GÖZÜMDE, GÖNLÜMDE BİR DEĞER OLAN “PEŞİN HÜKÜMLÜ” GAZETECİ, YAZAR, TELEVİZYONCU ARKADAŞ!..

  • 0
150 150 bakikarakol

Adını, soyadını yazmayacağım…
Çok iyi tanıdığınız; benim de yazılarını, konuşmalarını, duruşunu beğendiğim, ama hiç yüz yüze gelmediğim gazeteci, yazar, televizyoncu arkadaşla dün, … üzerinden bir tatsızlık yaşadım…
Sizlerle paylaşmak istedim…

Konu, CHP’nin, Cumartesi ve Pazar (25 – 26 Temmuz 2020) günlerinde gerçekleşen 37’inci Olağan Kurultayı’nda gelişen ve benim iki günden beri üzerinde durduğum, Kurultay’ın iptaline neden olacak iki yanlıştı…

Özetle:
Kurultay Gündemi’ne göre, Kurultay Divanı oluştuktan sonra parti yönetimi düşmüştür, Genel Başkanın görevi sona ermiştir, partinin yönetimi o andan itibaren, Kurultay yapılıp yeni Genel Başkan, Parti Meclisi ve Yüksek Disiplin Kurulu üyeleri seçimle belirleninceye kadar Divan’dadır…
Kurultay’da “oylamalar”ı Divan yapar…

Kurultay’ın ilk günü, ilk saatlerde bir oylama, Divan dışında, kürsüde konuşan kişi tarafından yapıldı!..

Olmayacak, olmaması gereken, kabul edilemez, Kurultay iptaline neden olacak olay!..

Yapan da, birkaç dakika öncesine kadar “Genel Başkan” konumundaki “adı lazım değil”di!..

Böyle bir yanlışa, ikinci büyük yanlışı, Divan’ın görevinin gasp edilmesine duyarsız kalan Divan’ın kendisi idi!..

Sorarım:
Konuşmacı nasıl olur, konuşmasında sunduğu 13 maddelik bildirgeyi Kurultay Delegeleri’ne oylatır, “Oy çokluğuyla kabul edilmiştir” diye açıklar?!.
Ve Divan nasıl olur, böyle bir oylamaya izin verir?!.
Vermekle kalmaz “Divan Kurultay Tutanağı”na, okunan 13 maddelik bildirgenin kabul edildiğini geçirir ve o bildirgeye, “Kurultay onaylı” geçerlilik kazandırırı?!.

Kurultayı izleyen yılların gazetecisinin, bu ayrıntıyı kaçırmasını yadırgarım, yererim!..

Gerçekten ayrıntıyı yakalayamamışsa, o gazetecinin, gazeteciliğini sorgularım!..
Ayrıntıyı yakalamış ama üstüne gitmemiş!..
Eyvah, eyvah!..

Gazeteciliğini de beğendiğim arkadaşın yazdıklarını okuduktan sonra, “…, Kurultay iptal edecek iki yanlışı neden ayırt edemedin, edemiyorsun?!.
Konuşmacı, kendini nasıl Divan’ın yerine koyarak, nasıl Kurultay delegesine oylama yapar ve Divan, görevinin gaspına neden sessiz kalır?!.
Divan Tutanağı’nda bu iki rezaleti göreceksiniz?!.” diye yazdım, gönderdim…

8-10 dakika falan geçmemişti, yanıt geldi…
Şöyle:
“Bu partinin kendi işi.. İç işleyişlerindeki sorunu CHP’liler çözsün. Onlara sorun bunu. Biz siyasal değerlendirme yapıyoruz, PM, MYK gibi hesaplar sizi ilgilendirir.”

Şaştım!..

Siyasi konularda, içeriği dolu, bilgilendirici, aydınlatıcı sözler eden, yazılar yazan yılların gazetecisi ve televizyoncusundan bunları duymak, ben de derin hayal kırıklığı yarattı!..

Yanıt yazımda:

“Beni hayal kırıklığına uğrattınız … Bey!.. Bir yanlış yapılıyor, sizin gibi biri görmezden geliyor!.. Üzüldüm!.. Yazık!.. Size kolay gelsin…”

Gerçekten üzüldüm!..
Gerçekten yazıklandım!..

Bir siyasi analizci yılların gazetecisi, televizyoncusu, “Bu partinin kendi işi” nasıl der?!. “İç işlerindeki sorunu CHP’liler çözsün” tümcesini nasıl eder?!. Nasıl “Onlara sorun bunu” diyerek, yol göstericiliğinde bulunur?!.

“Biz siyasal değerlendirmeler yapıyoruz, PM, MYK gibi hesaplar sizi ilgilendirir” ne demek?!.

Böyle mi siyasi değerlendirme yapılır?!.

Siyasi yanlılık, siyasi körlük ne zamandan beri “siyasi değerlendirme” oldu?!.

“PM, MYK gibi hesaplar sizi ilgilendirir” sözünü ciddiye almadım, almıyorum…
Vurguladığı gibi, benim bir hesabım yok; hiç olmadığı gibi, hiç olmayacak da…

Evet ben özbeöz CHP’liyim…
Ama partim CHP’ye üye bile değilim…
Çünkü:
Gerçek anlamda gazetecinin, siyasayı, siyasetçiyi yakından izlemesini doğru bulurum; ancak, “siyasetçi” olmasına şiddetle karşıyım…
Milletvekili olan gazetecileri gördüm, gördük!..
Milletvekili seçildiler ama Milletvekilliği yapamadılar, Milletvekili olamadılar!..
Gazetecilikleri de bitti!..
(Bu nokta ayrı bir konu… Ayrıntıya girmeyeceğim…)

Anladım ki, gözümde ve gönlümde bir “değer” olan gazeteci, yazar, televizyoncu arkadaş peşin hükümlü!..
Özüyle sözü ve eylemi örtüşmeyen, “kafası karışık” biri!..

Onun için “Size kolay gelsin” derken, kendiliğinden oluşan o “yazar-okur ve konuşmacı-dinleyici bağ”ın koptuğunu vurgulamaya çalıştım!..
İstemezdim!..
Gerçeklerle ve gerçeklerimle çelişmek, kabullenemeyeceğim, altından kalkamayacağım yüktü!..

  • 0

Yorum Yaz

Email adresiniz paylaşılmayacak.