“DEVLETİN EN TEMEL KOLONLARINI KESTİLER”!..

  • 0
150 150 bakikarakol

Bugün ilk kez, şöyle bir şey yapacağım:

Partim CHP’mim ne yazık ki başındaki “adı lazım değil”in dünkü (28 Şubat 2023 Salı) grup konuşmasından https://chp.org.tr/haberler/chp-genel-baskani-kemal-kilicdaroglu-tbmm-chp-grup-toplantisinda-konustu-28-subat-2023 bazı tümce veya paragrafı irdeleyeceğim.

 

“… acılı günler yaşıyoruz, evet; yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz,  evet; ciddi sorunlarla karşı karşıyayız, evet…”

Katılıyorum.

“… ama hiçbir vatandaşımın, bu güzel coğrafyanın neresinde yaşarsa yaşasın hiçbir vatandaşımın umutsuzluğa kapılmasına gerek yok.”

İyi de, yaşananlar öyle ağır ki!

Buna, “yalnız bırakılma”yı, “acil gereksinimlerden yoksun kalma”yı eklersek; “umutsuzluzluğa kapılmama”nın kaçınılmaz olduğu/olacağı gerçeği ile karlılaşırız.

Güzel bir ülkeyiz, güzel insanlarımız var.”

Doğru.

Bazen yanlış tercihler nedeniyle ülke krizlere girebiliyor, bugün yaşadığımız gibi derin bunalımların içine milyonlar sürüklenebiliyor.”

Bu da doğru…

Ama…

Aması var.

Yanlış seçenekler (tercihler) “bazen” değil, neredeyse hep var ve yaratığı sonuçlar “… girebiliyor”, “… sürüklenebiliyor” biçiminde değil, “giriyor”, “sürükleniyor” biçiminde sunulmalı.

“Ama kısa sürede toparlanmak, kucaklaşmak hepimizin görevi.”

Hepten katılıyorum.

“Millet olarak güçlüyüz, hasletlerimiz var millet olarak, bunu hiç unutmadık. Birimizin burnu kanasa, kimliğine, inancına, yaşam tarzına bakmadan hemen yanına koşuyoruz. Dolayısıyla siyaset kurumunun ayrıştırıcı yönü milletimizde yok. Bu, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim en büyük güvencemiz. Beraber olmayı, birlikte olmayı, birlikte mücadele etmeyi, vatandaşımızın, halkımızın, milletimizin bu feraseti; onlara güveniyoruz, vatandaşımıza güveniyoruz.”

Paragrafta katılmadıklarım:

“Hasletlerimiz” yerine, neden “yaradılışımızdan gelen özelliklerimiz” veya “huyumuz” sözcüklerimiz kullanılmıyor?!

“Anlayış, seziş, sezgi” sözcükleri yerine neden “feraset”i sözcüğü?!

Nedir bu Arapça sözcüklerine ilgi, onları kullanma yarışı?!

Aynı davranış neden kendi dilimiz, güzel Türkçe’miz için yok?!

“… siyaset kurumunun ayrıştırıcı yönü milletimizde yok” diyemeyiz; yarı yarıya olmasa da, yarıya yakın var!

Bu gerçek ötelenemez!

Günümüz Türkiye’sinde, siyasetçinin, halka güvendiği kadar, halk, siyasetçisine –ne acıdır ki- güvenmiyor!

Nedenleri belli.

“Deprem dolayısıyla (…) AFAD’ın ve Kızılay’ın çalışanlarına -yöneticileri değil, buraya parantez açayım yöneticileri değil- fedakarca çalışan bu iki kurumun bütün personeline yürekten teşekkür ederim.”

AFAD ve Kızılay yöneticilerine teşekkür edilmemesini alkışlıyorum.

“Güvenlik güçlerimiz… Zamanında askeri indirmediler, yeteri kadar indirmediler ve bu büyük felaketin bir anlamda sorumlusu oldular.”

Birileri kızsa da, dile getirilmesi yerinde.

“… bir felaket gününde, yaşadığımız bir felaket ortamında nasıl olur da Cumhuriyet’le yaşıt olan bir kurum, Cumhuriyet’in en değerli kurumlarından birisi olan Kızılay çadır satar, çadır ticareti yapar?”

Aynı görüşteyim.

“Buradan Kızılay yetkililerine sesleniyorum: Kardeşim, deponuzda kaç çadır varsa, eğer varsa satılmadık kaç çadırınız kaldıysa, getirin kardeşim, hepsini alacağız ve deprem bölgesine göndereceğiz. Hepsini alacağız… Bir yardım kuruluşunun ticarethaneye dönüşmesi ne demektir …?”

“Yardım kuruluşu” sözcükleriyle tanımlanan Kızılay’ın “ticarethane”ye dönüşmesine çok haklı olarak karşı çıkacaksınız, tepki göstereceksiniz, sonra da “Getir kardeşim hepsini alacağız” diyeceksiniz, sipariş vereceksiniz!

Koca bir çelişki!

“… deniyor ki, iktidar depreme hazırlıksız yakalandı. Şimdi bunu söyleyenler aslında devletin ne olduğunu bilmiyorlar. Devlet dediğiniz kurum, bütün risklere önceden hazırlık yapan kurumdur. Ordumuz niye vardır? Bir savaş çıkarsa ordu harekete geçecek. Savaş çıkmazsa hiç bir sorunumuz yok ama ordu savaş karşısında her anda hazırdır. Devlet, hastaneleri niye yapar? Bir hasta çıktığı zaman baksın diye. Hiç hasta gelmese hastaneler gene orada duracak. Dolayısıyla devlet bütün risklere karşı hazırlık yapmak zorundadır. Bu iktidar, yani enkazın altında kalan bu iktidar, deprem konusunda efendim tahminleri yanlış olmuş. Neymiş?.. İstanbul’da bekliyorlarmış, Kahramanmaraş merkezli çıkmış. Hayatımda bu kadar devlet geleneğinden uzak, devlet söyleminden uzak ve devleti tanımayan bir iktidarı ilk kez görüyorum. (…) Devlet dediğiniz kurum, bütün risklere karşı önceden hazırlığını yapan kurumdur. O nedenle devlette liyakat esastır diyoruz.”

Hepsine katılıyorum.

“Ne yapacağımızı bilmiyoruz, şimdi öğreniyoruz…”

Ne iktidarın, ne muhalefetin, ne hiç kimsenin, hiçbir biçimde böyle bir gerekçesi olamaz!

Hayır efendim. (…) herkes ama herkes, söylenmesi gereken her şeyi söylemiş… Yani yeni bir şey keşfetmeye gerek yok. Akıl bir, mantık bir, bilim bir; fay hattı var; her şey söylenmiş, hangi önlemlerin alınması gerektiği konusuna her şeyin altı çizilmiş.” biçiminde özetlediğim tepkiye içtenlikle katılıyorum.

“Bilmeyenler kim? Devleti yönetenler. Devleti yönetenlerin bunlardan hiç haberi bile yok. (…) Gidin üniversitelere dünya kadar görürsünüz orada. Açın bilim dergilerini, orada dünya kadar görürsünüz. (…) Devletin kolonlarını kestiler. Bir daha söylüyorum; bu iktidar sağlıklı saat gibi çalışan bir devletin en temel kolonlarını kesti, en temel kolonlarını kestiler. Liyakat dediğimiz kavram devlet için önemlidir; işi ehline vermek hem bütün inançlarda hem bütün demokrasilerde temel bir kuraldır. Devletin direği adalettir, adaleti çürüttüler, kalmadı bir şey. Devletin kolonlarını keserseniz işte Kahramanmaraş’ta olduğu gibi, Adıyaman’da olduğu gibi, Hatay’da olduğu gibi bir tabloya mahkum olursunuz. Devletin kolonlarını kestiler, en yetkin insanları kapının önüne koydular, devlette liyakati değil sadakati esas aldılar, aksi düşünceyi mahkûm ettiler, farklı düşüncelere kulaklarını kapattılar… Devlet o kadar sağlıklı işliyordu ki, hangi bölgede kaç şiddetinde deprem olacağı yazılmış zaten, çizilmiş zaten, söylenmiş zaten; kaç kişilik bir can kaybının olacağı da söylenmiş, yazılmış, çizilmiş… Devletin geleneklerinde bunların tamamı var, arşivlerinde bunların tamamı var ama devleti yönetenler nerde?..”

Her sözcük, her tümce acı gerçekleri dile getiriyor.

Sağlıklı işleyen bir devlet yapımız vardı!

Ama…

“Devletin en temel kolonlarını kestiler”!

Bu tümceyi müthiş beğendim, tuttum; yazımın başlığı yapacağım.

“Onlar için 1 kişi, 5000 kişi, 50.000 kişi ölmüş hiç önemli değil. Bakmayın ağladıklarına, ağlamıyorlar.”

Benim de izlenimim o yönde!

“Nasıl bir devlet yönetimidir bu? Nasıl bir çürümüşlüktür bu? Nasıl her şeyi parayla gören bir anlayıştır bu? Anlamakta zorlanıyorum.” 

Ben de!..

“Halkına kastetmenin helalliği olmaz. Kastettiniz siz, bilerek yaptınız. Bunlar olmasaydı bilmiyorsunuz diyecektim, AFAD’ın raporları olmasaydı bilmiyorsunuz diyecektim; üniversite hocalarının raporları, bilimsel makaleleri olmasaydı bilmiyordunuz diyecektim; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin defalarca çıkardığı, yayınladığı deprem araştırma raporları olmasaydı bilmiyordunuz diyecektim. Biliyordunuz, kastettiniz, 50 bine yakın yurttaşımızın ölümüne neden oldunuz…”

Müthiş sav, ağır suçlama!

“Yüce Divan”lık!

 

Uzatmayacağım.

 

Bu yaşananların, ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nden kaynaklandığına ve depremlerle ortaya çıkan, çok net biçimde görülen “Yerel Yönetim”lerin önemine, Millet İttifakı’nın hazırlayacağı “Anayasa”da ayrıntılı yer verileceğine değinilmemiş!

Değinilmeliydi!

Dünya lideri Kemal Atatürk’ümüzün, yerel yönetimleriyle ilgili düşüncelerinden etkin yararlanılabilir.

Yararlanılmalı…

  • 0

Yorum Yaz

Email adresiniz paylaşılmayacak.