Posts By :

bakikarakol

GERÇEK GAZETECİLER HERKESTEN ÇOK YURTSEVER, ELERKİ VE ÖZGÜRLÜK DÜŞKÜNÜDÜRLER…

150 150 bakikarakol

www.odatev.com internet gazetesinin Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız bu yılın (2020) Haziran başlarında tutuklandı.
Hala içerde.

Aynı internet gazetesi Genel Yayın Müdürü Barış Pehlivan, Haber Müdürü Barış Terkoğlu, muhabir Hülya Kılınç, Yeniçağ Gazetesi’nden gazeteci yazar Murat Ağırel, gazeteciler Ferhat Çelik, Aydın Keser ve Manisa Akhisar Belediye Basın çalışanı da bu yılın Mart başlarında tutuklandılar.

İçlerinden Barış Terkoğlu 24 Haziran 2020 günü tahliye oldu.

Dün tamamı yargıç karşısına çıktılar.

İstanbul 34’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandılar.

Mahkeme akşam saatlerinde kararını açıkladı.

Özetle:

Barış Terkoğlu ile Eren Ekinci’yi berat ederken, Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç’a 3 yıl 9’ar ay, Murat Ağırel, Ferhat Çelik ve Aydın Keser’e 4 yıl 8’er ay 7’şer gün hapis cezası verdi.
Tutukluluk süreleri, yatmaları gereken süreye denk geldiği için 5’ini de tahliye etti.

(Haberin ayrıntısını https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/mit-sehidini-ifsa-davasinda-karar-cikti-6030187/ linkinden okuyabilirsiniz.)

Türkiye’nin cezaevlerinde, gazeteciliklerinden ötürü tutuklu, hükümlü onlarca gazeteci var!

AKP ve son iki yıldan beri de AKP-MHP ortaklı “Cumhur İttifakı” yönetimindeki Türkiye, dünyada, gazetecileri cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü ülkeler sıralamasında ilk beşte!

Ne acı!

Ve…

Oysa…
Türkiye’nin, yürürlükteki Anayasa (1982 Anayasası)’nın 28’inci Maddesi’nde “Basın hürdür, sansür edilemez…” yazar.

Yazar ama…
Cezaevlerinde “tutuklu veya hükümlü” olmayan gazeteciler de, ağır baskı altındalar, işleri gazeteciliği yapamaz durumdalar, bir sabah erken saatlerde gözaltına alınma, oradan cezaevine atılma kaygısıyla gazetecilik yapıyorlar!

Böylesi bir “fiili durum” ile “hukuki durum” çelişkisi var!
Anında göze batıyor!
Şöyle:
Anayasa’da (Madde 28) “Basın hürdür, sansür edilemez…” yazıyor ama uygulama tam tersi!
Gazeteci “otokontrol” yapmazsa yani kendi kendini kontrol edip sansürlemezse, uyarılıyor, otokontrole itiliyor/zorlanıyor, bununla uslanmazsa “direk sansür” görür, sansür de etkili olmazsa gözaltına alınır, oradan yargının karşısına çıkarılır, tutuklanır, cezaevine tıkılır!

Ve…
Aylar ve yıllarca cezaevinde tutulma süreci başlar!

Hani yürürlükteki Anayasa’nın 28’inci Maddesi’ne göre “Basın hür, sansür edilemez”di?!

Çağdaş ülkelerin hiç birinde “fiili durum ile hukuki durum” çelişkisi yoktur, yaşanmaz; ama “3’üncü dünya ülkeleri”nde var ve en ilkel biçimde yaşanır.

3’üncü dünya ülkelerinden olmak istiyorsak, varsın “fiili durum ile hukuki durum” çelişsin, önemli değil.

Gene de…
Yürürlükteki Anayasa yürürlükten kalkmasa da, “Basın hürdür, sansür edilemez” diye yazan 28’inci maddesi ya kaldırsın veya “Basın hür değildir, sansür edilir” biçiminde yazılsın.

Bu tümceyi yazarken, içim parçalanıyor!

Ne eylersiniz ki, ulusun böyle bir acı gerçeği var!

Eğer çağdaş ülkelerden olmak istiyorsak…
Basını özgür (hür) bırakalım…
Kısıtlamaya (sansüre) asla gitmeyelim…
Gazetecileri, gazeteciliklerinden ötürü cezaevlerine tıkmayalım, onlara ceza vermeyelim, her birinin ulus yararına gazetecilik yapmalarının önünü açalım….

Gerçek anlamda gazetecilik yapan gazeteciler, herkesten çok yurtseverdir, elerki (demokrasi), barış ve özgürlük düşkünüdürler.

Onlara kuşkuyla bakanların bakışlarında ve kafalarının içinde “hinlik” vardır…

“KANDIRIKÇI, SİYASİ PALYAÇO, ŞAKLABAN” MUHARREM İNCE’NİN SİVAS ÇIKARTMASI FİYASKO!..

150 150 bakikarakol

Unutmuştum.
Yayına girdiği ilk günlerde ilgimi çeken ve haberlerini, tartışı programlarını izlediğim, ama sonrasında “yandaş”ın bir numarası olan a haber tv canlı yayınında görünce anımsadım.
O gün 4 Eylül 2020 Cuma günüydü; “kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” Muharrem İnce (M.İ.)’nin “Memleket Hareketi”nin Sivas çıkartması vardı.
İzlemeye takıldım.
Yandaş a haber tv, sözde Atatürkçü, sözde CHP’li M.İ.’nin Sivas çıkartmasını canlı veriyordu.

Bitene kadar…

Neden?

Yazılanı anımsayalım:
“Külliyeye çıkan çok önemli CHP’li”ye, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı “Türkiye’nin güvenliği için senin CHP Genel Başkanı olman gerekir. Düşün, karar ver. Memleketin iyiliği için bu gerekli. Ben de yardımcı olurum!”
https://odatv4.com/senin-chp-genel-baskani-olman-gerekir-yardimci-olurum-20111934.html demiş.

Taşlar oturtulduğunda, “Külliye”ye çıkan o “çok önemli CHP’li”nin kim olduğu ortaya çıkıyor:
M.İ.

M.İ. olmasaydı, yandaş a haber tv baştan sona canlı yayın yapar mıydı?

Kep düşmüş, kel görünmüştür.

Geçelim…

M.İ.’nin Sivas çıkartması, sözcüğün tam anlamıyla “fiyasko” idi.

M.İ. korona virüsünü bahane ederek, 100-150 kişi bekliyordu, 20-30 kişi gelmişti!

2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde meydanlara milyonları toplayan M.İ. 20-30 insan toplayabilmişti!

Dahası:
Cumhurbaşkanlığı seçiminde, gittiği, geçtiği her yerde şaşılası derecede ilgi, sevgi vardı, şimdi ondan eser yoktu; görmezden geliniyor, uzak duruluyordu.

“Atatürk düşmanlığı” nedeniyle hiç sevmediğim, yazdıklarını okumadığım, tartışı programlarındaki konuşmalarını dinlemediği yandaş, yalaka Nagehan Alçı’nın bir yazısının başlığı gibi:
M.İ.’nin Memleket Hareketi ölü doğdu.

Böyle olacağı belliydi.
Günler öncesinden defalarca yazdım, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında, seçim sürecinde gidemediği illerden başlayarak, 81 il’e “teşekkür ziyareti” yapacaktı, iki il (Erzurum ve Kırklareli) ile yetindi.
Çünkü…
24 Haziran 2018 gecesi yitmesi, hele de “Adam kazandı” demesi, halkta büyük tepkiye, kırgınlığa neden olmuştu.

Halk yüz vermedi.

Memleket Hareketi de aynı olacak.
Halktan gene yüz bulmayacak, noktalayacak.

“Bir siyasetçinin, siyasi yaşamı nasıl biter?” diye sorup merak eden, M.İ.’yi izlemeye alsın.

Kendini yönetemeyen M.İ. “ülke yönetmek” sevdasına kaılınca, siyasi yaşamını bitirmekle kalmadı, ülkesine, halkına, “Partim” dediği Cumhuriyet Halk Partisi’ne büyük zararlar verdi.

Ama artık veremeyecek.
Halktan yüz bulamayacak.
İnat ederse, halktan tekme yiyecek.

“Atatürkçüyüm” der ama değildir; örnek aldığı lider olarak Atatürk’ü söylemez/göstermez, okuduğu kitaplar arasında Atatürk’ün “Nutuk”unu anmaz.

Her defasında, çocuk yaşlarda CHP’de olduğunu söyler.
Çocuk yaşlarda CHP’de olmuş ama CHP’li olamamıştır.

Bunlar da ortaya çıktı.

Bundan sonra en iyi yapacağı iş:
Reklamlarda oynamak.

Reklam yıldızı olur.
Siyasi reklamların da aranan aktörü…

Bugünkü CHP yönetiminin, ipin ucunu kaçıran M.İ. ile ilgili “ihraç” dilek ve istemlere olumsuz yaklaşması, M.İ.’yi adeta koruyup kollaması, başlı başına bir “vaka”.
Ayrı yazı konusu.
Ama şu kadarını söyleyeyim:
Genel Merkez yönetimi de M.İ.’den ayırtsız (farksız).

Bunlar topyekun CHP’den kovulması, CHP kapısından içeri sokulmaması gereken, CHP’ye özel yerleştirilmiş insanlardır!

Sökülüp atılmalarına az kaldı.

Partim CHP’min 97’inci kuruluş (9 Eylül 1923) yıldönümü ülkeme, halkıma hayırlı, uğurlu, kutlu olsun…

RTÜK’ÜN, TELE 1 TV’YE VERDİĞİ İLKEL, GERİCİ, ORTAÇAĞ ANLAYIŞI “KARARTMA” KARARI KALKTI

150 150 bakikarakol

Kimse yadsımaya kalkmasın, yadsımaya kalkarak kendini ve başkanlarını yanıltmaya, kandırmaya yeltenmesin…
Kemal Atatürk, dünya lideridir.

O’nu “dünya lideri” yapan, düşünceleri, söylemleri, eylemleri, ilkeleri, bıraktıkları vb’dir.

O’nun kurtardığı “Türkiye”nin, kurduğu “Çağdaş, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin, onurlu, gururlu, inançlı, bağımsızlığı ve özgürlüğü kendine ilke edinen vatandaşı olarak, düşünce özgürlüğünü kısıtlayan araçların her türlüsüne karşıyım, karşı olacağım.

Düşünce özgürlüğü, yaşamın oksijendir.

Düşünce özgürlüğünü kısmak, işgal kuvvetleri komutanlarına esir düşmekten ayırtsızdır (farksızdır).

Yürürlükteki 1982 Anayasası’nı 28’inci Maddesinde “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.” denilmesine karşın, Türk basınında “sansür” ve “baskı”, dünya lideri Kemal Atatürk sonrası dönemlerde hep var oldu, Türk basının üzerinde demoklesin kılıcı gibi durdu.

Yetmedi…
Radyo ve televizyonlarımızın tepesine, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) diye bir “giyotin” oturttular.

Öyle ilkel, gerici, karanlık kararlar aldı ve uyguladı ki, “giyotin” sözcüğü ile anılmayı hak etti.

Mayıs 1994 yılında kuruluşu gerçekleşen RTÜK, 20 veya 25 yıl önceydi; yanlış anımsamıyorsam, Star veya Kanal D TV idi; “karartma” cezası vermişti.
Uğur Dündar’ın sözlerinin saat tam 24.00’da bitimiyle ekran karartıldı.

Ekranın karartılması içimi öyle bir sızlattı ki!..
Dakikalarca ağladım!
Utancımdan!..
Gururum kırılmıştı!

Giderek, siyasi iktidarın etkisi altına giren gerici, Ortaçağ karanlıkçısı RTÜK, Tele 1 TV ve Halk TV kanalları için uyduruk gerekçelerle 5’er gün geçici kapatma/karartma cezası verdi.

Dahası vardı:
“Islah olmazlarsa (!)”, lisanları iptal edilecek!

Bir karar aldım:
Eğer RTÜK’ün bu uçuk, ucube kararı uygulanırsa, www.bakikarakol.com sitemde ve @BakiKarakol twitter hesabımda 5 gün boyunca yazmayacak, paylaşımlarda bulunmayacağım…

Yargının “yürütmeyi durdurma” kararlarına karşın, TRÜK, bir yolunu buldu, Tele 1 TV’ye, ilkel, gerici “karartma” kararını 2 Eylül 2020 Çarşamba gecesi ana haberin ikinci diliminde (saat 19.00 sıralarında) “tebliğ” etti.
Ve…
Aynı gecenin saat 23.59’unda Tele 1 TV karartıldı!

Karartmaya bakamadım.

Bilgisayarımın başına geçtim “ANAYASA’NIN 28’İNCİ MADDESİ YA KALDIRILSIN YA DA ‘BASIN HÜR DEĞİLDİR, SANSÜR EDİLİR…’ DİYE DEĞİŞTİRİLSİN!..” https://bakikarakol.com/anayasanin-28inci-maddesi-ya-kaldirilsin-ya-da-basin-hur-degildir-sansur-edilir-diye-degistirilsin/ başlıklı yazımı yazdım, 3 Eylül 2020 Perşembe saat 00.03’te yayına koydum.

Ta ki bugün (8 Eylül 2020 Salı) saat 00.10’a kadar, ne özel sitemde, ne de twitter hesabımda tek sözcük bir şey yazmadım.

Karartıyı görmemek için 2 Eylül 2020 Çarşamba saat 23.55’den, dün (7 Eylül 2020 Pazartesi) saat 23.59’a kadar karşısına oturmadığım Tele 1 TV’nin ekranındaki karartmanın kalkışını izlemek için özel özen gösterdim.

Kapanışta kalınan yerden açılış yapıldı.

Gene kendimi tutamadım ağladım.
Bu defa sevinçten…

Hemen bilgisayarımın karşına oturdum “VE
2 EYLÜL 2020 ÇARŞAMBA SAAT 23.59’DA, KARANLIKÇI, İLKEL VE ORTAÇAĞ ANLAYIŞLI RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU (RTÜK) KARARIYLA KARARTILAN TELE 1 TV KANALI, 8 EYLÜL 2020 SALI SAAT 00.01’DE YAYINA GİRDİ…
OH!..” https://twitter.com/BakiKarakol/status/1303078227049623552 sözcüklerden oluşan tümcemi yazdım, saat 00.10’da paylaştım.

Mutluydum.

Ama…
Umutsuz ve huzursuzdum.
Sırada Halk TV vardı.

Halk TV de 5 gün karartılırsa, gene 5 gün www.bakikarakol.com özel sitemde ve @BakiKarakol twitter adresimde yazmayacak, paylaşımlarda bulunmayacağım.

Karartmaların ardından lisans iptali gelirse, TRÜK’ü, RTÜK’ün güç aldıklarını, böylesi ilkel, gerici, Ortaçağ karanlığı anlayışıyla verilen karar ve uygulamalarından ötürü, dün ve şimdiki gibi ayıplayacağım, kınayacağım, protesto edeceğim.
Muhalefetin muhalefetsizliğini, basının duyarsızlığını da…

ANAYASA’NIN 28’İNCİ MADDESİ YA KALDIRILSIN YA DA “BASIN HÜR DEĞİLDİR, SANSÜR EDİLİR…” DİYE DEĞİŞTİRİLSİN!..

150 150 bakikarakol

“İktidarın sopası” Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), ilkel, gerici, Ortaçağ anlayışıyla verdiği karar doğrultusunda, Tele 1 TV ve Halk TV kanallarını 5’er gün süreyle “karartırsa”, protesto amaçlı olarak ben de www.bakikarakol.com özel sitemde ve @BakiKarakol adresli twitter hesabımda “5 gün yazmayacağım”a söz vermiştim.
Kendini yargının yerine koyan RTÜK, Tele 1 TV’nin 2 Eylül 2020 Çarşamba saat 23.59’dan itibaren 7 Eylül 2020 Pazartesi saat 23.59’a kadar “karatrılması”na kararı uygulamaya sokmuş ve Tele 1 TV yönetimine “tebliğ” etmiş.
Bana da, “sözümü tutmak” düşer.
O nedenle…
Yasaya ve yargının “Yürütmeyi durdurma kararı”na aykırı olarak uygulanan “karartma kararı”dan ötürü, verdiğim sözü tutuyor, 8 Eylül 2020 Salı gününe kadar yazmayacağımı bilgilerinize sunmak istedim.

Bu arada…
Sansürcülerin, karartmacıların “patronu” konumundaki siyasi kadrolara bir önerim var:
Lütfen…
Yürürlükteki 1982 Anayasası’nın “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.” diye yazan 28’inci Maddesini ya “kaldırın” ya da “Basın hür değildir, sansür edilir. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlıdır” diye değiştirin.

Yazılım ile fiili durum aynı olsun ve hukuki durum kazansın.

İlkel, gerici, zifiri karanlık Ortaçağ anlayışın sonucu olarak gerçekleşen “karartma”dan, ülkem adına, halkım adına utanıyorum ve “karartma”yı ayıplıyor, kınıyor, protesto ediyorum!..

AKP AĞZIYLA KONUŞAN SÖZDE CHP’Lİ ESKİ MİLLETVEKİLİ!..

150 150 bakikarakol

Gürkan Hacır sunumundaki “Şimdiki Zaman Siyaset” programı dün gece (1 Eylül 2020 Salı) gece Halk TV’de yeni sezonuna başladı.
Hayırlı olsun.

Gazeteci kökenli, İstanbul CHP eski Milletvekili “çocuk” gene canlı yayınlanan programdaydı.
İlk başta şu iki savda bulundu:
Birincisi:
Seçimler, 10 Nisan 2020’de olacak.
İkincisi:
Anayasa değişikliği yapılarak, yerel seçimler de, bu tarihte, Cumhurbaşkanlığı, Milletvekili Genel seçimiyle birlikte yapılacak.

Çok güvendiği kaynaklarından aldığı bilgileri paylaştığını özellikle vurguladı.

Önceki yıllarda da böylesi savlarda bulunurdu.

Bir keresinde, Ayşenur Arslan “Medya Mahallesi” programına konuk almış, sormuştu:
“İlginç, çarpıcı şeyler söylüyorsun. Kaynağın kim?”
Sırıtarak “AKP’liler” demişti.

Kaynağı “AKP’liler” olan CHP’li bu gence, o programdan sonra “AKP’lilerin kullandıkları çocuk” dedim.

Her yeni şeyler söylediğinde “AKP ağzıyla konuşan” der oldum.

Dün gece de, yukarıdaki sözleri ve canlı yayının ilerleyen saatlerinde başka söyledikleri, tam tamına “AKP ağzı” idi.

Bir AKP’li söyleseydi, kadar etkili olamazdı, reyting yapamazdı.

Ben, hiçbir kaynağa dayanmadan, kendi gözlemlerime, izlenimlerime, analizlerime dayanarak, “Cumhurbaşkanlığı” ve “Milletvekili Genel Seçimi”nin, bu “çocuğun” savladığı gibi “10 Nisan 2020”de değil, Kasım 2020’nin ilk Pazar’ında yapılacağı görüş ve öngörüsündeyim.
Şöyle ki:
AKP, yüzde 34.42 oy aldığı ve bu yüzdelik oy’la 365 Milletvekili çıkardığı 3 Kasım 2002 seçimlerinin 20’inci yılına denk getirmek istiyor.

Bekleyip görelim, hangimizinki doğru çıkacak.

Yerel seçimlerin de öne çekilmesine, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimi ile birlikte yapılmasına ilişkin sava, şimdilik “Olabilir”, “Olmayabilir” pencerelerinden bakıyorum.
Çok erken olacağı için, bu konuda derinlere inmek istemiyorum; ama belli ki AKP içinde çalışma var.

AKP ağzıyla konuşan gazeteci kökenli İstanbul CHP eski Milletvekili “çocuk”, üyesi olduğu CHP’nin şimdiki Genel Başkanı “adı lazım değil”e ve Genel Merkez Yönetimine, iki gün sonra (4 Eylül 2020 Cuma) Sivas’tan “Memleket Hareketi”ni başlatacak “kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” Muharrem İnce (M.İ.)’nin, Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla partiden “ihraç” edilmemesi, M.İ.’ye sahip çıkılması ve M.İ.’nin harcanmaması çağrısında bulundu.

Bu çağrı da, tam bir AKP ağzı!

Çocuk yaşlarından CHP’de olduğunu her defasında dile getiren M.İ.’nin, CHP’li olmadığını, olamadığını ve olamayacağını önceki yazılarımda işledim.

CHP’li olmayanın, CHP’de kalıcılığı, CHP’ye ve ülkeye büyük zarardır! Doğru olan, bir dakika dahi CHP’de tutmamaktır.

M.İ.’nin, “Memleket Hareketi”nin başlangıcında ve sonraki sürecinde “kalabalıklar”ın olmamasına özen göstereceğini “pandemi”ye bağladığını gene bu AKP ağızlı sözde CHP’liden dün gece öğrendim.

“CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı olmalı” diretmesine “Çatı aday yanlış, Millet İttifakı içinde yer alan siyasi partilerin genel başkanları Cumhurbaşkanı adayı olmalı. Yoksa Cumhur İttifakı’nın adayı gene kazanacak” sözlerini ekledi.

Bu sözleri ve Cumhur İttifakı içinde yer alan MHP’nin, Büyük Birlik Partisi’nin, Vatan Partisi’nin genel başkanlarının, Cumhurbaşkanı aday olmamalarına, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanın adaylığını desteklemelerine tek sözcük etmeyerek de AKP ağzıyla konuşmuştu.

Ah çocuk ah!
Çocukluktan, AKP ağzıyla konuşmaktan kurtulamadın gittin!

Kurtulacağın da yok ya!..

KANDIRIKÇI, ÇARPITICI EKİPTEN İKİ ERKEĞİN ŞU YAZDIKLARI!..

150 150 bakikarakol

Bugün size, “kandırıkçı, çarpıtıcı ekip”ten, iki “erkek”ten çok kısa söz edeceğim.
Biri, sözde gazeteci, yazar; diğeri sözde siyasi!

İlkinden başlayayım:

Türk basının “amiral gemisi” gazetesi iken, “emir al gazetesi” oluveren Hürriyet’in yazarlarından Abdulkadır Selvi –kızacak ama ben onu, 1915’lerdeki, İngiliz yanlısı, Kemal Atatürk ve Ulusal Kurtuluş Savaşı karşıtı gazeteci, yazar(!) Ali Kemal’e benzetirim- dünkü (31 Ağustos 2020 Pazartesi) “30 Ağustos resepsiyonlarını hatırladınız mı?” başlıklı yazısında diyor ki:
“Bu ülkede 29 Ekim’i ve 30 Ağustos’u askeri vesayetin yeniden diriltilmesi için kullanmaya çalışanlar var. Yine Atatürk’ün arkasına saklanarak yapıyorlar bunu.” https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/30-agustos-resepsiyonlarini-hatirladiniz-mi-41599282

Böyle düşünce, gerçekleri özünden böyle çarpıtma olur mu?!
Bunu anca, İngilizci Ali Kemal ve onun gibiler yapardı, yapar!

Ulusal (Milli) Gün’lerimizden “30 Ağustos” ile “29 Ekim”i, ulusa yaraşır/yakışır biçimde kutlamanın, askeri vesayetin yeniden diriltilmesini istemenin ne alakası var?!
Günümüzün “Ali Kemali” Abdulkadir Selvi böyle bir uçukluğu, saçmalığı nereden çıkardı, çıkarıyor?!
“Ali Kemal’lik” yapacak ya!..
Tek sözcükle: Saçmalamış!

İkinci tümcesinde de saçmalamış!

Yalnız o değil, “Atatürk’ün arkasına saklanmak” söylemlerinde bulunanların tamamı saçmalıyor!

Atatürk’ü sahiplenmek, O’nun devrim ve ilkelerinden vb söz etmek, neden “Atatürk’ün arkasına sığınmak” oluyor, yaygara koparılıyor, toplum yanlış bilgilendiriliyor?!

Kendileri, “arkalara saklandıkları, arkalara saklanmaya alışkın oldukları” için, “dünya liderliği” tarihteki yerini almış Kemal Atatürk’ün izinde gidenleri öyle belliyorlar, halka anlatmaya çalışıyorlar!
Ama halk, bu kişilik ve düşünce bozukluktakileri ciddiye almıyor!

“Sözde siyasi” dediğime gelince…

“Kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban Muharrem İnce (M.İ.)’den söz ediyorum.

Dün iki twitter atmış.

Saat 11.03’tekinde “Memleket Hareketi 4 Eylül Cuma Günü saat 10.00’da Sivas Nuri Demirağ Havalimanı’ndan yola çıkacak. Bu uzun yolculuğun ilk adımına bütün yol arkadaşlarımızı maske, mesafe ve hijyen kurallarına uymak koşuluyla bekliyoruz. Memleket Hareketi Türkiye’nin Bereketi.” https://twitter.com/vekilince/status/1300343413158670336; saat 15.17’dekinde de “Ekim Eylülden, Kasım Ekimden daha iyi olacak, Türkiye uçacaktı. Türkiye ekonomisi 2. çeyrekte %9,9 küçüldü. Bir zamanlar 12 bin dolar olan kişi başı gelir şimdi 9 bin dolara geriledi. Her aile 90 bin lira fakirleşti. Bunun hesabını sormak için yollara düşüyoruz.” https://twitter.com/vekilince/status/1300407287996190723 demiş.

Bütün uğraşı, çırpıntısı, “Cumhurbaşkanı adaylığını gerçekleştirmek”, sonra da “Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak oyununu oynamak” –bakın ‘… oyununu oynamak’ dedim- olan M.İ.’ye gerçekten inandınız mı?!

İnanmayın.

Cumhurbaşkanı adayı olamayacağını, olsa da Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayacağını kendisi de biliyor.

4 Eylül 2020 Cuma günü Sivas’tan başlatacağı “Memleket Hareketi”nin ilk gününde, ilk ayağında yaşayacağı hayal kırıklığına, kendisiyle birlikte toplum da tanık olacak.

Kalabalık toplayamayacak.

CHP’liler olmayacak.
İyi Parti’liler olmayacak.
Başka kitleler olmayacak.

AKP’liler, MHP’liler, Vatan Parti’liler, adları var kendileri yok DSP’liler karşılamalarda, vatandaş ziyaretlerinde yanında olsalar da, mitinglerde yer alsalar da, bekleneni veremeyecekler.

Bir iki yerde, cılız taşıma kalabalıklara seslenecek, o kadar.

Vatandaştaki kanı, “CHP oylarını parçalayarak, Cumhur İttifakı’na ve Cumhur İttifakı İktidarı’na yardım ve yataklık ettiği” biçimindedir.

Bu kanıdaki vatandaştan zılgıt yiyeceği, beklemediği sert tepkiler göreceği öngörüsündeyim.

Tarihte, “kandırıkçı, siyasi palyaço, şaklaban” Muharrem İnce tipi siyasiler hep var olmuşlardır!
Onlardan, “Güç yanlısı, işbirlikçi ve kısa süreçli parlak siyasi yaşamlarının bitiminde hain” diye söz edilir ve hepsi de unutulur gider…

“AK İT”LERİN “AK İTLİKLERİ” VE “ATATÜRK DÜŞMANLIĞI”NIN KAYNAĞI!..

150 150 bakikarakol

30 Ağustos Zafer Bayramı nedeni ile “Devletin zirvesi” Anıtkabir’e çıkıyor, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanını seven bir grup slogan anıyor!
Yeni değil, öncesi de var!
Önlem alınmadı!
Dün de (30 Ağustos 2020 Pazar) alınmadı!

Çok yakışıksız bir eylem!

Aynı gün, daha zıvanadan çıkmış bir başka eylem meydana geldi:
Ak itler, gene “ak itlik” ettiler!
“Devletin zirvesi Anırkabir’de” diye yazdılar!

Aslında “anıran” kendileri!

Nedir bunlardaki “Atatürk düşmanlığı?!”

Ben bunlara, “Türk” ve “Müslüman” demiyorum!

Dersem, gerçeği yadsımış, çarpıtmış, halkıma ve çağdaş dinime ihanet etmiş olurum!

Bunlar, bu ülkenin, bu halkın, Müslümanların ve kutsal İslam Dini’nin, insanın, insanlığın gerçek düşmanının yerel ajanları, maşalarıdır!

Üç günlük dünyada şatafatlı yaşam için ülkesine, halkına, kahramanlarına, şehitlerine, gazilerine vb ihanet etmek, düşmanın emir kulu olmak, insan olana yakışmaz!

Ülkesi, halkı, bölgesi, insanlık ve aydınlık yarınlar için düşünen, savaşım veren, “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen “barış insanı”nın istemeyeni, sevmeyeni, düşmanı, düşman belleyeni çok olur!

Çünkü…

Düşmanlığın mayasında, “çıkar” yatar!

Anadolu insanın güzel özsözüdür:
“Arı kovanına çomak sokmak”!

İnsan emeğini emenler, düzenlerine karşı duruş sergilendiğinde deliye dönerler, düşman kesilirler, yitirdiklerini geri alıncaya kadar düşmanlıklarını sürdürürler!
Ya kendilerini ya da düşman bellediklerini yok ederler!

Bunlar, topyekûn “emperyalistler”dir!

Bu emperyalistlerin, düşmanlıklarında kullandıkları insan kaynaklarının başında, parayla, mevki, makam, lüks yaşam vb ile kandırdıkları “yerel işbirlikçiler” gelirler!
Onları öyle bir eğitir, kendilerine öyle bir bağımlı kılarlar ki, her biri “düşmandan beter düşman” kesilirler!

İçimizdeki, Atatürk, Türkiye, Türk halkı, Müslüman vb düşmanların patronlarının ilk sırasında İngiliz emperyalistleri vardır!

Bu “öz düşman”ı halka anlatmaktan kaçınarak, onun yerel işbirlikçileri ile uğraşmak yanlıştır, bir başka biçimde işbirlikçiliktir, düşmana, düşmanın düşmanlığına hizmettir!

İngilizlerin başı çektiği emperyalistlerin iğrenç, insanlık dışı düzenlerine Çanakkale Savaşları’nda, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda ağır darbeler indiren dünya lideri Kemal Atatürk’e düşman kesilmenin kaynağına, vurgulamaya çalıştığım pencereden bakarsak, gerçekleri ötelememiş, halkımızı doğru biçimde bilgilendirmiş, aydınlatmış oluruz!

“Halkın bilgilenmesi, aydınlanması, ülkenin ve halkın dünü, bugünü, yarını güvendedir, kahramanları, şehitleri, gazileri gönüllerdedir” demektir!

Bilinsin ve de kabul edilsin ki:
Ara dönemler, reklam araları gibi kısadır!..

ÖZÜ, SÖZÜ AYNI OLMAYAN SÖZDE GENEL BAŞKAN!..

150 150 bakikarakol

Dün (27 Ağustos 2020 Perşembe), 57’inci Tümen Komutanı Albay Reşat Çiğiltepe’nin şehit oluşunun 98’inci yıldönümüydü.
Partim CHP’min başındaki Soroscu “adı lazım değil”, Ankara’daki Devlet Mezarlığı’na gitti, ziyaret etti.
Sonra da “Anadolu toprağının her karışı insan kanıyla sulanmış. Biz Milli Kurtuluş Savaşını çok zor koşullarda verdik. İnsanlar yaşamlarını bu ülke için, çocukları için, ülkenin geleceği için seve seve feda ettiler. Miralay Reşat Çiğiltepe’yi almakla görevlendirilmişti, Gazi Mustafa Kemal’in talimatı vardı. Çiğiltepe’yi kuşattı, Mustafa Kemal telefon ettiğinde, ‘yarım saat içinde Çiğiltepe’yi alacağız’ dedi. Yarım saat sonra Mustafa Kemal tekrar aradığında Çiğiltepe alınmamıştı ve Miralay Paşa yaşamına son verdi. 45 dakika sonra ise Çiğiltepe alınmış, düşmandan temizlenmişti. Bu gerçekleri acaba devleti yönetenler biliyorlar mı? Milli Kurtuluş Savaşının hangi koşullarda verildiğini biliyorlar mı? Ayağında çarığıyla, kucağında çocuğuyla, omzunda topuyla cepheye silah taşıyan anneleri biliyorlar mı? Bunu şunun için söylüyorum; devleti yöneten erkan ‘keşke Yunan galip gelseydi’ diyenin ayağına gidiyor. Ya tarihi bilmiyorlar, ya ülkeye ihanet etmeyi bir tutum olarak toplumun önüne koyuyorlar. Biz bunu kabul etmiyoruz. Cumhuriyet kolay kurulmadı. Her karışında acı var, gözyaşı var, Mehmetçiğin kanı var. Nasıl olur da bu gerçekler görülemez” https://www.chp.org.tr/haberler/chp-lideri-kilicdaroglu-turkiyeyi-ve-tarihini-bilmeyen-bir-ekiple-karsi-karsiyayiz diye konuştu.

Bir gazetecinin “30 Ağustos’a kısıtlama getirilmesi hakkında neler söyleyeceksiniz?” sorusuna özetle “30 Ağustos yani Lozan’a başı dik gitmenin en önemli adımıdır. Düşmanın Anadolu topraklarından kovulmasıdır. Ağır bedellerin ödenmesidir. Bu tarih için bırakın pandemiyi, bu tarih için bugün milyonlarca insan hayatını vermeye hazırdır. Dolayısıyla Türkiye’yi bilmeyen, tarihini bilmeyen, Milli Kurtuluş Savaşının hangi koşullarda verildiğini bilmeyen bir ekiple karşı karşıyayız, bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu hepimizi üzüyor. Beni de üzüyor. Umarım onlar Miralay Reşat’ı da, Gazi Mustafa Kemal’i de, Kazım Karabekir’i de, Rauf Orbay’ı da, Mustafa Kemal Atatürk’ü de oturur yeniden okurlar.
Bilin bakalım, bu savaş nasıl verildi, nasıl mücadele edildi, Osmanlı nasıl teslim alındı? Osmanlı teslim alınırken tablo neydi? İşgal altında bir İstanbul, işgal altında bir Samsun, işgal altında bir Erzurum, işgal altında bir Gaziantep, işgal altında bir Kahramanmaraş. Acaba bunlar Sütçü İmam’ı biliyorlar mı? Sütçü İmam’ın hangi koşullarda mücadele ettiğini biliyorlar mı? Onlar biliyorlar mı acaba sıtma ve trahomdan yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiğini? Onlar biliyorlar mı acaba cumhuriyet kurulurken okuma yazma oranının yüzde 8 olduğunu? Onlar biliyorlar mı acaba Millet Mekteplerinin ne zaman kurulduğunu? Onlar biliyorlar mı acaba Köy Enstitülerinin neler yaptığını bu ülkeye? Onlar biliyorlar mı acaba 1940’lı yıllarda Türkiye Cumhuriyeti devleti dünyaya uçak ihraç eden beş ülkeden birisiydi, onlar biliyorlar mı acaba bunu? Onlar biliyorlar mı acaba kendi denizaltımızı yapan bir Türkiye’yi ayağa kaldıran bir Mustafa Kemal’i ve arkadaşlarını, biliyorlar mı acaba? Kayseri’de 1925 yılında bir uçak fabrikasının kurulduğunu biliyorlar mı acaba? Eskişehir’i, Etimesgut’u biliyorlar mı acaba? Ve bunların nasıl yok olduğunu, kimler tarafından yok edildiğini biliyorlar mı acaba?
Geldiğimiz nokta, ekonomik açıdan Türkiye’nin dışarıya bir anlamda teslim edildiği noktadır. Eğer Türkiye Cumhuriyetinin, 83 milyonu, 21.yüzyılda hala 21.yüzyılda Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirilmişse acaba bunu sorgulamayacak mıyız?
Hangi görüşten olursa olsun; bakın hangi görüşten olursa olsun, hangi kimlikten, hangi inançtan olursa olsun ‘Bayrak bizim bayrağımız, vatan da bizim vatanımız’ diyorsak oturup bunu sorgulamak zorundayız. Nasıl oldu da Türkiye 18 yılda Londra’daki bir avuç tefeciye teslim edilir hale geldi? Böyle yasaklarla falan olmaz bu, hepimizin oturup düşünmesi lazım. Tarihimizi yeniden okumamız lazım. Türkiye’yi yeniden bölgesinin lideri, Türkiye’yi yeniden dünyanın saygın ülkesi haline getirmek zorundayız” yanıtını verdi.

Çok doğru sözler…

Ancak…
“…işgal altında bir Erzurum…” sözüne takıldım.

Erzurum işgal altında mıydı?!

Bir de…
“Eğer Türkiye Cumhuriyetinin, 83 milyonu hala 21.yüzyılda Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirilmişse acaba bunu sorgulamayacak mıyız?” tümcesindeki “acaba” sözcüğü fazla, gereksiz ve anlam kaydırıyor.

Bütün bunları geçelim…

“adı lazım değil”in kendisi, çok gerçekçi biçimde dile getirdiği doğrulardaki gibi özde, içten biri mi?!

İşte sorun burada!

Karşımızda, özü, sözü aynı olmayan biri var!

https://www.haberler.com/george-soros/biyografisi/ George Soros’un Türkiye’deki vakfı TESEF’in 183 nolu kurucu üyeliğini de eklediğimde, özde değil, sözde yurtsever, Atatürkçü olduğunu söylemek isterim!

Böyle birinin, partim CHP’min başında bulunmasından, Türkiye’mizin, AKP ve Cumhur İttifakı İktidarı’nca yönetilmesi kadar rahatsızım!

Şanlı “Ulusal Günler”imizde, hele de 30 Ağustos ve 29 Ekim’lerde rahatsızlan, yataklara düşen “11’inci Cumhurbaşkanı” sıfatlı Abdullah Gül’ü, “Millet İttifakı”nın “Cumhurbaşkanı adayı” yapmak için çırpınmasına; bir önce de “Ekmeleddin İhsanoğlu” gibi “Atatürk Türkiyesi karşıtı” nı, partim CHP’min adayı göstermesine ne demeli?!

Sicili böylesi bozuk “adı lazım değil”e nasıl inanayım, güven duyayım?!

O, bir “proje genel başkan”dır!

AKP gemi azıya aldı gittiyse, ülkeyi ateş çemberinin içine attıysa, AKP ve MHP kadar sorumludur, suçludur!

Kendini ak göstermeye, aklamaya kalkması, “başını kuma gömen devekuşu”luktan başka bir şey değildir!

Gidecek!
Partim CHP’m işgalden kurtulacak!

Sıra AKP’ye ve Cumhur İttifakı’na, Cumhur İttifakı İktidarı’na gelecek!..

Ulusal şairimiz Akif’in dedi gibi:
“Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın…”

SALGIN GİBİ KONTROLDEN ÇIKMAYAN NEYİMİZ VAR?!

150 150 bakikarakol

Enfeksiyon Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan “Şu anda bulunduğumuz noktada salgın kontrolden çıkmış durumda”
https://www.sozcu.com.tr/2020/dunya/prof-mehmet-ceyhan-kontrolden-cikmis-durumda-6008688/ demiş.

İlkin irkildim.
Sonra düşündüm:
Eğilip bükülmeyen söylenen doğru bir söz!
Ülke gerçeğini içeriyor ve yansıtıyor!

Ve…

“Şu anda, bulunduğumuz nokta, salgın gibi, kontrolden çıkmayan ne var?!” diye mırıldandım.

Öyle ya, “… kontrolden çıkmayan ne var?!”
Hiçbir şey yok!

Baş çevirip göreceğiniz, göz yumup anımsayacağınız her şey kontrolden çıkmış!

Hangi birini sayayım?!

Böyle siyasa (politika), devlet ve siyasa insanı mı olur?!
Böyle iktidar, böyle muhalefet mi olur?!
Böyle sivil örgütleri mi olur?!
Böyle seçmen mi olur?!
Böyle seçim mi olur?!
Böyle ekonomi, böyle planlama, böyle kalkınma, böyle paylaşım mı olur?!
Böyle yarı mı olur?!
Böyle haki hukuk, adalet mi olur?!
Böyle resmi kurum mu olur?!
Böyle Milletvekili, Bakan, Kamutay mı (TBMM’mi) olur?!
Böyle para mı olur?!
Böyle inanç, böyle ibadet mi olur?!
Böyle üretim mi olur?!
Böyle birlik, beraberlik mi olur?!
Böyle ilişki, böyle iletişim mi olur?!

Böyle, böyle, böyle!..

Dedim ya, “Hangi birini sayayım?!”
Saymaya kalksam, arkası gelmez!

Topyekun kontrolden çıkışın tek nedeni, “düşmanın düşmanlığı!”

O düşman, İngiltere’dir!

“İngiltere’dir” derken, İngiltere halkını değil, İngiliz Kraliyet Ailes’nin kanatları altında toplanan bir avuç büyük burjuvayı kastediyorum!

Onlar, Türkiye’mizin, halkımızın, dünya lideri Kemal Atatürk’ümüzün, bölgemizin, kutsal ve çağdaş İslam Dini’mizin, halkların ve insanlığın bir numaralı düşmanlarıdır!

Yerel işbirlikçiler edinir, yetiştirirler ve onları kullanarak, amaçlarına adım adım ulaşırlar!

Düşmanlıklarını, yerel işbirlikçilerinin üzerlerine yıkarlar, kendilerini belli ettirmezler, yerel işbirlikçileri hedef yaparlar!

Bana göre, bir anlamda, yerel işbirlikçileri maşa olarak kullanan gerçek gücü, gerçek düşmanı görmezden gelerek, hepten ve her keresinde yerel işbirlikçilere takılı kalmak, o yerel işbirlikçileri yermek, onlarla yatıp kalkmak, “gerçek düşman”ı koruyup kollamaktır, “gerçek düşman”a dolaylı olarak “işbirlikçi” hizmeti vermektir, kendi halkını yanıltmak, kandırmaktır, kendi halkının bilmesi gereken doğruları öğrenmesini engellemek, karartmaktır!

Dünya lideri Kemal Atatürk’ün en usta yanı, en iyi bildiği ve yaptığı, uyguladığı, “gerçek düşman”ı tanımasıdır!

“Gerçek düşmanı”nı tanımayan uluslar, gün gelir yok olurlar!

Dünya lideri Kemal Atatürk’ün en iyi bir diğer yanı, halkına ve halklara “gerçek düşman”ı tanıtması, işaret etmesi, göstermesidir!

Böyle bir “dünya lideri”ne saygısızlık, edepsizlik eden, bilin ki, “gerçek düşman”ın en militan “yerel işbirlikçisi”dir!

Onların yumuşak karınları, “Atatürk düşmanlığı”dır!

Ve kendilerini, ne kadar gizleseler de, çok çabuk ele verirler!

“Gerçek düşman” İngiliz büyük burjuvazisinin, dünya lideri Kemal Atatürk’e düşman kesilmelerinin iki nedeni var:
Birincisi, çok ağır askeri ve siyasi yenilgiyi tattırması; ikincisi, Türkiye’de -bölgeyi de derinden- etkileyen “Düşünce Devrimi”ni gerçekleştirmesi, insanlara düşünmeyi kazandırması…

Düşünce ve düşünen insan, vahşi İngiliz burjuvazisinin olduğu gibi başka emperyalistlerin de zehiri, korkulu rüyası, kâbusudur!

O nedenle, en başta Kemal Atatürk’ümüze, ülkemize, halkımıza, bölgemize ve çağdaş dinimize düşmanlıklarını hep canlı tutmuşlar, hep canlı canlı tutacaklar!

Uyanık, duyarlı ve hazırlıkta olmak öncelikli görevimizdir!..

“MÜJDE”Yİ GÜNDEMDEN DÜŞÜREN, “MÜJDECİLER”İN KEYFİNİ KAÇIRAN GİRESUN SEL FELAKETİNİN ÖĞRETİLERİ

150 150 bakikarakol

Sel felaketinin yaşandığı Giresun’un ilçelerine giden Diyanet İşleri’nin “Prof. Dr.” unvanlı Başkanı Ali Erbaş’ın şu sözleri ne kadar ilkel, gerici, içi boş, gerçekleri kökünden çarpıtan sözler:
“Birlik ve beraberlik içerisinde büyük bir çalışmayla felakete uğrayan ilçelerimiz inşallah en kısa zamanda eski haline kavuşturulacak. Yıkılması gereken binalar da yıkılacaktır ve yenileri yapılacaktır. Tüm vatandaşlarımız için dua ediyorum, sabır ve tahammül tavsiye ediyorum. Çünkü Allah´tan gelene karşı boynumuz kıldan incedir ama tedbirlerimizi almalıyız. Bizim için dört önemli unsur var. Bunlar da; ibret almak, tedbir almak, tevekkül etmek ve dua etmektir. Afet durumunda bir Müslüman’a gerekli olan bu davranışlardır.” https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/diyanet-isleri-baskani-erbas-selde-hasar-goren-camileri-inceledi-6005903/

Hayır!..
Felakete uğrayan ilçelerimiz tekrar eski haline getirilmesin, yıkılması gereken binalar da yıkılsın ama yenileri yapılmasın.
Çünkü…
Aynı felaket yıllar sonra gene olacak!
Çünkü…
Dere yataklarına yerleşim, us (akıl) işi değildir!
Rant ve siyasi çıkarlar uğruna insanlarımız ölmesin, yaralanmasın, altından kalkamayacakları maddi zararlara uğramasınlar!

Hayır!..
Giresun’un ilçelerinde yaşanan felaket, Allah’tan gelmemiştir!
Rant ve siyasa (politika) babalarının “göz doymazlıkları”nın ürünüdür!
Çarpıtarak, insanları yanıltmanın, kandırmanın, yanlış bilgilendirmenin anlamı yok!

Önlem (tedbir) almanın tek yolu, insanlara “düşümye”yi kazandırmaktır.
Düşünen insan, felaketlere neden olan ve de olacak gelişmelere olanak tanımaz.

Gerçek bir “Müslüman”ın yalnız “afet durumları”nda değil, her durumda yapacağı “davranış” gene tek seçenek “düşünmek”tir.

Halkına düşünmeyi anlatmayan, aşılamayan, kazandırmayan din ve devlet, siyasa insanı olmaz!

Dünya lideri Kemal Atatürk, “düşünme”nin önemini, gerekliliğini gördüğü için, “Düşünmek Devrimi”ni gerçekleştirmiş, halkına armağan etmiştir ve halkını “düşünen halk” yapmıştır.

Ama…
Atatürk’ün, Türk halkının ve Türkiye’nin düşmanları en çok bu devrimden tedirgin olmuşlar, ellerinden geleni –yerel işbirlikçilerini de kullanarak- yapmış, amaçlarına ulaşmışlardır!

Günümüzde, halkımızın yüzde kaçı –vurgulamaya çalıştığım anlamda- düşünebiliyor?
Bilimsel bir araştırmayla karşımıza çıkacak rakam, utandıracak, yüz kızartacak miktarda düşük olur!

Düşük miktarda olmasaydı:
Düşünen insanlar, dere yataklarına yerleşilemeyeceğini bilirlerdi, yerleşime izin vermezlerdi;
Yerleşmeye ve yerleştirmeye kalkanlara en sert biçimde karşı çıkarlardı;
Gözlerinin içine baka baka yalan söyleyen, kandıran siyasilerin ve işbirlikçileri rantçıların “ikna” tuzaklarına düşmezlerdi;
Doğayla inatlaşılamayacağını, savaşılamayacağını iyi kavrarlardı, öngörülerinde yanılmazlardı…

“Müjde”yi gündemden düşüren, “müjdeciler”in canını sıkıp keyfini kaçıran Giresun ilçelerinde yaşanan sel felaketi, bir dizi öğreti ve iletide de bulunuyor.
Diyor ki:
Düşünün.
Düşünmeyi öğrenin, öğretin.
Düşünen insan olun, düşünen insanlar yetiştirin.
Düşünün karar verin, adınıza iş yapacakları belirleyin, seçin; belirleyip seçerken, “düşünen” olup olmadıklarına bakın, gözlerinizi üzerlerinden çekmeyin, yanlışa kayacakları an, adınıza iş yapmalarını sonlandırın…

Üzülerek söylemeliyim ki:
Dünya lideri Kemal Atatürk’ten sonra, “düşünmek”te esneklik gösteren, giderek de “düşünmek”ten kopan “kadrolar” tarafından yönetildik!

Bugünlere geldik!

Aynı anlayıştaki kadrolarla yarınlara yol alıyoruz!

Acı olan bu!

Bir başka acı olan:
“Muhalefet” belediklerimiz de aynı anlayış içinde!
Yani:
Onlar da “düşünmüyorlar”!
Düşünenlerin önünde “dalgakıran”lık yapıyorlar!

Ama…
Sayılarının azlığına karşın, “düşünme”yi bırakmamış “öz Atatürkçüler”, düşünce yoksunu insanları yönetmenin, sömürmenin çok daha kolay olduğu görüşündeki emperyalist düşmanlarımız en başta İngiltere ile ABD’yi ve onların yerel işbirlikçilerini, 30 Ağustos 1922’deki gibi gene yenecek, gene geldikleri gibi gönderecek!..