Posts By :

bakikarakol

BAROLARI BÖLDÜLER!.. SIRADA TBB!.. BAŞKAN SEÇİMİ NASIL OLACAK?!. VE TÜRKİYE’DE AVUKATLAR VAR!..

150 150 bakikarakol

2013’te FETÖ kadroları denedi, öngöremedikleri tepkiyle karşılaştılar, geri adım attılar…

Aradan 6,5 yıl geçti…
Bu defa, FETÖ kadrolarının kendilerini kandırdıklarını itiraf eden AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı düğmeye bastı, gündeme yeniden geldi…

Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın ortakları AKP MHP’nin “Hukukçu”ları, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu’nun da katkılarıyla kısa sürede “Baroları bölecek” ÇOKLU BARO YASASI TASLAĞI’nı hazırladılar, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına sundular…

Cumhurbaşkanlığında, son çalışmalar yapıldı,bitti, Kamutay (Meclis) Başkanlığına gönderildi…

Kamutay’da gündeme alındı, Kamutay Anayasa Komisyonu’na “sevk” edildi…

81 il Baro Başkanı karşı çıktı…

“Barolar bölünürse, Türkiye bölünür” dediler…
“Barolar bölünürse, baroların sesi kısılacak, halkın sesi kısılacak” dediler…
“Türkiye’de yıllardır uygulanmak istenen çoklu baro sistemi, öncelikle devletimizin üniter yapısının altına dinamit koymaktan başka bir şey değildir” dediler…
“Barolar bölünürse, her ırka mensup, ideolojiye mensup, dine mensup, mezhebe mensup insanlar farklı barolar kuracaklar” dediler…

İllerinden, Başkent Ankara’ya yürüdüler…
İtildiler, kakıldılar…
İlk gün Ankara’ya sokulmadılar…
Geceyi sokakta yağmur altında geçirdiler…
Kamutay’a alınmadılar…

İktidar yanında yer alan TBB Başkanı Feyzioğlu’na sırtlarını döndüler, kol kola girerek, Feyzioğlu’nu aralarına sokmadılar…

Kendisi de “Avukat” olan, AKP’nin Çanakkale Milletvekili ve Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın “reform” ; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Barolar demokratikleşecek, Avukatlar özgürleşecek, savunma daha da güçlenecek” dediği “Çoklu Baro Yasa Taslağı”, Kamutay Anayasa Komisyonu’nda AKP’li ve MHP’li Komisyon üyelerinin oylarıyla kabul edildi, Kamutay Genel Kurulu’na gönderildi…

8 Temmuz 2020 Çarşamba günü Kamutay Genel Kurulu’nda görüşülecek konuların önüne geçti…

Görüşülmeye başlandı…

AKP ve MHP dışındaki siyasi partilerin Grup Başkanvekilleri, Milletvekilleri yergilerde bulundular, büyük bir yanlış yapıldığını, yapılacağını vurguladılar, tasarının geri çekilmesini ısrarla istediler…

Gergin anlar yaşandı…

AKP ve MHP kulak tıkadı, duymazdan, görmezden geldi, yergilere yanıtlar vermekle yetindi, bildiğini okudu…

Ve…

Ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile uyumlu ucube “Çoklu Baro Yasası”, 11 Temmuz 2020 Cumartesi’nin ilk saatlerinde, saat 02.30’da kabul edildi…

Oylamaya 586 Milletvekilinden 417’si katıldı; 251’i “Evet”, 163’ü “Ret” oyu verdi…

“Evet”i, Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın ortakları AKP ve MHP’nin vekiller verdi…

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının onaylayıp Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla resmen/hukuken “Çoklu Baro Yasası” yasalaşmış olacak…

Atık Türkiye’de Barolar bölünmüştür!..

Yalova Barosu’na kayıtlı bir Avukatın “Parçalanmadan bir süre önce Yugoslavya’da da Barolar bölünmüştü” sözü kulaklarımda çınladı, içim sızladı ve korkmaya başladım!..

24 Haziran 2018’de yapılan Cumhurbaşkanlığı ile 27’inci Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde, 600 üyeli (şimdi 586 üye var) Kamutay’da 123 Avukat bulunuyor…
AKP’de 68, MHP’de 5, CHP’de 34, HDP’de 13, İyi Parti’de 3…

AKP’li ve MHP’li Avukat Milletvekillerinin, çok büyük zararlara neden olacak “Çoklu Baro Yasası”na neden karşı çıkmadılar, “kabul oyu” verdiler?!.

Bir başka soru:
AKP ve MHP’nin bu “tezciliği”, “telaş”ı ne?!
Ve neden?!.

Cumhur İttifakı ve Cumhur İttifakı İktidarı, Türkiye’ye, Türk halkına ciddi, çok büyük zararlar vermek için mi oluştu, oluşturuldu?!.

Eğer…
Kamutay’da, siyasi parti Genel Başkanlarının atadıkları vekiller değil de, halkın gerçek anlamda kendinin seçeceği vekilleri olsaydı, Türkiye’nin böyle bir gündemi olmayacaktı, Türkiye bugünlere gelmeyecekti, bugünleri yaşamayacaktı, en az 50 yıl geriye gitmeyecekti!..

11 Temmuz 2020 Cumartesi’nin ilk saatlerinde attığım twitterda, “Kabul edilen ÇOK YANLIŞ YASA’dan sonra sıra, Türkiye Barolar Birliği’nde mi?!.” diye sormuştum…

Evet, sırada TBB!..

Öngörüm:
Çoklu Barolar, bir biçimde Adalet Bakanlığı’na iliştirilecek…
Her Baro, önce Başkanını, sonra TBB Başkanlığı için “aday”ını seçecek…
TBB Başkanlığı adayları arasında yapılacak seçimle en çok oy alan üç veya dört aday belirlenecek…
Bunlar da, Adalet Bakanlığı’na sunulacak…
Adalet Bakanlığı da, YÖK benzeri işlevle, Cumhurbaşkanlığına sunumda bulunacak…
Cumhurbaşkanı, Üniversitelere Rektör atamasında yaptığı gibi, az-çok oy almaya bakmaksızın, içlerinden uygun gördüğünü, TBB’nin başına “Başkan” atayacak…

Katılırsınız, katılmazsınız bilemem…
Böyle bir gelişme olur mu, olmaz mı, onu da bilemem…

Bildiğim…
Türkiye’deki Baro Başkanları ve Avukatlar kanıtladılar, dünyaya kabul ettirdiler:
Baroları bölseler de, Türkiye’de avukatlar var!..

Onurlu, şanlı duruş sergilediler, savaşım verdiler, tarihe geçtiler!..

Her biriyle gurur duyuyorum…
Her birinin önünde saygıyla eğiliyorum…
Duruşlarından, savaşımlarından geri adım atmayacaklarına içten inanıyorum…
Gerici ve zor günler yaşayan ülkemin aydın, çağdaş yarınlarının emekçileri Avukatlarımızı selamlıyorum!..

AYASOFYA GERÇEKTE NEDEN CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ, İBADETE AÇILDI?!..

150 150 bakikarakol

Danıştay 10’uncu Mahkeme’nin kararı, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının imzasıyla, 86 yıldır “Müze” statüsündeki “Ayasofya” cami yapıldı, ibadete açıldı…
Dış ülkelerden beklenen “olumsuz tepkiler”, içte beklenen “olumlu tepkiler” birbirini kovaladı…
Dışardan “Müze kararına geri dönülsün” çağrıları yapılırken, içerden uslara (akıllara) durgunluk veren söylemler, öneriler sunuldu…
Dışardan “Türkiye Cumhuriyeti” yerine “İslam Cumhuriyeti” diye yazdılar!..
İçerden, “Ayasofya’nın adı ‘Fatih Sultan Mehmet Han Camisi’ veya ‘Fetih Camisi’ olarak değiştirilsin” diye önerildi; yandaş Akit TV “Hilafet geri gelsin” tartışısı başlattı…
Dışardan, Mısır’ın Ayasofya yorumu “Erdoğan’ın imajını güçlendirmek için tasarlandı”; içerden, uluslararası üne sahip sanatçımız Fazıl Say’ın Ayasofya yorumu ise “Dünya mirası olarak korunması ve müze olarak kalması doğru olandı” bicindeydi…
350 kilisenin üye olduğu “Dünya Kiliseler Konseyi”, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına mektup göndererek, Ayasofya’yı müzeden camiye dönüştürme kararından geri dönmesi çağrısı yaptı; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ”Ayasofya bir camidir. 481 yıldır cami olarak hizmet etmiştir. Bir 86 yıllık ara dönem olmuştur” dedi… (Ama İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray, “Fazla söze gerek yok. Her şey tabelâda yazıyor. Allah önce Fatih’ten, Atatürk’ten razı olsun. 1980’de Demirel ibadete açmıştı, Kenan Evren 1981’de kapattı. Demirel 1991’de tekrar açtı. Üstelik müze vasfını da korudu. Gösteriş de yapmadan…” diye twitter atarak, “86 yıllık ara dönem” diyen Erbaş’a okkalı yanıt verdi…)
Ayasofya’nın camiye dönüştürülüp ibadete açılması istemlerine çok doğru karşı çıkışları ile son günlerdeki söylemleri ciddi çelişen AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı “Kimin ne dediğine değil bizim hakkımızın ne olduğuna, milletimizin ne istediğine bakarak bu kararı aldık” ve “Diğer ülkelere Ayasofya kararına saygı göstermek düşer” sözleriyle gündemden kopmadı…

Benim ilgimi ve dikkatimi; şimdi “Bankamatik Milletvekili” Deniz Baykal’ın 10 Mayıs 2010 günü CHP Genel Başkanlığından istifa ettiği ana kadar, sıkı CHP yönetici olan, şu an ise Ağrı AKP Belediye Başkanı Savcı Sayan’ın resmi twitter hesabından, 12 Temmuz 2020 Pazar günü saat 24.15’deki paylaşımıydı…
AKP’li Başkan Sayan şöyle yazıyordu:
“Ayasofya kararı çağ kapatıp, çağ açmaktır… Reis’in Cuma’yı kıldırması bu çağı taçlandırır… #CumayıReisKıldırsın” https://twitter.com/SavciSayan/status/1282060934429761538
Altına şunları yazdım:
“Yok daha neler!.. Çok abartıyorsunuz!.. Ya da… Çağ açmanın ne olduğunu bilmiyorsunuz AKP’li Başkan Savcı Sayan!..”

24 Temmuz 2020 Cuma günü Ayasofya’da Cuma Namazı’nı “Reis” dediği AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının kıldırması kampanyanın bayraktarlığını yanan AKP’li Başkan Sayan, “Çağ”ın, “Çağ açma”nın, “Çağ kapatma”nın ne olduğunu bilseydi, böyle şey yazmazd, paylaşımda bulunmazdı!..
AKP’li Başkan Sayan’ın danışmanı, eşi, dostu, seveni yok muydu?!.
Vardı da, neden böyle “cahilce” bir şey yazmasına, twitterda paylaşımda bulunmasına engel olmadılar?!.

Biliyorum ki, başlıktaki soruyu -AYASOFYA GERÇEKTE NEDEN CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ, İBADETE AÇILDI?!.- sorsam, AKP’li Başkan Savcı Sayan yanıtlayamayacak!..
Suskun da kalmayacak, bir şeyler söyleyecek ama söyleyecekleri “gerçekle” örtüşmeyecek…

Ben yazayım…
Eski CHP’li ve CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Yardımcısı, A Takımı’ndan, şimdinin AKP’lisi ve Ağrı AKP Belediye Başkanı Savcı Sayan okusun ve öğrensin…
Sayan gibiler de…

Siz kıymetli okurlarımı bilgilendirmiş olayım…

Ülkede yaşanan ilklerden biri:
“Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)” adlı siyasi partinin, her seçimde birinci parti çıkması ve 18 yıl aralıksız iktidar olması!..

Bunun birçok etkenleri, nedenleri var…
Bu “etkenler” ve “nedenler”in başında, “AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan faktörü” gelir…

Yadsınamaz gerçektir ki:
Ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile AKP ve AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının oyları basamak basamak inişe geçmiştir…
AKP’nin oy oranı yüzde 30’un altlarında…
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının oy oranı da, Cumhurbaşkanı seçilmede aranan yüzde 50 üzeri oyun 15 puan altında…

Seçmenin AKP’den ve AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanından kaçışını durduracak bir “olay”, bir “şey”, bir “gelişme” olmalı…

Düşünüldü, taşınıldı ve bulundu:
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, ibadete açılması!..

86 yıldır “Müze” statüsündeki Ayasofya, Cami yapılır, ibadete açılırsa, Hristiyan, Ortodoks dünyası ve daha başkaları ayağa kalkacak, AKP’ye, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’na ve onun başında bulunduğu “Cumhur İttifakı İktidarı”na ağır yergilerde (eleştirilerde) bulunacaklar…

İçte de yapılacak algı operasyonlarla, iktidarın ve AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının, yoğun dış baskı altında kaldığı topluma aktarılarak, “mağduriyet” yaratılacak…

Amaç, hedef:
AKP’den, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanından ve iktidarından uzaklaşan seçmeni, “mağduriyet” vurgusuyla kazanmak, çekmek, toplamak!..

Dışardan baskının, ağır yergilerin artması, daha ağırlarının gelmesi için içerden, dışarıyı “tahrik” amaçlı söylemler, eylemler, açıklamalar daha da artabilir!..

Siyasanın bir ayağı, “kazanma sanatı”dır…

Önümüzdeki günlerden itibaren, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanın, partisi ve iktidarı, Ayasofya’nın camiye çevrilip ibadete açılmasından ötürü, dış ülkelerin çok yoğun baskısı altında kalması, “sürpriz” olarak algılanmasın!..

Dış baskının ciddi boyutlarda arması, AKP’yi ve AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanını bir 18 yıl daha iktidarda tutmak isteyen emperyalist çevrelerce destekleneceğindendir!..

Seçmen desteğinde yüzde 20-25 puan düşüşlerde seyreden AKP’nin ve AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanında gözlene yüzde 15 ve üstü “düşüş”ü durdurabilmenin, terse çevirip yükselişe geçirebilmenin tek yolu, seçeneği, Ayasofya olayı üzerinden gelecek “yüksek düzeyde dış baskı”dır!..

Bu senaryo, “mağdur olana sahip çıkma” karakterindeki Türk halkında karşılık bulur, amacına ulaşır mı?!.

Çok zor!..

Zaten bu senaryo yazılıp çizilecek, konuşulacak, tartışılacak, siyasanın konusu olacak; bir anlamda “bu senaryonun ipliği pazara çıkacak”…
O zaman, kaçış ve kaçış kaynaklı düşüş hız kazanacak…

Acaba senaryo yazarları, bu noktayı düşünmüşler mi?!.

Düşünseler de, çare ve önlem üretmeleri olanaksız!..

DÜN “CUMHURBAŞKANI DANIŞMANI” YAPILAN “AĞZI BOZUK” OĞAN VE ÇAĞDAŞ, AYDINLIK GELECEĞİN YOLU…

150 150 bakikarakol

Dün (10 Temmuz 2020 Cuma) Resmi Gazete’de, Cumhurbaşkanı Danışmanlığı’na yapılan iki atama yer aldı…

Atananlar, “Ayhan Oğan” ile “Hamza Gedikoğlu” idi…
https://www.internethaber.com/cumhurbaskani-erdogana-2-yeni-danisman-atamasi-bakin-o-isimler-kimler-2113424h.htm

Gedikoğlu, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanın Özel Kalem kadrosunda yer alan biri…

Ayhan Oğan ise…

Anımsayacaksınız:
Ahmet Hakan’ın CNN Türk TV’de canlı yayınlanan “Tarafsız Bölge” programında, karşısında oturan İstanbul CHP Milletvekili ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu’yu çileden çıkartıp “Yeteeer” diye bağırtan, Erdoğdu’ya önündeki cam sehpayı yumruklatan “ağzı bozuk” zat…

İşte bu, kendisi/kendileri gibi düşünmeyenleri küçümseyen, azarlayan, onlara aşağılayıcı sözcüklerle hakaret eden zat, 4 Ağustos 2017’de, Ahu Özyurt’un CNN Türk’te canlı yayınlanan “Türkiye’nin Gündemi” programında “Biz yeni bir devlet kuruyoruz. Beğenin, beğenmeyin, bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır” diyor… https://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/yeni-bir-devlet-kuruyoruz-begenin-ya-da-begenmeyin-son-dakika-haberleri-1959731/?utm_source=szc&utm_medium=free&utm_campaign=ilgilihaber

Programın bir diğer konuğu, o yıllarda CHP Milletvekili olan, şimdi olmayan, ama şimdi CHP Genel Başkanlığına adaylığını açıklayan Aytuğ Atıcı “Ne demek yeni devlet? Mevcut devleti yıktınız mı?” sorusunu soruyor…

Yanıtı şu oluyor:
“Yapılan YAŞ toplantısı yeni bir Türk Silahlı Kuvvetleri’nin inşasıdır. Biz vesayet düzenini yıktık. 15 Temmuz’daki devlet içerisindeki odaklanmış bütün vesayet mekanizmaları darmadağın oldu. Bürokratik oligarşinin hakim olduğu devlet sistemi bitmiştir. Şimdi halkın doğrudan belirlediği bir sistem geliyor. Bunun kurucu lideri de Recep Tayyip Erdoğan’dır. Siyasi görüşünüz ne olursa olsun, temel bir kimliği vardır 15 Temmuz’un. O kimlikte milli ve yerli kimliktir. Yeni kurulan oluşumun misyonu ve vizyonu da budur.”

“Sivil Alan Platformu Başkanı” da olan Oğan bu sözleri ettiğinde, “AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi”dir…

“Kadrolaşma” hızına hız katan AKP, Oğan gibi partililerinin ağzından, amacını, hedefini çok net biçimde açıklarken, kamuoyu ile paylaşırken; ülke kurtaran, devlet kuran partim “Cumhuriyet Halk Partisi”nin bugün başında bulunan Soros Vakfı Türkiye kurucusu “adı lazım değil” ve onun başkanlığındaki “CHP Genel Merkez Yönetimi”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışıyla siyasa yaparak, AKP’ye AKP iktidarlarına yardım ve yataklık, CHP’ye de, CHP’yi kendi düşüncesi ve emeği ile mayalamış dünya lideri Kemal Atatürk’e de, Atatürk’ün devrim ve ilkelerine, demokratik, laik Cumhuriyet’e de vb “ihanet” ediyor!..

Ne acı!..

Daha acı olanı:
Bu “adı lazım değil”, 25-26 Temmuz 2020 günlerinde Ankara’da yapılacak 37’inci Olağan Kurultay’da gene “Kazanma şansı yüksek Genel Başkan adayı”!…

“adı lazım değil” ve “ekibi”, partim CHP’min başında oldukları sürece, “Müslüman Kardeşler” çizgisi ve amacındaki AKP, küçük ortağı MHP ile daha çok yol alır, “ajandasındakiler”i tek tek yaşama geçirir, ortada “Demokratik, Laik Cumhuriyet” kalmaz!..

AKP’den, AKP-MHP ortaklı “Cumhur İttifakı”ndan ve “Cumhur İttifakı İktidarı”ndan ülkenin ve halkın kurtulmasının yolu, partim CHP’min bugünkü “baş” ve “yönetim”den kurtulmasından geçiyor!..

Gelin bu yolun yolcusu olalım!..

Bütün halkım çağrılımdır (davetlimdir)!..

Ey halkım!..

Bu yol, senin, senin çocuklarının, torunlarının çağdaş, aydınlık geleceğinin yoldur!..

Yoluna sahip çık!..

Emperyalist İngiltere’nin tuzağına düşmüş Müslüman ülkelerin köleleştirilmiş halklarının yazgısını (kaderini) paylaşma, yaşama!..

Sen ki, en yoksul, en zayıf günlerinde bile emperyalistlerin zincirlerini parçalamış, köle olmamış, köleliği topraklarından söküp atmış yiğitlerin çocuğusun, torunusun!..

Başaracağına inanıyorum!..

ATATÜRK’ÜN ÖLDÜĞÜ GÜNDEN, DP İKTİDARINA KADAR CHP İKTİDAR DEĞİL!..

150 150 bakikarakol

Rumeli kökenli varlıklı anne- babanın oğlu “Ali Mehmet Celal Şengör’ü, 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi sonrası süreçte, “Jeolog ve Bilim İnsanı Prof. Dr. Celal Şengör” olarak tanıdık…
Tarihçi değil ama tarihe ilgili biri…

Önceki gece (8 Temmuz 2020 Çarşamba) Gazeteci Kenan Taş’ın You Tube kanalına konuk oluyor…
Dün de internet basınında yer alan habere göre Taş’ın, “Türkiye’de son 50 yılda kim damga vurdu?” sorusuna, “Adnan Menderes” diyor, ekliyor:
“Ama kötü anlamda…”
Bu sözünü “Türkiye’nin çöküşü, Demokrat Parti ile başladı” tümcesiyle tamamlıyor…
Arkasından “Gerçi Halk Partisi, 1946-1950 yılları arasında bu işin hazırlığını yaptı. Ondan sonra Demokrat Parti geldi. Ondan sonra da belimiz doğrulmadı”* tümcelerini ediyor…

Doğru mu?!.
Doğru…
Ama yanlışı ve eksikleri var…

Gazeteci Taş ne soruyor?..
“Türkiye’de son 50 yılda kim damga vurdu?”
Ne zaman soruyor?..
8 Temmuz 2020 Çarşamba gecesi…
Ne yanıt alıyor?..
“Adnan Menderes… Ama kötü manada…”

Şuraya kadar tek yanlış; 2020’den 50’yi çıktığımızda, “1970” ile karşılaşıyoruz!..

Oysa…
Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti (DP) iktidar, emperyalist ABD ve İngiltere’nin desteklediği, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Albay ve altı subaylarının 27 Mayıs 1960 sabahı gerçekleştirdikleri “askeri darbe” ile devrilmişti…
Menderes ve arkadaşları, özel kurulan “Yüksek Adalet Divanı” tarafından yargılandılar…
9 ay 27 gün süren yargılama sonunda Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idama mahkum edildiler…

Menderes ve arkadaşları yargılanmayı, hüküm giymeyi hak etmişlerdi; çünkü, toplumu ayrıştırmışlardı, yandaşlığı, kayırmacılığı, gericiliği, yobazlığı, karşı devrimciliği vb hortlatmışlardı, adeta iç savaşı başlatmışlardı, elerkinin (demokrasinin) yerinde yeller esmesine neden olmuşlardı!..

Ama…
Başbakan Menderes’le iki Bakan Polatkan ve Zorlu’nun idamları yanlıştı!..

Türkiye, Türk elerkisi, Türk aydınları, devrimcileri, yurtseverleri o “yanlış”ın bedelini çok ağır ödedi!..
Hala da ödüyor!..

Bilindiği gibi…
İlk idam 15 Eylül 1961’de yapıldı…
Polatkan’ın ardından ikinci idam bir gün sonra (16 Eylül 1961) yapıldı…
Zorlu’nun ardından üçüncü ve son idam da bir gün sonra (17 Eylül 1961) yapıldı…
Son idam edilen, Menderes’ti…

Şengör “Türkiye’nin çöküşü, Demokrat Parti ile başladı… Gerçi Halk Partisi, 1946-1950 yılları arasında bu işin hazırlığını yaptı. Ondan sonra Demokrat Parti geldi. Ondan sonra da belimiz doğrulmadı” derken, çok doğru diyor…

Ama…
Bu çok doğru sözlerinde de eksikler var…

İlk başta, “… Halk Partisi…” değil, “Cumhuriyet Halk Partisi” olacak…
“Cumhuriyet Halk Partisi” demek de doğru değil; doğrusu “Cumhuriyet Halk Partisi Yönetimi” demektir…

Şengör, Doğu Anadolu Fay’ını, Ege’de veya Akdeniz’de gösterir mi?..
Gösterirse, kaba ve yanlış olur…

Dünya lideri Kemal Atatürk’ün yaşama gözlerini kapattıktan sonraki Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi, “Milli Şef” diye de anılan İsmet İnönü döneminin fiilen ve resmen başladığı 11 Kasım 1938’den itibaren, “Türkiye’nin çöküşü”ne neden olacak “gerici, yobaz, karşı devrim anlayışına çalıştı, hizmet verdi…

Gerçek şu ki:

Dünya lideri Kemal Atatürk’ten sonra, DP iktidarına kadar iktidarda Cumhuriyet Halk Partisi görünse de, gerçekte iktidar, tek başına “Mareşal Fevzi Çakmak”tır!..

Çakmak, İnönü’yü yönlendirerek, Türkiye’yi yönetmiştir!..

Taşları oturttuğumda, bu sonuçla karşılaşıyorum…

Prof. Dr. Celal Şengör, dillendirdiği konuları birazcık eşeleseydi, aynı sonuca varacaktı…
*https://www.t24.com.tr/video/prof-dr-celal-sengor-turkiye-nin-cokusu-demokrat-parti-ile-basladi,30500

HALK, VEKİLİNİ SEÇEBİLSEYDİ, ŞENTOP KAMUTAY BAŞKANI, ŞENTOPGİLLER MİLLETVEKİLİ OLMAZDI!..

150 150 bakikarakol

Tekirdağ AKP Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Şentop, Cumhur İttifakı ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın ortakları AKP ile MHP’nin ortak adayı olarak, dün (7 Temmuz 2020 Salı) Kamutay (Meclis) Genel Kurulu’nda yapılan oylamayla yeniden Kamutay Başkanı seçildi…
https://www.gercekgundem.com/siyaset/195215/tbmm-baskanlik-secimi-sonuclandi-iste-tbmmnin-yeni-baskani

328 oyla Kamutay Başkanı olan Şentop, 16 Nisan 2017 yılında yapılan ve “Atı alan Üsküdar’a geçti” anlayışıyla kabul edilen, ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin, Kamutay Anayasa Komisyonu sürecinde, Komisyon Başkanıydı…

Dünyada bir ilk olan “Ucube sistem”in, Kamutay Anayasa Komisyonu’nda görüşülmesi, kabul edilmesi sürecinde Şentop’un, hafızalardan silinmeyen, hiçbir zaman da silinmeyecek uğraşı, çabası var!..
Tarih, uğraş ve çabalarından ötürü Şentop’u ayrıntılı yazacak!..

Şentop, Başkanı olduğu Anayasa Komisyonu’ndaki “çalışması” ile ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin Komisyon’da kabul edilmesinin karşılığını, ikinci defa “Kamutay Başkanı” seçilerek, almıştır!..

Demokratik Parlamenter Sistem’i “katledenlerden”; ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin, Başkanı olduğu Kamutay Anayasa Komisyonu’nda kabul edilmesinde etkin rol oynayanlardan olan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Prof. Dr. Mustafa Şentop, “ucube sistem” çerçevesinde “başarılı” Kamutay Başkanıdır!..
Sistemin ve kendisinin başarılı olması için elinden geleni yapıyor, yapacağının işaretlerini veriyor!..

Bu ülkede, seçme ve seçilme hakkına kavuşan halk, “seçmenin ve seçilmenin” ne olduğunu bilseydi, vekilini kendisi seçerdi, bugünlere gelmezdik, “Partili Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi gibi bir “ucube, Kamutay’da gündeme gelmezdi, Anayasa Komisyonu’ndan geçmezdi, halkoyuna sunulmazdı, Mustafa Şentop ve onun gibiler de “Milletvekili” olmazdı!..

Bugün Kamutay’da, halkın seçtiği vekilleri yok!..
Bugün Kamutay’da, siyasi parti Genel Başkanlarının “Milletvekili Listeleri”ne yazdıkları, “halkın yalnızca oy verdiği” Milletvekilleri var!..
Bunlara “Atanmış Milletvekilleri” demek, yanlış olmaz!..

Demek ki…
Bugün Kamutay’da, “Atanmış Milletvekilleri” var!..

Milletvekili listeleri yaparak “atama” işini gerçekleştiren siyasi parti Genel Genel Başkanlarının beşte dördünün de “atandığını” söylemek, doğru söylem olur!..

Önseçimle Milletvekili adayı olmuş ve seçim kazanmış Milletvekilleri olayında da, “delege ağalığı”, halkın, vekilini kendisinin seçmesinin önüne geçti!..

Dahası…
Anavatan Partisi (ANAP) Kurucusu merhum Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı döneminde, 20 Ekim 1991 günü yapılan 19’uncu Milletvekili Genel Seçimi’nde “Tercihli oy” kullanımı da –AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, “tercihli oy kurbanı” olmuş, İstanbul İl Başkanlığını yaptığı Refah Partisi’nden İstanbul 2’inci Bölge’den Milletvekili seçilememişti-, halkın, “vekilini belirleme süreci”ne olanak tanımadı!..
Ama…
O güne kadar ve o günden sonra yapılan seçimlerde, demokratik açıdan, olumlu, apayrı yeri olduğu yadsınamaz…

Partim CHP’min başında bulunmasından sonsuz rahatsız olduğum Soroscu “adı lazım değil”, basına 11 Haziran 2020 Cuma günü yansıyan bir gün önceki Parti Meclisi (PM) toplantısında kurmaylarına “Milletin vekilini, millet seçmeli” içeriğinde bir yasa çalışması başlatmalarını söylüyor… https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kilicdaroglu-milletin-vekilini-millet-secsin-1744544

“Halk, vekilini nasıl seçecek?” diye sorsam, yemin ederim, yanıt veremez!..
Yanıtı; “önseçim”, “tercihli oy kullanma” çerçevesinde olacak!..
Hayır!..
Halkın, vekilini bu yollarla seçmesi olası değil!..

Bunun nasıl olacağını ileriki günlere bırakıyorum…

Yarın, ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin ürünlerinden(!), “Çoklu Baro Yasası” önerisi Kamutay Genel Kurulu’na gelecek!..
Büyük olasılıkla, Cumhur İttifakı ve Cumhur İttifakı İktidarı ortakları AKP, MHP oyları ile kabul edilecek!..

Çok yazık olacak!..

AKP GENEL BAŞKANI CUMHURBAŞKANINA ÇOK YAKIN AKP’LİNİN SÖYLEDİĞİ VE ÇARPICI MÜTHİŞ HABER!..

150 150 bakikarakol

Dün (6 Temmuz 2020 Pazartesi), gazeteci, yazar Levent Gülken’in söylediği ve hem Sözcü Gazetesi’nde hem de www.sozcu.com.tr ‘de manşette yer alan haber beni etkiledi, şaşkına çevirdi!..

Gültekin’le başlayayım:

Levent Gültekin, Ayşenur Arslan’ın hafta içi Halk TV’de 11.00-13.00 arası canlı yayınlanan “Medya Mahallesi” programındaydı…
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına çok yakın bir AKP’linin şu çarpıcı, müthiş iki tümcelik sözünü paylaştı:
“Ülke büyük yıkıma gidiyor!.. Durduramıyoruz!..”

Duyarlı her Türk vatandaşını zıplatacak söz!..

Karşıt (muhalif) söylemiyordu!.. AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanın “birinci çember içinde”ki AKP’li söylüyordu!..

Söylemekle, çok doğru yapmış!..
Çünkü söylediği “çok doğru”!..

Ancak…
Çok doğruyu, çok doğru biçimde söylemesi kadar, “Niye söyledi?!.” Sorusu da doğru, yerinde bir soru!..

“Söylemesinde” birçok nedenler var…
Her biri üzerinde tek tek durup zamanınızı almak istemiyorum…
Benim takıldığım, “Durduramıyoruz” sözcüğü!..

“Durdurulamayan” ne veya kim?!.
“… büyük yıkım”ın boyutu, kaçınılmazlığı mı, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı mı?!.

Gültekin, bu ayrıntıya açıklık getirmiş olabilir…
Orayı kaçırmışımdır…

Levent Gültekin de, bu paylaşımıyla çok doğru düşünmüş, yapmıştır…
Kendisini kutlarım…

Bu konuyu uzatmayacağım, noktalayacağım, diğer konuya geçeceğim…
Dün Sözcü Gazetesi’nin ve www.sozcu.com.tr internet sitesinin manşet haberlerinden biri “Temeli atılan baraj yok oldu” https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/temeli-atilan-baraj-kayboldu-5912985/ başlıklı olandı…
Haberin spotu şöyle:

“2017’de törenle temeli atılan ve 450 milyon liraya mal olacağı açıklanan Çankırı’daki Devrez Kızlaryolu Barajı ortadan kayboldu. CHP milletvekilleri bölgede yaptıkları incelemede barajı bulamadı. Eski başkana, köylülere sordular, bilen yok. Kısaca barajın akıbeti meçhul. “

Linki tıklayıp haberi okuduğunuzda, siz de benim gibi “Şu AKP’liler, şapkadan tavşan, civciv çıkaran hokus pokuscu göz boyayan, kandırıkçı sihirbazlar gibi!.. Onları da geçtiler!” demekten kendinizi alamayacaksınız…

Böyle şey olur mu, olabilir mi?!.

Olamaz, olmaması gerekir…
Ama…
Olduğuna göre!..
Demek ki, oluyormuş, olabiliyormuş!..

Düşünemeyen, düşünemediği için her söze kanan insan yığınağında, “olması” kaçınılmaz!..

Olayı ortaya çıkaran İstanbul CHP Milletvekili Gökhan Zeybek’i, İsmet Tokdemir’i, Türabi Kayan’ı, Hasan Baltacı’yı kutluyorum…

İyi ki varlar!..
İyi ki böyle bir olayı gün ışığına çıkardılar!..

Sağ olsunlar, var olsunlar…

Bu rezil, utanç olayın benzerleri yok mudur?!.

Olmaz olur mu?!.

Hepsi de el atılmayı bekliyor!..

İnanıyorum ki, AKP’nin bu ve bu gibi karartmaları aydınlatılacak!..
Ama bugün, ama yarın!..

Ben bu olayda, “kandırılma”ya yanarım!..
Çok da gücüme gidiyor!..
Halkım ve ben kandırılmayı hak etmiyoruz!..
Bunu yapanlar, yargılanmayı, mahkum olmayı hak ediyorlar!..
O da olacak!..

FEVZİ ÇAKMAK VE TÜRKİYE’NİN GERÇEK DÜŞMANI İNGİLTERE

150 150 bakikarakol

AKP’li, MHP’li “Cumhur İttifakı” ve “Cumhur İttifakı İktidarı” içindeki büyük ortak AKP’ye, AKP iktidarına çok yakın yandaş Sabah Gaztesi’nin yazarlarından, imam hatip kökenli, Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkileri Bölümü mezunu Bercan Tutar, bugünkü (5 Temmuz 2020 Pazar) “Asıl düşmanımız müttefiklerimiz” başlıklı bir yazı yazmış…
Eksiği var ama doğru bir yazı…
Kutlarım…

Yazının bitimindeki şu paragrafı pek sevdim:
“Libya krizi bize şunu bir kez daha gösterdi ki eskiden olduğu gibi şimdi de asıl düşmanımız ‘müttefik’ Atlantik’tir. Bu tehdidi Büyük Asya açılımı ile dengelemek zorundayız. Yoksa ‘vesayet altındaki Türkiye tarihi’ yeniden tekrar edebilir.”

Beni şaşırtan, Sabah Gazetesi’nde bu yazının yayınlanması!..
Şöyle ki:
Yazıda, hele de “Atlantik” sözcüğü ile emperyalist USA’nın, yani emperyalist ABD’nin vurgulanması çok önemli!..
Sabah Gazetesi yönetiminin, sözünden çıkmadığı, çıkmayacağı izlenimini edindiğimiz AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının sıkı, yakın dostları arasında baş sıralarda yer alan emperyalist ABD’den “düşman” diye söz eden yazıyı nasıl yayınlar?!.
Yayınlaması normaldir ama anlamlıdır da, düşündürücüdür de!..

Bu ayrıntının bir getirisi, götürüsü olur mu, olacak mı?!.
Dilerim olmaz…
Ve olmamalı…
Çünkü…
Az yukarıda dediğim gibi:
Gerçekçi yazı…
Ancak…
Eksiği de var!..

O eksik, Türkiye’nin tek düşmanı “İngiltere derin devleti”dir!..
Yani; İngiltere’nin, vitrinde emperyalist ABD’yi ve Avrupa Birliği ülkelerini oynatarak, kendisi de “görünmez”de kalarak dünyaya hükmeden, dünyayı yöneten “İngiltere’nin çok büyük burjuvazisi”dir!..

O “çok büyük burjuvazi” ki…
Çok tehlikelidir!..
Çok donanımlıdır!..
Çok büyük örgütlüdür!..
Çok uzun süreli (50, 100, 300, 500, 800 yıl, 1 yüzyıl) düşünür!..
Çok çalışkandır!..
Çok planlıdır!..
Çok geçmişe bağlıdır!..
Çok kinlidir!..
Çok kendini beğenmiş, ukaladır!..

Yalnız Türkiye’nin değil, “düşünme”nin, düşünmeyi inananlarına hep öğütleyen “İslam Dini”nin ve düşünen her insanın düşmanıdır!..

Çıkarlarının söz konusu olduğu ülkelerde, özel ilgilendikleri, yetiştirdikleri, yetkilendikleri en az bir “adam”ları var!..

Osmanlı’daki ve Atatürk Türkiyesi’ndeki onca adamlarından önde gelen, “Fevzi Çakmak”!..

Bugüne değin capcanlı yaşayan “Türkiye düşmanlığı”nda, Çakmak’ın etkinliği kenar edilmez!..

Dünya lideri Kemal Atatürk sonrası Türkiye yönetiminde, Çakmak hep olmuş!..
Gelinen bu günlerde, onun izi, imzası var!..
Ama hiç görünürde olmamış!..

Ve…
Ne ilginçtir ki, Çakmak’la ilgili, kafalardaki soruları giderecek etkinlikte biyografi ve kitaplar yok!..

Fevzi Çakmak sanki bir giz!..

Neden acaba?!.

Bercan Tutar’ın, “Asıl düşmanımız müttefiklerimiz” başlıklı yazısına, özetlemeye çalıştığım nedenlerden ötürü “Eksiği var” dedim, diyorum…

“Fevzi Çakmak gizi”ni çözecek tarihçilerle iletişime geçtim…
“Mareşal Fevzi Çakmak” kitabının yazarı gazeteci, televizyoncu Semra Topçu ile yazıştım…
Sonuç alamadım…

Bu toplum, “Mareşal Fevzi Çakmak”ı bütün sırları ile bilmeli, tanımalı!..
Ama…
Bir arpa boyu yol alınamıyor!..

İki kişiye umut bağladım…
Biri Araştırmacı Yazar Sezai Yazıcı, diğeri Prof. Dr. Barış Doster…
İkisine de güveniyorum…
İkisinin de, “Mareşal Fevzi Çakmak gizi”ni, en yalın, en gerçekçi biçimde çözeceğine, toplumu aydınlatacağına inanıyorum…

Buradan, sizlerin huzurunda Yazıcı ve Doster’e, “Mareşal Fevzi Çakmak gizi”ni çözmeleri çağrısında bulunmak istiyorum…
Umarım dikkate alırlar…

Biliyorum, araştırmaya dayalı uzun bir çalışma gerektiriyor…
Olsun…
Yeter ki böyle bir çalışmaya başlanılsın…
Bir yıl da, üç yıl da, beş yıl da beklenir…

KARS’TAN ARAŞTIRMACI YAZAR SEZAİ YAZICI YAZDI

150 150 bakikarakol

Baki Bey,
Can yakıcı bir konuyla bizi günlük siyasetin anaforundan uzaklaştırmayı başardınız, sizi kutluyorum.
Deprem ülkemizin acı gerçeği… Umarım yazılarınız bu gerçeği yeniden duyumsamamıza bir nebze de olsa katkı sağlar.
Yinelemekten yüksünmemek gerek: Ülkemizin yüzde 92’si deprem kuşağında. Üstelik sanayi tesislerimizin yüzde 75’i 1 ve 2. Deprem bölgesinde kurulmuş. Anımsanacaktır, 17 Ağustos Gölcük depreminin ardından uzmanlar, Türkiye’nin en önemli yatırımlarının Marmara’ya yani deprem bölgesine yapılmış olmasını eleştiriyor, 8 şiddetindeki bir depremde on binlerce can kaybının yanı sıra buradaki stratejik önemi yüksek fabrikaların büyük ölçüde zarar göreceğini ve ülke ekonomisinin “çökebileceğini” dile getiriyordu… Yapılan tartışmaların ardından uzun erimli bir süreç içerisinde planlı programlı olarak bu tesislerin dengeli bir biçimde Marmara Bölgesi’nin dışına çıkarılması gerektiği rapor ediliyordu…
Bu saptama ve yapılan öneriler günümüzde tamamen unutulmuş gözüküyor. Bırakınız mevcut tesisleri bir plan uyarınca deprem bölgesinin dışına çıkarmayı, yeni kurulacak fabrikalar bile basit hesaplarla inat ve ısrarla fay hattına yakın yerlerde kurulmasına izin veriliyor.
Hiç kuşkusuz bunda iktidarların günahı çok. Ama belirttiğiniz gibi toplum olarak “mütevekkil” yaşam anlayışımızın rolü de yadsınmamalı. O halde depremle ilgili yeni bir bakış açısı yeni alışkanlıklar kazanmak zorundayız. Elbette bize bu yeni değerleri kazandıracak olan eğitimdir. Bunun için öneriniz yerinde ve önemlidir. Deprem yaşamımızın her alanına girmeli okullarda zorunlu ders olarak okutulmalıdır.
Nitekim isabetle altını çizdiğiniz bu önerinin yıllar önce kısmen eylem raporlarına girdiğini belirtmeliyim.
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nda (2012-2023) yapılacak bu düzenlemenin altı şöyle çiziliyor:
“İlk ve orta öğretimde afet ve acil durum tabanlı bazı üniteler eğitim programlarına alınacaktır. İlk ve Ortaöğretimde okutulan bazı ders programlarında yer alan afet ve acil durumlarla ilgili konuların; günümüz şartlarına göre geliştirilmesi ve güncellenmesi sağlanacaktır. Ayrıca uzaktan eğitim başta olmak üzere yaygın eğitim kanalıyla da bu eğitimler verilecektir.”
Ama kuramsal çerçevede eylem planına giren bu yaklaşımın öngörülen sonuçlara ulaşması için uygulamada henüz sahici adımlar atılmamıştır. Öneriniz doğrultusunda öğrenci velileri olarak eylem planına giren bu uygulamaları yakından takip etmeliyiz.
Bu yazınızın bir devamı olarak 30 Haziran tarihli “AKP Depreme Neden İlgisiz ve Neden “Kanal İstanbul” Deyip Duruyor?!”, başlıklı yazınızın yanıtını da yine Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’ndaki amaçlarda aramalıyız.
Planda depremlere ve diğer afetlere zamanında hızlı ve etkili olarak müdahale edilebilmesi için acil durum haberleşme altyapısının güçlendirilmesi, ulaşım ve tahliye koridorları, toplanma ve geçici barınma alanları, afet destek merkezleri ve acil durum tesisleri gibi tesislerin gerçekleştirilmesinin gerekliliğinden söz ediliyor.
Peki biliyor muyuz bu “toplanma ve geçici barınma alanları”nın nereler olduğunu? Zira basında bu alanların yandaş çevrelere farklı amaçlar için tahsis edildiği iddia ediliyor.
Biliyorum, sözü uzattım. Ama bir tümceyle de olsa iktidarın barolarla ilgili yapacağı düzenlemeye değineyim. Nagehan Alçı ve Mehmet Barlas gibi AKP’nin her yaptığının “en sadık savunucusu” olanlar bile “Çoklu Baro”yu çekinmeden eleştiriyorsa iktidar bir kez daha düşünmelidir derim…

KADINLARIMIZ, “İSTANBUL SÖZLEŞMESİ”NDEN ÇEKİLMEYE HAZIRLANAN “AKP GERİCİLİĞİ”NE GEÇİT VERMEYECEK!..

150 150 bakikarakol

AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, tam da Sivas Madımak Oteli katliamının 27’inci yıldönümü olan dün (2 Temmuz 2020 Perşembe) açıklama yaptı:
“İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak sözleşmeden çekilme ile ilgili hazırlıklar yapılıyor. İstanbul sözleşmesi imzalanması yanlıştı. O zaman hangi usul ile yürürlüğe girdiyse aynı şekilde kaldırılacak.”*

AKP’ye ne battı?!.

Pekiii…
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın yöneticisi olduğu “Kadın ve Demokrasi Derneği’nin de (KADEM’in de) desteklediği** “İstanbul Sözleşmesi” neydi?..

https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/istanbul-sozlesmesi-nedir-istanbul-sozlesmesinin-icerigi-5907052/ linkindeki bilgilerden alıntıyayım:
“İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşmedir. Sözleşme 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ ismiyle anılıyor.
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi (kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi), 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Özel olarak kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan ilk Avrupa sözleşmesi olma niteliğini taşıyan Sözleşme, bugüne kadar Türkiye dahil Avrupa Konseyi üyesi 20 ülke tarafından onaylanmıştır.
Türkiye, Sözleşme’yi imzaya açıldığı 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalamış, 14 Mart 2012 tarihinde ise onaylamıştır.”

Sorup yanıylayayım:
Bağlayıcılığı da olan ilk uluslararası “İstanbul Sözleşmesi” nerede ve kaç yılında imzaya açılmış?..
İstanbul’da, 11 Mayıs 2011 yılında!..
İlk imza atan ülke hangisi?..
Türkiye!..
On ay sonra da (14 Mart 2012) onaylamış!..
2011 ve 2012 yıllarında Türkiye’de iktidarda hangi siyasi parti var?..
AKP!..

8 yıl aradan sonra, ne oldu, ne değişti de, AKP imza attığı, on ay sonra onayladığı “İstanbul Sözleşmesi”nden “çekilme kararı” aldı, çekilmek için hazırlık içine girdi?!.

AKP Genel Başkanvekili Kurtulmuş bu konuda ayrıntıya girmiyor,
“İstanbul sözleşmesi imzalanması yanlıştı” diyor, ekliyor:
“O zaman hangi usul ile yürürlüğe girdiyse aynı şekilde kaldırılacak.”

“Yanlıştı”, “yanıldık” vb !..

AKP’nin bu tür söylemleri bıkkınlık verdi!..

Kurtulmuş’un ya da bir başka AKP’linin yanıtlaması gereken soru şu:
2011’de imzaladığınız, 2012’de onayladığınız “İstanbul Sözleşmesi” neden yanlıştı?!.

Oysa…
Hiç yanlış değildi!..
Çok doğruydu!..
Çok doğru iş yapılmıştı!..
AKP’nin şimdi yaptığı yanlış!..
Yanlış yanında, “büyük ayıp”!..

“AKP gelinceye kadar kadının adı yoktu” gibi gerçeklerle örtüşmeyen, yalan, saçma sapan sözler eden “kadın”, ona arka çıkan “kadınlar” neden dut yemiş bülbül oldunuz, sessizliğe gömüldünüz?!.
“Kadın” olarak “kadın adı”nı, “kadın hakları”nı sahiplenmeyecek, sizleri ikinci sınıf, erkeğin kölesi yapacak, eve tıkayacak anlayışa ve anlayıştakilere “Dur” demeyecek misiniz, savaşım vermeyecek misiniz?!.
“Evet” diyorsanız, yüzünüze “Yazıklar olsun!” diye haykırıyorum!..
Ve bir erkek olarak:
Sizlerden utanıyorum!..

Atatürk Türkiyesi’nde kadın, çağdaşlığın, aydınlık yarınların, birlik ve beraberliğin, kalkınmanın vb yüzü, sembolü, simgesidir!..

Kadınlarımız, “AKP Gericiliği”ne” izin vermeyecekler!..

Onlara inanıyorum!..
Onlara saygı duyuyorum!..
Onlarlayım!..
Her birine selam olsun!..

“İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili başka ayrıntılara ve kimlerin ne, neler dediklerine arama motoru “Google”den ulaşabilirsiniz…
Burada uzun uzun yazıp zamanınızı almak istemedim…

*https://www.gercekgundem.com/siyaset/193814/akp-kadinlari-koruyan-istanbul-sozlesmesini-iptal-edecegini-acikladi
**https://odatv4.com/numan-kurtulmus-erdoganla-nasil-karsi-karsiya-geldi-02072040.html

RTÜK’ÜN 2 TV’YE 5’ER GÜN “KARARTMA” CEZASI VERMESİ İLE ALBAYRAK ÇİFTİNE ÇİRKİN YORUM YAZILMASI AYNI!..

150 150 bakikarakol

Berat Albayrak…
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının büyük kızı “Esra” ile evli…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de “atanmış” Hazine ve Maliye Bakanı…
Önceki gün (30 Haziran 2020 Salı), twitter hesabından “Rabbimize şükürler olsun, bu gece 4. evladımız Hamza Salih ailemize, dünyamıza sefalar getirdi. Sevgili eşim Esra’ya bize bu mutluluğu yeniden yaşattığı için sevgi ve minnetlerimi sunuyorum. Dualarınızı bekleriz.” https://twitter.com/BeratAlbayrak/status/1277724075264282628 paylaşımında bulunuyor…
Kendini bilmez biri ya da ne yaptığını çok iyi bilen özel görevli, ajan, provokatör, Albayrak’ın twitterinin altına çirkin, edepsiz şeyler yazıyor!..
(Yakalandı ve tutuklanıp cezaevine atıldı… https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/esra-albayraka-hakaret-eden-kisi-tutuklandi-5905901/)

Birkaç ahlaksız da galiba “beğeni” ve “paylaşım”da bulunuyor!..
https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/esra-albayraka-hakaret-eden-kisi-tutuklandi-5905901/
Ne kadar ayıp!..

Ülkem adına, halkım adına, bilim ve teknoloji adına utanıyorum, lanetliyorum, tamamının en ağır cezalara çarptırılmalarını istiyorum!..

İstiyorum ki, “örnek” de olsun!..

Türkiye’nin yaşamsal sorunlarını, sıkıntılarını, bugünkü 27’inci yıldönümünde Madımak katliamını gündemden düşüren bu “çirkin olay”ın bir güzel yanı, yediden yetmişe herkesi “kınama” noktasında birleştirdi!..

Beğenilmeyen, “eski Türkiye” denilen “Atatürk Türkiyesi”nin böyle bir “yanlışa karşı ortak hareket etme, tepki verme, tavır takınma” erdemliği var!..

“Ayrımcı, güç yanlısı, hep bana, hep bize”ci “Yeni Türkiye”de, vurguladığım “erdemliğe” denk gelmek (rastlamak) olası değil!..Tek tük denk gelmeler ise “güncel”den “yararlanma” için!..
Yani…
Özde bir şey yok, her şey sözde!..
Yani…
İçtenlikten (samimiyetten) yoksun!..
İçten olsalardı, cezaevinde tutuklu Selahatti Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a, İstanbul CHP İl Başkanı Canan Kaftacıoğlu’na, sanatçı Berna Laçin’e ve saymakla bitiremeyeceğim bir çok kadına çirkin, “yorum” adı altında ahlaksız şeyler yazıldı, tek sözcüklü, tek tümceli “tepki” kaleme almadılar!..
Alamazlar!..
Alamazlardı!..
Dedim ya “ayrımcı, güç yanlısı, hep bana, hep bize” anlayışındalar ve o ilkel anlayışa sımsıkı sarılmışlar, kendilerine de, “karşıt” bellediklerine de büyük zararlar veriyorlar!..

Bir baba, bir kayınpeder olarak, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının “* Bazı konular var ki üzerinde konuşmak bile insanın kalbini acıtıyor. Aile olarak birkaç gündür, böyle can acıtıcı bir mesele ile karşı karşıyayız.
* Önceki gece 8. torunum Hamza Salih dünyaya geldi. Berat Bey evladının doğumunun sevincini kamuoyu ile sosyal medyada paylaştı. Bu mesajın altına on binlerce kişi iyi niyetli yorumlarda bulundu.
* Ancak insanlıktan dahi nasibini almamış, kalbi kararmış bazı alçaklar, içindeki kötülüğü sergileyen hakaretlerle bu güzel iklimi kirletmeye çalıştı.
* Yargı ve emniyet teşkilatlarımız harekete geçti ve işlem yapmaya başladı.
* Dünyaya gözlerini henüz açmış bir bebek üzerinden ailesine ve onların temsil ettiği değerlere saldıran bu alçakların peşini bırakmayacağız.
* Hukuk önünde her birinden işledikleri suçun hesabını elbette soracağız” sözlerine katılıyorum…
Ancak…
“* Niçin YouTube, niçin Twitter, niçin Netflix şu bu gibi sosyal medyalara karşı olduğumuzun ne demek olduğunu anlıyor musunuz. İşte bu ahlaksızlıkları ortadan kaldırabilmek için.
* Yalanın iftiranın kişilik haklarına saldırının alıp başını gittiği bu mecraların bir düzene sokulması şarttır. Türkiye’ye bu tür mecralar yakışmıyor.
* Bu millete, ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor. Bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz
* Kanunların suç saydığı her konuda hak arama ve önleme yolları açık olmalıdır.
* ABD’lisi, Avrupalısı, Çinlisi bu imkana sahipken 83 milyonluk Türk vatandaşının sosyal medya terörü karşısında eli kolu bağlı kalmasını kabul edemeyiz.
* Bu konuda kapsamlı bir hukuki düzlenme üzerinde çalışıyoruz. Bu düzenlemenin süratle hazırlanması ve yürürlüğe sokulması çağrısında bulunuyorum. Yasama dönemi bitmeden tamamen bu meseleyi halledeceğimizi umuyorum.
* Hukuki düzenleme tamamlandığında erişim engeli ile adli ve mali yaptırımlar dahil her türlü yöntemi devreye sokacağız. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir.
* Bu ülkenin idari ve adli kurumlarını hiçe sayanları biz de hiçe sayarız”
https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/son-dakika-erdogandan-onemli-aciklamalar-2-5904757/ sözlerine ise katılamıyorum…
Anadolu insanımızın güzel bir sözü var:
“Pireye kızıp yorgan yakılmaz.”
Bu söz, yapılması gerekeni çok güzel işaretliyor…

Tamam…
Yasal önlemler alınsın…
Yanlış kullanımda olanlara göz açtırılmasın…
Anında yakalanmalar, en ağır cezalar, yaptırımlar olsun…
Ama…
Kurunun yanında yaşı da yanmasın!..
İnsanları “YouTube, Twitter, Netflix”ten, daha başka sosyal basından yoksun bırakmak, sosyal basını “kapatmak” yoluna gitmek anlamsız ve gereksiz!..
Ülkenin, yabancı ülkelerde saygınlığına, güvenirliğine, demokratik yapısına öngörülenden büyük zarar verir ve sarsacak!..

Derim ki…
“Kapatmak”, “sansürlemek” gibi fiili ve yasal yaptırımlar sakın ustan (akıldan) dahi geçirilmesin!..

Bu arada…

RTÜK’ün, Tele 1 ve Halk TV kanallarına 5’er gün “karartma” cezası vermesini ayıplıyorum, kınıyorum, “ilkel” bulunuyorum, ülkemizin dış dünyada ciddi yara alacağını düşünüyorum! https://halktv.com.tr/gundem/rtukten-halk-tv-ve-tele-1e-5-gun-karartma-428477h
Yapılan…
“Yasakçı Abdülhamit anlayışı”dır!..
RTÜK bu anlayıştan arındırılmalı, çağdaş bir yapıya kavuşturulmalıdır!..
RTÜK’ün, “yasakçı Abdülhamit kafası”ndaki Başkanı Ebubekir Şahin de beklenmeksizin görevinden uzaklaştırılmalıdır!..

Ve…

Bilinsin, kabul edilsin isterim ki…

RTÜK’ün “muhalif” bellediği iki tv kanalına beşer gün “karartma” gibi ayıplı, utançlı kararıyla Esra-Berat Albayrak çiftine yapılan çirkinliğin, iğrençliğin, aşağılığın hiç bir ayırtı (farkı) yok!..

Lütfen onarılsın ve giderilsin!..