yükseliş durmakla kalmasın, aşağılara insin…
Türkiye’yi, Türk halkını seviyorsanız, bu iyiliyi yapın…

D. Bahçeli, çağrıma kulak verir mi, yapar mı?..

Soruyu, yapmayacağını bilerek soruyorum.
Gene de –beni yanıltması dileği ile- sürece bırakıyorum.

Önceki gün www.cumhuriyet.com.tr ‘de okuduğum, “Gine Devlet Başkanı, çalışmalarından memnun olmadığı Çalışma Bakanı’nı tekme tokat dövdü” başlıklı ve “Gine Başkanı Alpha Conde, çalışmalarından memnun olmadığı Çalışma Bakanı’nı sokak ortasında tekme tokat dövdü. O anlar saniye saniye görüntülendi.” https://www.cumhuriyet.com.tr/video/gine-devlet-baskani-calismalarindan-memnun-olmadigi-calisma-bakanini-tekme-tokat-dovdu-1766408 spotlu haberi okudum, haberin videosunu izledim.

Gülemedim.

Gine Devlet Başkanı, Çalışma Bakanını “çalışmıyor” diye sokak ortasında döveceğine, düşünüp kendini sorgulamalıydı, sorumlunun kendisi olduğunu anlamalıydı, özünde sokakta kendini dövdüğünün ayırtına varmalıydı.

Bu gibi durumlar, halkını cahil bırakan, bilgilendirmeyen, aydınlatmayan ülkelerde hep olur.
Ama pek azı dışa yansır.
Genellikle içte gizlenir, açığa çıkması, bilinmesi istenmez.

O ülkeler, emperyalist işgali altındadır.
İktidarda da, emperyalistlerin yerel işbirlikçileridir.
Halkına, ülkesine, işbirlikçisi oldukları emperyalistlerin çıkarları, verecekleri izinleri ölçeğinde hizmet (!) verirler, iş yaparlar(!)
Ellerine tutuşturulan senaryoların dışına çıkacak olurlarsa, bir biçimde alaşağı edilirler.
İçlerinde, canlarını yitirenler de olur.

Emperyalistler artık ülkeleri, topları, tüfekleri, tankları, askeri güçleriyle işgal etmiyorlar, yerel işbirlikçi –siyasi ağırlıklı- kadrolarını iktidara taşıyarak ediyorlar.

Gine’de yaşanan bu olay bana yabancı gelmedi…
Yanlış anımsıyorsam -lütfen yardımcı olun- bizde de, bir Başbakan, Bakanlarından birini tokatladığına ilişkin haber çıktı, dedikodu yayıldı.

Emek sömürücüsü, insan ve insanlık karşıtı emperyalistlerin, yerel işbirlikçi kadrolarını iktidara taşıyarak “işgal”i gerçekleştirdikleri ülkelerde, halklar hep zamla, işsizlikle, insanca yaşama hakkından, hak, adaletten vb yoksun bırakılarak dövülüyor, dövülmekten beter ediliyor, yaşamları zindana, Cehenneme çevriliyor.
Bu vahşet, insanlar gizli gizli bilgilenir, örgütlenir, söylem ve eyleme geçeceği zaman dilimine kadar sürer gider.

İşte o zaman da…
Halk, Türk halkının, Yunan askerini önüne katıp Ege Denizi’ne döktüğü gibi, emperyalistleri, emperyalistlerin yerel işbirlikçilerini önüne alacak bir güzel dövecek, dövmekle yetinmeyecek egemenliklerine nokta koyacak, yargılanmalarını sağlayacak, hak ettikleri cezalara çarptıracak, tarihe kayıt düşecek.

Ülkelerin bu evrensel gerçeğinden kaçış yok.

Bu arada…
Us (akıl) sağlığından geçmesinin çok yararlı olacağını düşündüğüm D. Bahçeli’ye, uçuk yergisinden ötürü “Uyarı ve öneri paylaşmak etik sorumluluğumuzdur. Sözlerimizin arkasında, görevimizin başındayız”
https://www.gercekgundem.com/guncel/213515/turk-tabipler-birliginden-bahceliye-yanit?utm_source=share-twitter yanıtını veren Türk Tabipler Birliği’ni ve TTB’nin çağrısına https://www.sozcu.com.tr/2020/saglik/saglik-calisanlari-saygi-durusunda-6042074/ uyarak, 14-18 Eylül 2020 günleri arasında tüm sağlık kurumlarında siyah kurdele takan sağlık emekçilerimizi kutluyorum.

Dünya liderimiz Kemal Atatürk’ümüzün “Beni, Türk hekimlerine emanet edin” dediği tüm sağlık emekçilerimize selam olsun.
Onların, Türk halkının sağlığı için –canları pahasına- verdikleri saygın, onurlu çalışmalarını, destekliyor, alkışlıyorum ve us dengesizliği, yitikliği yaşayanların saçma sapan, abuk sabuk sözlerinden zerrece etkilenmemelerini istiyorum.

Öte yandan…
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’nın dün video konferans yöntemiyle gerçekleştirdiği “140’ıncı AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı”ndaki şu “Biz, ülkemizi başkaları öyle istediği veya sadece onlardan öyle gördüğümüz için değil, milletimiz layık olduğu için kalkındırmaya, geliştirmeye, hak ve özgürlüklerin en geniş manada tesisi için çalışıyoruz. Bunun adına demokrasi dememiz, tüm dünyadaki ortak kavram olduğu içindir. Avrupa ve Amerika, demokraside ve ekonomide tümüyle yerle yeksan olsa bile biz, milletimizi her alanda kalkındırmaya, hak ve özgürlüklerini genişletmeye devam edeceğiz. Kendimizle birlikte ister tarihî bağlara dayansın, ister yeni ilişkiler kurmuş olalım tüm dostlarımız, kardeşlerimiz için de aynı mücadeleyi vermekte kararlıyız. Bunun adı ‘Türkiye modeli’dir. Başka bir yerde insani değerler üzerinde bina edilmiş böylesine samimi bir demokrasi, adil bir kalkınma hedefi, köklü bir hak ve adalet ideali bulamazsınız. İnşallah 2053 vizyonumuzu işte bu model üzerinde inşa edeceğiz.” https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/122109/-turkiye-nin-uluslararasi-alandaki-itibarini-gucunu-kabiliyetlerini-gelistirdik- sözlerindeki “Türkiye modeli” vurgusu ve “Başka bir yerde insani değerler üzerinde bina edilmiş böylesine samimi bir demokrasi, adil bir kalkınma hedefi, köklü bir hak ve adalet ideali bulamazsınız” tümcesi söylendiği andan itibaren tartışılır oldu.
Daha da olacak.
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına konuşma metni yazanlar ve yazılan metni cam ekrandan/prompterden okutanlar, gerçeklerle örtüşmeyen, çelişen sözcük ve tümcelerden kaçınmaya neden dikkat etmez, özen göstermezler?!.

BEN BU YAZIYI NEDEN YAZDIM?!.

150 150 bakikarakol

Yazacaklarımı çok daha iyi anlamanız için şu https://www.gercekgundem.com/siyaset/211648/telefon-sapigini-suleyman-soylu-ve-abdulhamit-gul-yakalatti linki tıklamanızı, linkteki haberi okunmanızı rica edeceğim.

Biliyorum, günü geçmiş; ama güncel ve güncelliğini koruyan bir konu.

İlk başta şöylemeliyim ki:
Kadına yönelik taciz, saldırı vb iğrenç, insanlık dışı olaydır ve ayıplıyor, şiddetle kınıyorum. Güzel ülkemizde artık bu sorun, sorun olmaktan çıkartılmalı.

Haberde anlatılan “polis ve savcılık ilgisizliği” hiç hoş değil!
Ama…
Geçen dönem, partim CHP’mden Milletvekilliği yapan (İstanbul 1’inci Bölge’den seçilmişti” gazeteci kökenlinin uğraşı, uğraşından olumlu sonuç alması çok hoş.
Kendisini, kendisiyle birlikte İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu, Adalet Bakanını Abdülhamit Gül’ü ve Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi Korkmaz Karaca’yı kutla kutlarım.

Ancak…
İsterdim ki, güzel ülkemizde bu ve benzeri olaylar olmasın, yaşanmasın.
Olduğunda da, yaşandığında da, araya, biri, birileri girmeden, sorunun, kamu görevlileri tarafından çözülsün.

O kadar mı zor?!

Değil…

Öyle ise?!.

Anlayış efendim anlayış!..

Ülkesini iyi yönetemeyen siyasi kadroların iktidarlarında, bu gibi durumlar ne yazık, ne acı ki, kaçınılmaz!

İktidardaki ve muhalefetteki siyasi kadrolar, ülkelerinden ve halklarından yana olmaz, siyasa (politika) izlemezse, o ülkelerde “iyi yönetim” beklenemez, beklenmemeli!

Asıl değinmek, vurgulamak istediğim konuya gelirsem…

Önce, olayla, Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi Korkmaz Karaca’yı –ilgilenme alanı bakımından- ilişkilendirmediğimi belirtmeliyim.
Örneğin:
“Ekonomi Politikaları Kurulu”ndan değil de “Politikalar Kurulu”ndan biri olabilirdi.

Geçelim…

Yaşanan ve benzerleri de yaşanan, yaşayacak sorundan birinin çözümünde yadsınamaz katkısı olan CHP eski Milletvekili, gazeteci –adını anmak istemiyorum. Çünkü katı ve keskin Atatürk karşıtı Nagehan Alçı’ya, o yıllarda yönetiminde olan www.gercekgundem.com internet gazetesinde köşe yazarlığı önerdi-, CHP’ye, CHP’lilere ağıza alınmayacak sözler ederek, CHP yöneticilerini, Milletvekillerini adam yerine koymamaya özel özen gösteren, yasa tasarısı önerilerine hep “Hayır” diyen, onların soru önergelerine yanıt vermeyen -verseler de aylar sonra veren-, seslerine kulak tıkayan, çağrılarına, istek ve önerilerine duyarsız kalan, randevu vermeyen, telefonlarına çıkmayan vb AKP iktidarının “atanmış bürokratlar”ına bu kadar çabuk nasıl ulaşabiliyor, ulusun yarası sorunu çözdürebiliyor?!.

Benzer bir girişimde CHP’li –eski de değil- bir başka Milletvekili bulunsa, anılan iki bürokrat Bakan ve Cumhurbaşkanlığı Kurul Üyesi bürokrata ulaşması olası mı?

Ben olası görmüyor, göremiyorum!

Bu eski Milletvekili, gazeteci nasıl ulaşıyor?!

Haberde, Gürkan Hacır’ın dediği gibi, gazeteci, eski Milletvekili olduğu için mi?

Geçiniz!

Anımsayın:
Halk TV’de hafta içi 11.00-13.00 saatlerinde canlı yayınlanan Ayşenur Arslan’ın “Medya Mahallesi” programına geçmiş yıllarda konuk olduğunda, Arslan “Sen bu kulis bilgilerini nereden alıyorsun? Söyle de bilelim” dediğinde, “AKP’li kaynaklarımdan…” yanıtını vermişti.

Nagehan Alçı olayından sonra, bu yanıtından da ciddi rahatsız oldum ve sık sık gündeme getirdim, yerdim, adını “çocuk” koydum, “AKP’nin, CHP içindeki adamı” diye “işkillendim”!

O kadar da çoklar ki!

Bu son olayını, “işkillenmem”e haklılık kazandırır içerik ve nitelikte görüp kanısına varınca, yazmaya, sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Amacım, içimizdeki karşıtları bulup çıkarmak, bilgi ve değerlendirmeye sunmak, sonra da öz yerlerine göndermek.
Vücuda saplanmış dikeni bulup çıkarmak ve kaldırıp atmak gibi…

YOKSA YILMAZ ÖZDİL, ÖZDE DEĞİL, SÖZDE ATATÜRKÇÜ MÜ?!.

150 150 bakikarakol

“Fransa’nın soykırımını yüzüne çarpacağız, Tbmm’de misilleme yapacağız, Cezayir soykırımı kanunu çıkaracağız” filan dedik. https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/fransa-turkiyeye-posta-koyacak-gucu-nereden-buluyor-zannediyorsunuz-6038033/

Bu tümcede dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?

Olmalı.

Olmadıysa lütfen bir kez daha okuyun.

Sizi yormayayım.
Bu tek tümcelik paragrafı, Türkiye’nin, yazıları en çok okunan, kitapları en çok satan yazarı Yılmaz Özdil’in, Sözcü Gazetesi’ndeki dünkü (15 Eylül 2020 Salı) “Fransa, Türkiye’ye posta koyacak gücü nereden buluyor zannediyorsunuz?” başlıklı yazısından…

Alıntılar konusunda kaynak belirtmediği, kimi alıntıları kendi ürünüymüş gibi sunduğu savıyla ağır sözcüklerle yerilen, “Atatürkçülüğü” tartışmasız kabul gören Özdil, tümcesinde, Atatürkçülüğüne gölge düşürecek bir yanlış yapıyor:
Benim “Kamutay” dediğim, “Kamutay” diye yazdığım Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kısaltılmışı “TBMM”yi, “Tbmm” biçiminde yazmış!

Bir Atatürkçüye bu yakışmaz!

Yoksa Yılmaz Özdil, özde değil, sözde Atatürkçü mü?!

Dünya lideri Kemal Atatürk, Kamutay’ı çok önemser.

Kamutay, dünya lideri Kemal Atatürk’ün en büyük ürünü (eseri), korunması gerekenidir.

Türk Dili, Türk Dili’nin yazılması, konuşulması da dünya lideri Kemal Atatürk’ün önemsedikleri arasında ilk başlardadır.

Bütün bunları herkesten iyi bilen Yılmaz Özdil, “TBMM” diye yazması gerekirken neden “Tbmm” diye yazdı?!

Açıklama yapmalı, yaparken de gerçekçi ve inandırıcı olmalı, yanlışını kabullenip özür dilemeli, bir daha da böylesi yanlışa imza atmayacağının sözünü vermeli.

“I ıı” derse veya “hık mık” ederse kendi bilir.

Kendi bilir ama “Gerçek Atatürkçü olduğu” tartışıla durur, “Gerçek Atatürkçü olmadığı, olamayacağı” kararına varılır.

İstemem…

TBMM’yi, Tbmm yazarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bir şey yitirmez, ama yazan Özdil’e çok şey yitirir.

Birileri, TBMM’nin Tbmm yazılmasını küçük bir olay olarak görebilir, algılayabilir, yorumlayabilir.
Öyle değil.
Çok büyük, çok önemli bir olay!
En azından, beyin gerisi gerçek düşünceyi açığa çıkarır.

Yaşamının son yıllarında, İ. İnönü, F. Çakmak gibi yakınındaki arkadaşlarından “ihanet”e uğrayan dünya lideri Kemal Atatürk’ün, dış düşmandan kat kat fazla içte, kendi yurdunda ne çok düşmanı varmış!

Birileri, “Atatürk” diye anmamak için, “Gazi”, “Gazi Mustafa Kemal”, “Mustafa Kemal” der!
Birileri, güzel Türkçemizi hançerlercesine, Arapça ağırlıklı yabancı sözcükler kullanır!

Dış düşmandan ayırt edilemeyecek boyuttaki iç düşmanları anlarım da, iç ve dış Atatürk düşmanlarına karşı “karşı duruş” sergileyen, her ağızlarını açtıklarında Atatürk’ten, Atatürk devrim ve ilkelerinden söz eden, kendilerini “Atatürkçü” tanımlayan, tanıtanları anlamıyorum!

Her birine söyleyecek öyle okkalı sözlerim var ki!..
Sizlere olan saygımdan, söylemeyeceğim.
Türkiye ve Türk halkı bugün “zor günler” yaşıyorsa, iktidar kadroları kadar, onlar da sorumludurlar!

Bu Cennet yurdun, gerçek ve içten Atatürkçüleri, “onlar” dediğim “sahte Atatürkçüleri” tek tek açığa çıkaracak, uzaklaştıracaklardır.

Görevleri…

En iyi biçimde yapacakları, ayrık otlarını ya biçip ya söküp atacakları inancındayım.

Selam olsun…

TUTUKLANMASI, CEZAEVİNDE TUTULUYOR OLMASI SELAHATTİN DEMİRTAŞ’IN YARARINA…

150 150 bakikarakol

Terör örgütü PKK’nın propagandasını yapmaktan 4 Kasım 2016 yılından beri Edirne Cezaevi’nde tutuklu Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin Eş Genel Başkanlarından Selahattin Demirtaş, AKP’yi, AKP Genel Başkanı Başbakanı, Cumhurbaşkanını en sert biçimde yeren (eleştiren) siyasilerin, siyasi parti genel başkanlarının başında gelir.
Ama her yergisi, AKP’ye, AKP Genel Başkanı Başbakana, Cumhurbaşkanına yaramıştır.
Yergileri, yüzde 15-25 arası “kararsızlar”ı AKP’ye, AKP Genel Başkanı Başbakana, Cumhurbaşkanına itmiştir; AKP tabanını, AKP’ye sıcak bakan ama bazen yeren seçmeni de AKP’de, AKP Genel Başkanı Başbakan ve Cumhurbaşkanı etrafında kenetlemiştir.
Örneğin:
“Seni Başkan yaptırmayacağız” sözü kalıcı gündem olmuştur.
Ama bu söz, AKP’ye, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına yaramış, seçim kazanmalarını sağlamıştır.

Yani gerçek şu ki:
“Seni Başkan yaptırmayacağız” sözü HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ağzından çıkınca, ayrıştırılan toplumun yarıdan fazlası, AKP’ye, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına yöneldi, gitti oy verdi.

Demirtaş sanki AKP, AKP Genel Başkanı Başbakan ve Cumhurbaşkanı için bir “çalışan”dı.
Bunda, AKP’nin, tepkiyi “lehe” çevrime gayreti, başarısı gözden ırak tutulmamalı.

Anımsanacaktır:
10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı.
Üç aday yarışıyordu.
AKP’nin adayı, AKP Genel Başkanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı, CHP-MHP’nin ortak adayı –MHP’nin ciddi biçimde çalışmadığı yazıldı, çizildi, konuşuldu, tartışıldı- Ekmeleddin İhsanoğlu’ydu ve HDP’nin adayı, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tı.
Aldıkları oylar ise şöyleydi:
Erdoğan 21 milyon 143 oy (Yüzde 51.79), İhsanoğlu 15 milyon 587 bin 720 oy (Yüzde 38.44) ve Demirtaş 3 milyon 958 bin 48 oy (Yüzde 9.76)
AKP’nin adayı Genel Başkan Başbakan, ilk kez “halk oy”u ile ve 1’inci turda 12’inci Cumhurbaşkanı seçilirken, Demirtaş 3’üncü oluyordu.

Burada dikkat çeken nokta, 6-7 milyon civarındaki HDP oyunun 2-3 milyonu Demirtaş’a gelmemişti.
Neden?

Gene anımsayalım:
HDP “üç parçalı bütün” görünümündeydi.
PKK terör örgütünün başı –İmralı’da tutuklu- Abdullah Öcalan, Öcalan sonrası PKK’nın başına geçen Kandil yönetimi ve HDP Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş grubu.

Öcalan ve Kandil, Demirtaş’a, Demirtaş da her ikisine “aralı”ydı…

Düşüncem o ki:
Arayı, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimiyle gün ışığına çıkan, Selahattin Demirtaş’ı 3’üncü yapan yüzde 9.76’lık 3 milyon 958 bin 48 oy daha bir açtı.
Bu oy, Demirtaş’a “özgüven” kazandırdı, Öcalan ve Kandil’de ise ciddi tedirginlik yarattı.
Ciddi tedirginlik, Demirtaş’a karşı “birleşme”yi getirdi.
Ve “ayrışma” derinleşti.

Daha fazla ayrıntıya girmeden sorayım:

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, PKK terör örgütünün propagandasını yapmaktan ve PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ı övmekten, 4 Kasım 2016’da tutuklanıp Edirne Cevzevi’ne konulmasaydı HDP’de neler olurdu?

HDP bütünlüğünü korur muydu yoksa en az ikiye bölünür müydü?
Bu bölünmeden, Öcalan ve Kandil, Demirtaş’ı sorumlu tutar mıydı, tutmaz mıydı?
Böyle bir çekişme sürecinde Demirtaş’ın yaşamı tehlikede olur muydu, olmaz mıydı?

Parçalanmış HDP, HDP içindeki irili, ufaklı bütün gruplara zarar verirdi.
Hele de, Öcalan ve Kandil’le araları “aralı” olsa da, “PKK, terör örgütüdür” demeyen Selahattin Demirtaş’a…

Öyle sanıyorum, Demirtaş bütün bunların bilincinde.
O nedenle “Selahattin Demirtaş siyasi parti kuracak” haberlerine, söylentilerine, konuşma ve yazılara “HDP dışında herhangi bir mecrada adımın geçmesi bile beni üzer” https://www.gercekgundem.com/siyaset/212557/selahattin-demirtas-hdp-disinda-herhangi-bir-mecrada-adimin-gecmesi-bile-beni-uzer diye açıklama yapmak zorunda kaldı.

HDP’nin parçalanmasında rol oynaması, yeni bir siyasi parti kurmaya kalkışması demek, Demirtaş için “harakiri yapmak” demektir.

Demirtaş, cezaevinden çıktıktan sonra birilerinin gaza getirmesiyle yeni bir siyasi parti kurma girişimi içinde olacağını öngörmüyorum.

Şu düşüncemi de söylemeliyim:
Tutuklanması, cezaevine tutuluyor olması Selahattin Demirtaş’ın yararına…
Akrep gibi kendi kendini sokan, yılan gibi kendi yavrularını yiyen terör örgütleri her zaman, her yerde, herkese her kötülüğü yapar!..

ŞIMARIK, CAHİL İŞADAMI CAVİT ÇAĞLAR, ÇOK AYIP ETTİN, BÜYÜK YANLIŞ YAPTIN!..

150 150 bakikarakol

Cuma günkü yazımın sonunda, bugün (14 Eylül 2020 Pazartesi) için, HDP eski Eş Başkanlarından, cezaevinde tutuklu Selahattin Demirtaş’ı yazacağımı belirtmiştim.
Öyle bir gelişme oldu ki, Demirtaş yazısını yarına (15 Eylül 2020 Salı) erteliyorum.

Bana yazı ertelen gelişme, ulusal yayına başlayacak ve merkezi Bursa’dan İstanbul’a taşınarak önümüzdeki günlerde yayına geçecek Olay TV kanalının sahibi işadamı Cavit Çağlar’ın, www.haberturk.com internet gazetesinden Fatih Altaylı’ya söylediği tümceydi.

Haberi ilkin www.t24.com.tr internet gazetesinde gördüm.
Başlık aynen şöyleydi:
“Olay TV’nin sahibi Cavit Çağlar: Yorum yok, taraf tutmak yok; yorum yapanı kulağından tutar atarım, baskı olursa kapatır giderim” https://www.t24.com.tr/haber/olay-tv-nin-sahibi-cavit-caglar-yorum-yok-taraf-tutmak-yok-yorum-yapani-kulagindan-tutar-atarim-baski-olursa-kapatir-giderim,902737

Mermi yemiş gibi oldum!
Haberi okudum, kan beynime çıktı!

Bursa’da yıllardır tekstil işi yanında basın sektöründe de iş tutan, basını, basın mensuplarını en iyi tanıyan işadamlarından “Cavit Çağlar”, nasıl böyle cahilce ve şımarıkça söz edebilirdi?!

Hemen www.haberturk.com ‘a girdim, Fatih Altaylı’nın 12 Eylül 2020 Cumartesi günlü “Cavit Çağlar: Yorum yok, taraf tutmak yok, yorum yapanı kulağından tutar atarım, baskı olursa kapatır giderim” https://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli-1001/2801294–_-_-_–başlıklı yazısını okudum.
Bir değil, birkaç kere…

Çokça okumamın bir nedeni de, başlıktaki “… yorum yapanı kulağından tutar atarım…” sözcüklerini bulmaktı.
Yoklardı.

Başlıkta olan sözcükler, yazıda neden yoktu?!

Yadırgadım.

Herhalde yazar Altaylı bir açıklık getirir.

Ama…
Altaylı’ya konuşan Cavit Çağlar şunları söylüyordu:

“Ben Tayyip Bey’i severim. Tutarım. AK Partili hiç olmadım ama Tayyip Erdoğan’ın yaptığı çoğu şeyi beğeniyorum. Zaten bizim muhalif bir kanal olma iddiamız yok. Bizim dürüst bir kanal olma iddiamız var. Tarafsız, dürüst, inanılır olmak istiyoruz. Hatırla NTV’nin kuruluşunu.
Gelen kim olursa olsun bizim prensiplere uyacak. İsimler o kadar da önemli değil, kanalın tavrı önemli. Tarafsız, bağımsız. Kanalın hiçbir konuda tavrı, bırak tavır almayı yorumu bile olmayacak. Tamamen haber yapacağız. Hiçbir tavır, tutum almayacağız. Tamamen yorumsuz olacağız. Buna uymayan gider. Yorum yapacak olan, taraf tutacak olan bizim orada olmaz. Hemen gider ya da biz yollarız. Yüzde yüz tarafsız, yüzde yüz yorumsuz olacağız.
De ki, baskı yaptılar. Kolayı var. Kapatır giderim. Vururum kapıya kilidi, çekilirim. Bir kez daha söylüyorum. Tam tarafsız, tam yorumsuz olacağız. Buna rağmen birilerinin baskısı olursa kolayı var. Kapatırım televizyonu.”

Bu anlayışta iş adamı olur mu?!
Tam bir şımarık, tepeden bakan, cahil ve ödlek!

Bu Cavit Efendi söyler mi, basın emekçileri için “Gelen kim olursa olsun bizim prensiplere uyacak. İsimler o kadar da önemli değil” ne demek?!
Cavit Efendinin, insana, insan emeğine saygısı hiç mi yok?!
“… kanalın tavrı önemli” derken, kanal çalışanlarını yok görmesi, sayması ayıp, ayıp olduğu kadar da çirkin!
Cavit Efendi, basında “Tarafsız, bağımsız” olmanın anlamlarını lütfedip açıklar mı?!

Onca yıl basın sektörünün içindedir, haberde, habercilikte, yazı ve yorumda, fotoğrafta, karikatürde, gerçeklerden ayrı düşülemeyeceğini öğrenememişse, çok cahil kalmıştır.
Yazıklar!

Dayanamadım, basın emekçisi meslektaşlarıma böylesine saygısız davranan, “… yorum yapanı kulağından tutar atarım” sözünün sahibi Cavit Çağlar’a, dün saat 02.26’da “Sahibi olduğu Olay TV’de çalışacak gazeteci meslektaşlarıma yönelik ‘Yorum yapanı kulağından tutar atarım’ https://www.t24.com.tr/haber/olay-tv-nin-sahibi-cavit-caglar-yorum-yok-taraf-tutmak-yok-yorum-yapani-kulagindan-tutar-atarim-baski-olursa-kapatir-giderim,902737 sözünden ve cahilliğinden ötürü, iş adamı, eski siyasi-eski Bakan Cavit Çağlar’ı kınıyor, gazetecileri, basın örgütlerini duyarlı olmaya çağırıyorum…”
https://twitter.com/BakiKarakol/status/1304924320259543041 diye yazdım, twitter hesabımdan paylaştım.
Bir saate yakın süreden sonra (saat 03.10) gene twitter hesabımdan şu paylaşımda bulundum:
“Haber ve yorumda ‘gerçeğin tarafı’ olmak, gazeteciliğin ve gazetecinin ana ilkesinden habersiz Cavit Çağlar, Olay TV’de çalışacak basın emekçilerin kastederek, ettiğin ‘Yorum yapanı kulağından tutar atarım’ https://www.t24.com.tr/haber/olay-tv-nin-sahibi-cavit-caglar-yorum-yok-taraf-tutmak-yok-yorum-yapani-kulagindan-tutar-atarim-baski-olursa-kapatir-giderim,902737 sözünden ötürü seni özür dilemeye çağırıyorum…”

Dün (13 Eylül 2020 Pazar) twitterda gezinirken, Çağlar’ın saat
14.15’te twitter hesabındaki paylaşımı gözüme ilişti:
“Gazeteciler kendi işlerini yaparlar, asla benim müdahalem olamaz. Olay TV de, profesyonel gazetecilere yöneticilere emanettir. Yayın ilkelerimiz doğrultusunda Onların editoryal bağımsızlığının garantisi de benim.”
Okur okumaz, altına saat 16.15’te şunları yazdım:
“Cavit Çağlar kendine gel!
‘Kulağından tutar atarım’ ne demek?
Kanalında çalışacak meslektaşlarıma böyle bakamaz, böyle söz edemezsin!.
İşadamısın ama kara bir cahil, aynı zamanda basın emekçilerine karşı saygısız birisin!
Seni ayıplıyor, kınıyor, özür dilemeye çağırıyorum!”

Sonra…
Aynı gün saat 14.13’te şu twitterını okudum:
“Yıllardır gazeteci arkadaşlarımla birlikte yayıncılık yapan biri olarak, ‘gazetecileri kulağından tutar atarım’ demedim, diyemem. Ben hem siyasetçi olarak hem medya patronu olarak gazetecilerle hep dostane bir ilişki kurdum.” https://twitter.com/caglarcavit/status/1305102292031623169
Usunca (aklınca) sözcük oyunu, kurnazlığı yapıyor.
Geçelim.
Twitterının alına saat 18.48’de ben de şöyle yazdım:
“Dik duruşunu öve öve bitiremediğin Fatih Altaylı mı yalan yazıyor?
Sanmıyorum.
Bana öyle geliyor ki, sen kıvırıyorsun şımarık ve cahil işadamı Cavit Çağlar!
Zoru, baskıyı görünce koyup kaçacak kişilikteki Cavit Çağlar!
Basın emekçilerinin işiyle, emeği ile geleceği ile oynama!”

Altaylı, sanırım bugün-yarın, yazısının başlığında yer alan “söz”e, yazısında neden yer verdiğini açıklar, o sözleri söylemediğini twitterdan yazan Çağlar’ı da ya yalanlar, ya doğrular.

“Yorum yapanı kulağından tutup atarım” sözünü edecek kadar ileri giden, cahilliğini ve “niyet”ini ortaya kayan şımarık işadamı Cavit Çağlar’ın, merkezini Bursa’dan İstanbul’a taşıdığı Olay TV kanalında çalışacak gazeteci arkadaşlarıma bir çağrım olacak:
Bu adamın kanalında çalışmayın.
Karar sizin.

Kanalında çalışacak basın emekçileri için o çirkin, iğren söze ve sözün sahibi Çağlar’a, basın, sanat, sendika ve siyaset çevrelerinden okkalı yanıt verilmemesini yadırgadığımı üzülerek söylemeliyim!

İnanıyorum ki:
Cavit Çağlar’ın, tekstilciliğini, basın patronluğunu, iş adamlığını, siyasi geçmişini, Bakanlığını vb irdeleyecek, kulağından tuttukları gibi hakkı olan yere oturtacak gazeteci meslektaşlarım çıkacak.

Cavit Çağlar, ulusal yayına sokacağı TV kanalına, “kulağından tutup atacak” adam bulamayacak.
Kanalının ölü doğmasına neden oldu.
Haberi olsun…

AKŞENER VE DEMİRTAŞ’TAN, “SİNEKTEN YAĞ ÇIKARANLAR”A ARAYIP DA BULAMAYACAKLARI MALZEME…

150 150 bakikarakol

4 Kası 2016’da tutuklanarak, Edirne Cezaevine konulan HDP’nin eski Eş Genel Başkanlarından Selahattin Demirtaş, gazeteci-yazar Ruşen Çakır’ın yazılı ilettiği sorulara verdiği yanıtlarda “siyasi liderlerin insani ilişkiler çerçevesinde bir araya gelmesi gerektiği”ni söylüyor, ekliyor:
“Mesela ben dışarıda olsaydım bir sabah Başak (eşi) ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve ‘Kahvaltıya geldik’ derdim”
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/demirtas-disarida-olsaydim-basak-ile-meral-hanima-kahvaltiya-giderdik-1764051 diyor.
Demirtaş “Yıllar önce, Ankara’da, bir akşam Tayyip Bey’in evine neredeyse bu şekilde gidecektim. (Rahmetli Dengir Bey de bunu önermişti.) Ancak Sayın Erdoğan bizim açımızdan hep öngörülemeyen bir lider oldu” sözlerini de ediyor.

Demirtaş’ın sözlerinin yayınından birkaç saat sonra, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, 7 Eylül 2020 Pazartesi sabahı, Fox TV’de canlı yayınlanan “İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat” programına katılıyor.
Küçükkaya, Akşener’e, Demirtaş’ın, alıntıladığım ikinci sözlerini gündeme getirmiyor, kendisi ile ilgili sözleri üzerine düşüncesini soruyor.

Belli ki Akşener, Demirtaş’ın, kendisiyle ilgili sözlerinden habersizdi.
Bu da, Akşener’in büyük bir eksiği idi.
Yine de Akşener “Haberin tamamını okumadım. Ama şunu söylemek isterim: Güneydoğu’da şöyle bir gelenek var, kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız. Evin en yaşlısı tarafından karşılanır. Sonra kapıdan çıkıp gittikten sonra davanız devam eder. Güneydoğu’nun böyle bir özelliği var” https://www.birgun.net/haber/aksener-den-demirtas-a-kahvalti-yaniti-314737 diyerek, toparlayabiliyor.

Bu yanıt, olay oldu!

“Sinekten yağ çıkaran” siyasi kadro ve yandaşlarıyla saldırıya geçtiler. Konuşup durmaya, yazıp çizmeye başladılar.
Buradan siyasi kazanım (rant) elde etmeye çalıştılar.
Hala da çalışıyorlar.
Çalışacaklar da.

Günümüzün “Ali Kemal”i Abdulkadir Selvi “Demirtaş planının arkasında ne var?” https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/demirtas-planinin-arkasinda-ne-var-41607444 başlıklı yazısında bir “kurgu”dan ve o kurguyu Akşener’in “bozduğu”ndan söz ediyor. Linki tıklayıp okumanızı öneririm.

Evet, bir kurgu var.

Ama önce şu iki noktayı vurgulamalıyım:
Demirtaş’ın, eşini alıp Akşener’e kahvaltıya gitmeye ilişkin sözü, yerilecek, kızılacak söz değil; Anadolu insanımızda böyle bir ekin (kültür) var ve yıllardır uygulanır; herkes de hoşnut; birlik beraberliğe, kaynaşmaya yadsınamaz katkısı yadsınamaz.
Neden rahatsız olunur ki?!

Akşener de, Doğu, Güneydoğu, dahası başka bölgelerimizde yaşanan bir gerçeği dile getirmiştir.
Yalan mı?
Değil.
Öyleyse rahatsızlık neden?

Gelelim “kurgu”ya.

Böyle bir gelişme kimin yararına olmuşsa, olacaksa, kurguyu da o veya onlar yapmışlardır.
Ve…
“O”, “onlar” dediklerimden yana olan biri, birileri de yapmış, yaptırmış olabilirler.

Burada, Demirtaş da, Akşener de, “o”, “onlar” ve “biri”, birileri” dediklerimin değirmenine su taşımışlardır.
Dikkatli olamamışlardır, sözlerinin “sinekten yağ çıkarma” anlayışı çerçevesinde çarpıtılacağını düşünememişler, öngörememişler.

Hele de Demirtaş!..

Geçmişteki gibi bugün de AKP’ye, AKP Genel Başkanı Başbakan-Cumhurbaşkanına sert, ağır söylem ve yergileriyle destek olmuş, iyilik yapmış, kazanım sağlamıştır!
Yani…
Kaş yapmak isterken göz çıkarmıştır.

Pekiii…
Bunu bilerek mi, bilmeyerek mi yapmıştır?

Pazartesi (14 Eylül 2020) günü yazacağım…