EMPERYALİST YALANIN ÖNÜNE GEÇMEZSEK, SIRADA “TAZMİNAT, TOPRAK İSTEMİ” VAR!..

  • 0
150 150 bakikarakol

İki gün önce “24 Nisan”dı!

 

24 Nisan, 1915’te yaşanan, yaşanmak zorunda kalınan, Anadolu’daki Ermenilerin güneye zorunlu göçleri sırasında meydana gelen istenmeyen olayları, Türkiye’nin, Türk halkının ve insanın, insanlığın baş düşmanı emperyalistlerin, “soykırım” sözcüğü ile tanımlayıp dünyaya duyurdukları gündür!

Soykırım, koca bir emperyalist yalanıdır!

Emperyalist ABD’nin şimdiki 46’ıncı Başkanı “bunak” Joe Biden yaptığı açıklamada https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/abd-baskani-biden-bir-kez-daha-ermeni-soykirimi-dedi-2074555  “soykırım” sözcüğünü kullanmış, “Bugün durup Meds Yeghern (Ermenice: Büyük Felaket) – Ermeni Soykırımı’nda – kaybedilen hayatları anıyor ve asla unutmayacağımıza dair söz veriyoruz” demiş.

Verdiğim linkteki haberde yer alan şu tümceyi de burada paylaşmalıyım:

“Ermenistan’da kullanılan, ‘Ermeni Soykırımını Anma Günü’ yerine, ‘Ermeni Anma Günü’ ifadesini kullanması dikkati çekti.”

Birçok emperyalist batı ülkelerinin parlamentolarında, “soykırım yapıldı” yalanı kabul gördü.

Yaşanan “zorunlu göç” olayını ne Osmanlı yönetimi, ne de dünya lideri Kemal Atatürk sonrası Türk yönetimleri dünyaya anlatamadı!

Anlatılamadığı için emperyalistler, “atı alan Üsküdar’a geçti” anlayışıyla davrandılar, yalanlarını Türklere mal etme çalışmaları içine girdiler!

Oysa Türkiye’yi yöneten iktidarlar, siyasi kadrolar, bürokratlar, tarihçiler vb “zorunlu göç” gerçeğini ve Ermeni çetelerinin katliamlarını birebir yaşayan Anadolu halkını “canlı tarih” olarak dünyaya tanıtmadılar, tanıtamadılar, onların anılarını, gördüklerini, tanık olduklarını dünyaya anlatmadılar, anlatamadılar!

Neden acaba?!

Asker cephede savaşacak, sen arkadan hançerleyeceksin!

Hangi yönetim buna “Dur” demez, “Dur” demek için önlemler almaz?!

Sonra da buna “soykırım” denilecek!

Hadi oradan!

Haa, göç sırasında, öngörü yoksunu beceriksiz Osmanlı yönetiminin “önlem alma”daki eksikliklerinden ötürü bir dizi olumsuzluklar olmuştur!

Ama asla “zorunlu göç” kararında ve uygulamasında, savlandığı, uydurulduğu gibi bir “soykırım düşüncesi, amacı, ereği” söz konusu değildir.

 

“Soykırım” yalanı, uyduruğu dört bir yana saçılırken, yetmezmiş gibi günümüze kadar taşındı ama Ermeni çetelerinin, militanlarının Anadolu’da Türk halkına yaptıkları katliamlar, zulümler vb öteleniyor, göz önüne alınmıyor, dikkate değer bulunmuyor!

 

Bu ve bütün tarihi ayrıntıları, gerçek Atatürkçü tarihçilerimize bırakıyor, “canlı tarih” dediğim yakınlarımdan dinlediklerimden bir, ikisini çok özetle anlatmaya geçiyorum:

 

Rahmetli babamın dayısı rahmetli İstiklal Madalya sahibi Paşa dede…

Anası ve abisiyle köyümüz İncedere’de yaşıyor.

Fakirdirler.

Rusçayı ve Ermeniceyi ana dili gibi biliyor.

Köyümüzde Ermeniler de vardır.

40 yıllık komşudurlar.

Aralarında bir sorun olmamış; kardeşçe, dostça yaşamışlar.

Paşa dede, uzun boylu, mavi gözlü, sarışın biri; komşularından orta yaşlı Ermeni diyor ki:

“Paşa, Peldirvan* Köyü’ndeki Ermeni Taburu’na asker alınacak. İyi para veriyorlar. Maddi durumunuz iyi değil. Git başvur. Ermenice biliyorsun. Türk olduğunu anlamazlar.”

Gelişmeler, düşünüldüğü gibi olur.

Bir hafta geçmemiştir.

Paşa dede, Ermeni komutanların konuşmalarını duyuyor.

“Yarın erkenden, Türk köylerine baskın yapacağız.”

Paşa dede o akşam soluğu, 2 kilometre ötedeki köyümüzde alıyor; doğruca, köyde hatırı sayılan, sözü geçen Ahmet ağanın evine gidiyor.

Ahmet ağa, köyün yaşlı ve orta yaşlılarıyla oturmuş, konuşuyor.

Paşa dede duyduklarını bir solukta Ahmet ağaya anlatıyor.

Ahmet ağa inanmıyor, “Ermeniler bizim dostumuz. Taburdaki komutanları da tanıyoruz. Onlardan bize zarar gelmez. Yanlış duymuşsun” diyor.

Ahmet ağa gibi köylüler de inanmıyorlar.

Paşa dede kendi evlerine gider; anasına, abisine anlatır; anasından

“Ay yetim, koca Ahmet ağa kılını kıpırdatmıyor, sana ne oluyor? Otur oturduğun yerde” sözlerini işitiyor; abisiyle fısıltılı şekilde konuşuyor ve iki kardeş anlaşıyor.

Biri iki atı, diğeri at arabasını hazırlıyor.

Gün ağarmadan kalkıyorlar; ellerinden, ayaklarını bağladıkları, ağzını da kapattıkları analarını zor bela at arabasına atıyor, atları kamçılamaya başlıyorlar.

Köyü, çoktan Ermeni askeri sarmış.

Ermeni askerleri araba sesine dikkat kesiliyorlar ve gördüklerinde de ateş ediyorlar.

Paşa dede, anası, abisi kurtuluyorlar.

 

Onlar kaçıp kurtuluyorlar ama köylülerimiz, yaşlı, genç, çocuk, kadın, kız, sakat demeden Ermeni askerlerince esir alınıyorlar.

 

Bundan sonrasını rahmetli anneannemden dinlediklerimden…

 

Civarda ne kadar Türk köyü varsa basılıyor, insanları esir alınıyor, şimdiki adı “Kayaköprü” olan “İslam Erginesi” Köyü’ne götürüyorlar.

Bir kısmını samanlıkta yakıyorlar; bir kısmını ahırda tutuyorlar; erkekleri, erkek çocuklarını da eştikleri kuyunun başında arkadan kurşunla vurarak, kuyuya atıyorlar.

Kuyuya yaralı düşen, itekleyerek düşürülenlerin iniltileri, çıkardıkları sesler, çığlıklar anneannemin kulaklarından gitmezdi.  

 

Ahmet ağanın kardeşlerinden biri de, köylülerimizle birlikte ahırdadır; ahırdan sorumlu Ermeni askere, abisini soruyor; “Çok mu merak ettin? Buyur gel gözlerinle gör. Ahmet ağanın önünde çeşit çeşit yemekler, yanında semaverde demlen çay. Hadi kalk gel gidelim” yanıtını alıyor; inanıyor ve ahır sorumlusunun peşinden gidiyor.

Döndüğünde perişandır, ağzını bıçak açmaz durumdadır.

Anında yakınları, komşuları yanına sokuluyorlar, ne gördüğünü soruyorlar; anlattıktan sonra da, ayağa kalkıyor, “Ermeni eliyle ölmektense, kendi elimle ölürüm” diyor, yanında gizli taşıdığı hançeri karnına saplıyor.

Ahır sorumlusu Ermeni asker sürükleyerek, alıp götürüyor -büyük olasılıkla kuyuya atıyor-.

Ne mi görmüştür?:

Abisi Ahmet ağanın alnından, ellerinden, ayaklarından duvara çivilendiğini, iki kalçasını yandan cep biçiminde yardığını.

Dahası da var!..

Yazmayacağım.

 

Ermeni askerleri, ahırda tuttuklarına bir şey yapmamışlar ama günlerce aç, susuz bırakmışlar, aşağılamışlar.

Bunlara neden dokunmadıkları sonradan anlaşılıyor:

Bucak iken 1992’de ilçe olan Akyaka’nın** İbiş Köyü’nden “Hacı Abbasoğlu Kelbayı Mehmet Çetesi” de çevredeki köylerde ne kadar Ermeni varsa esir almış.

Karşılıklı takas ediyorlar.

Kalan köylülerimiz ve komşu başka köylüler bu biçimde kurtuluyorlar.

 

Anneannem, komşuları Ermenilerden en ufak bir kötülük görmediklerini, Muş’tan gelen Ermeni gençlerin zulüm ettiklerini söylerdi.

Sonraki yıllarda, Rus Çarı ordusundaki Ermeni subay ve askerlerin, Ermeni çetelerle katliamları gerçekleştirdiklerini öğrendim.

Ekim devrimi ile Çar’ın devrilince iyice azıtmışlar.

Hele ki, Kazım Karabekir ve Halit Paşa komutasındaki Türk askerinin önünden kaçarken geçtikleri her yeri, Kars kent merkezini yakıp yıktılar, evlerde, balkonlarda, işyerlerinde, caddelerde, sokaklarda kıymadıkları can bırakmamışlar!

Paşalar ve komutalarındaki askerler çılgına dönmüşler!

Asker, komutanlarının “Dur” emrini dinlememişler, sınırı kilometrelerce geçmişler, Gümrü’ye girmiş, zulmü yapanları aramışlar!

 

Babaannem pek anlatmazdı; konu açıldığında hüzünlenirdi, dalar giderdi.

Baba tarafım, iki kere yaşanan, en şiddetlisi de ikincisi olan Ermeni katliamında bir yolunu bulup Bayburt’un Kısanta*** Köyü’ne göç ediyor.

(En zor gününde hiçbir Türk, Suriyeliler gibi başka ülkelere göç etmiyor, kendi vatan toprakları içinde yer değiştiriyor.)

Babam, Kısanta’da dünyaya geliyor.

2-3 yıl sonra da köyümüze geri dönüyorlar.

 

Bölgede çok daha ağır dramlar yaşanmıştır.

Yaşayanlar, yaşamayanların yakınları dinlenseydi, anıları, görüp tanık oldukları belgelenseydi, toplum ve dünya halkları bu belgeler ışığında bilgilerle donansaydı vb bugün “Ermeni soykırımı” diye bir emperyalist yalan gündemde olmazdı!

Böyle bir yalanın sıkıntısını yaşıyor olmazdık!

Öyleyse ne duruyoruz?!

Emperyalist yalanın önüne geçelim!

Geçmezsek…

Sırada “tazminat, toprak istemi” var!

Böylesi bir önemden ötürü, iç siyasi gündemi bu hafta öteledim, yakın gelecekteki “istem dayatmaları”nı yazdım…       

 

     *Şimdiki adı “Duraklı”

   **Eski adı Kızılçakçak

***Demirözü

  • 0

Yorum Yaz

Email adresiniz paylaşılmayacak.