Posts By :

bakikarakol

YOKSA, İŞLETME FAKÜLTESİ MEZUNU BAKAN “DAMAT BEY”, BİZİ İŞLETİYOR MU?!.

150 150 bakikarakol

15 Mart 1977 doğumlu büyük oğlumdan 10 ay 6 gün küçük olan Berat Albayrak, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının damadıdır.
İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü mezunudur. New York’ta Pace Üniversitesi Lubin School of Business’te finans üzerine yüksek lisans yaptı. Kadir Has Üniversitesi Bankacılık ve Finans Bölümünde “Elektrik Enerjisi Üretiminde Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve Finansmanı: Bir Uygulama” adlı teziyle doktora derecesini aldı.
7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’den Milletvekili seçildi.
1 Kasım genel seçimleri ardından, Ahmet Davutoğlu başbakanlığında kurulan 64’üncü Hükûmette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu.
Binali Yıldırım başkanlığındaki 65’inci Hükûmet’te de aynı görevi sürdürdü.
2017 Anayasa değişikliği halkoylamasıyla kabul edilen “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” sonrasında, 2018’deki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri ardından AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı başkanlığında kurulan kabinede (66’ıncı Hükümet’te) Hazine ve Maliye Bakan olarak görev aldı.

Başarılı bir “Hazine ve Maliye Bakanı” olamadı.

Ekonomi dibe vurdu, döviz tavan yaptı, işsizlik yüksek rakamlara ulaştı.

Bir “İşletme Bölümü mezunu”na, finans üzerine yüksek lisans yapmışa, “doktora” unvanına sahibe yakışmayacak sözler etti.
Öngörülerinde hep yanıldı.
“Maaşınızı Dolar mı alıyorsunuz?.. Dövizle ilgilenmiyorum, başımı çevirip bakmıyorum” sözleri hafızalara mıh gibi çakıldı.
Muhalefet hep yerdi, görevden alınmasını istedi.
Gene de görevden alınmadı.
Korunup kollandı.

Dün (4 Kasım 2020 Çarşamba) www.cumhuriyet.com.tr ‘de, BBC Türkçe’den Getty Images imzalı haber-yorum, “Berat Albayrak, AKP milletvekillerine “ekonomi” brifingi verdi: Dövize müdahale yok” https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/berat-albayrak-akp-milletvekillerine-ekonomi-brifingi-verdi-dovize-mudahale-yok-1788368 başlığıyla yayınlandı.

Habere göre…
Atanmış Bakan –damat- Albayrak; bakanlık binasında, basına kapalı toplantıda, yalnızca “AKP’li Milletvekillerine ‘ekonomi’ konusunda bilgilendirmede bulunuyor.

Noktalı virgül koyalım, soralım:

Böyle bir bilgilendirmeye (brifinge) neden gereksinim duyuldu?
Kim düşündü?
Kim istedi?
Neden Bakanlıkta?
Neden basına kapalı?
Neden Kamutay (TBMM) Genel Kurulu’nda bütün Milletvekillerine değil de yalnızca AKP Milletvekillerine?..

Üç saat süren “AKP’li vekilleri bilgilendirme toplantısı”nda, Hazine ve Maliye Bakanı “damat” Berat Albayrak, gene çok yergiler alacak ve hafızalarda kalacak sözler ediyor.

Örneğin:
“… çok olağanüstü bir durum olmadıkça döviz kuruna müdahale edilmeyeceği” iletisini (mesajını) veriyor…
“… dünyada artan belirsizlik nedeniyle döviz kurlarının dalgalı seyrettiğini” söylüyor…
“Bu durumun Türkiye’ye özgü olmadığını ve tüm dünyada bu tür dalgalanmalar yaşandığını” vurguluyor…
“… bir süre sonra dengeye oturacağını” müjde(!)liyor…

Hiç gerçekçi ve inandırıcı bulmadım.

“Pandemi nedeniyle Çin dahil, birçok ülkenin büyüme rakamlarını revize ettiğini” anlattıktan sonra, Türkiye için öngördüğü rakamı “0’ın üstü, 1’in altı” biçiminde açıklıyor.

Ülke büyümesine ilişkin “Sıfırın üstü, birin altı” ne denek?!
Bu nasıl olur?!

Büyümede “sıfırın üstü” ile “birin altı”!..
Anlayamadım!
Aradaki “rakamcık” ne kadar?!

Tanrı aşkına, bilen yazsın.

Yoksa…
İşletme Fakültesi mezunu Bakan “damat Bey”, bizi işletiyor mu?..

Yooo!..
O kadar da değil!
Olmamalı!..

İSTANBUL’DA DEPREMİN NE ZAMAN OLACAĞININ SÖYLENMESİNE KARŞI ÇIKAN ANLAYIŞ VE SAHİBİ!..

150 150 bakikarakol

6.9 büyüklüğündeki “İzmir Depremi”, deprem konusundaki -iktidarı, muhalefeti, okumuşu, okumamışı, zengini, fakiri vb olarak- cahilliğimizi, ilkelliğimizi yüzümüze vurdu.

27 Aralık 1939’daki 7.9 büyüklüğündeki Erzincan Depremi’nden, 30 Ekim 2020 İzmir Depremi’ne kadar ki depremlerden zerre ders almadığımızı gördük.

Bu gidişle, ders almayacağımızı da anladık.

Dahası…
Kabullendik.

Ama…
Sıfır bilgiyle, beklenen “İstanbul Depremi”ni konuşur oldu.

16 milyon nüfuslu ve 5 milyon 400 bin konutlu İstanbul’da beklenen depremle ilgili –şu kadar bina yıkılacak, şu kadar İstanbullu ölecek vb- bilimsel çalışmalara dayalı istatistik bilgiler veriliyor.

Çok eksik…

Deprem sonrası yıkımlardan kaynaklanacak yolların kapanması, yardım ekiplerin uluşamaması vb sonucu yaşanacak olumsuzluklar yok.

Her depremde olduğu gibi, İstanbul Depremi’nde de en çok ve en ciddi biçimde “yoksullar” etkilenecek.

Bu konuda; bilgeliğine, içtenliğine güvendiğim, yurtsever, aydın Deprem Bilimci Jeofizik Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, İzmir Depremi akşamı Fox TV ana haberde şu çok doğru sözleri etti:

“Bir ülkede ekonomi ne kadar bozuksa, deprem o kadar öldürücü olur. Deprem ve terör yoksulun sorunudur bir ülkede yoksulluğu yenmedikçe depremlerin adı ölüm olur. İnsanlar istedikleri için kötü ev yapmıyorlar, yer inceleme çalışmalarına, mimari çalışmalara para ödemeleri gerekiyor. Bir ülkede deprem sorununu çözmek için o ülkenin ekonomisinin düzelmesi gerekiyor. Yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır. Depremde zenginler ölmez, fakirler ölür. Hiçbir ünlünün zenginin enkazdan çıkarıldığını duymadınız, duymacaksınız. Ana sorun, yoksulluktur.”
https://www.t24.com.tr/haber/deprem-bilimci-prof-ercan-bir-ulkede-ekonomi-ne-kadar-bozuksa-deprem-o-kadar-oldurucu-olur,912293

Bilimcimiz, aynı günün gecesi Tele 1 TV’de Merdan Yanardağ’ın canlı yayınlanan “5. Boyut” programının konuğuydu.
Orada da aynı sözleri söyledi.

Yanardağ’ın, izleyicilerden yoğun gelen “İstanbul Depremi ne zaman olur?” sorusunu yöneltmesi üzerine, “2045’ten önce beklemiyorum” dedi.

Prof. Dr. Övgün Ercan, o gün, Fox TV’de, Halk TV’de de aynı soruyla karşılaşmıştı, “2045’ten önce beklemiyorum” demişti.

Tele 1 TV’de, “2045” tarihine, yıllara dayalı bilimsel çalışmaları ışığında vardığını vurguladı.

5. Boyut’un, görüntülü katılımcılardan biri Uğur Dündar’dı.
İzmir’den katılıyordu.
Ercan’ın “2045’ten önce İstanbul’da deprem beklemiyorum” demesine, “Aman böyle söylemeyin. ‘2045’e daha çok var’ denilecek, depremle ilgili yapılması gerekenler yapılmayacak” içeriğinde tümcelerle karşılık verdi.

Böyle bir anlayış, böyle bir bakış, böyle bir yaklaşım olabilir mi?!

Bilimci Ercan, “olamayacağını”, kendine özgü Türkçe sözcüklerla kısa öz anlattı:
“Ben bir bilimciyim. Bilim ışığında konuşuyorum. Başkaları, ‘Ooo, daha çok var’ diyecek, bırakacak diye, söylememezlik edemem Uğur Bey.”

Alkışladım.

Uğur Dündar’ı, anlayışlarından, bakışlarından, yaklaşımlarından ötürü içten (samimi), gerçekçi, inandırıcı ve güvenilir bulmuyordum.
Bu yüzden yazılarını okumuyorum, tv programlarını izlemiyor, konuşmalarını dinlemiyordum.

O gece de yanılmamış haklı çıkmamıştım.

Uğur Dündar, benim gözümde gazeteci değildir.

Olsaydı…

Eğip bükmeden gazetecilik, televizyonculuk yapardı…
Patron yanlısı yol izlemezdi, çalışanın ve doğruların yanında yer alırdı…
ENKA’nın Rusya’da Türkiye’den götürdüğü işçilere zulümlerini yazardı; ENKA’yı parlatmazdı…
Kumar yüzünden, kumarhanenin önünde kafasına sıkarak intihar eden gencin can çekişini baştan sona canlı yayınlamazdı…
Merhum Korkut Özal’ın da adının geçtiği İstanbul Dudullu’daki 7 bloklu konutların haberini Hürriyet Gazetesi’nde çarpıtmazdı, üzerine giderdi…

Bir de kendine “Araştırmacı gazeteci”, “Duayen gazeteci” dedirtmez mi?!

Bir ara, -basında yer aldı- CHP’ye Milletvekili listesi vermeye kalkmaz mı?!

Neyse…
Yaşlanmış.
Zayıflamış.

Bu kadarla yetineyim…

“YELİZ”, KENDİNE, PARTİSİNE BİR İYİLİK YAPSIN, SİNEMAMIZIN “SULTANI” TÜRKAN ŞORAY’IMIZDAN VE HALKIMIZDAN ÖZÜR DİLESİN…

150 150 bakikarakol

Ah şu “Yeliz” ah!
Gene “ağızdan yellen”miş!
Gene “ağız ishali” olmuş!

Kamutay’da (TBMM’de) “Yeliz” adlı hesaptan canlı yayın yaptığı için “Yeliz” sözcüğü ile anılan, İstanbul AKP Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı’dan söz ediyorum.

Türk Sineması’nın aydın, çağdaş, yurtsever, duyarlı, saygın kadın sanatçısı Türkan Şoray’ımıza “saygısızlık” etmiş!

Bak heleee!

Türk Sineması’nın “Sultanı” Türkan Şoray’ımız, 1 Kasım 2020 Pazar günlü Sözcü HaftaSonu Gazetesi’nden Yüksel Şengül’ün sorularını yanıtlamış.
“Sizce Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?” sorusuna, “Birinci sıraya işsizliği koyarım. Corona olayından sonra daha da büyük bir sorun olacak diye endişeleniyorum. Özellikle gençlerin büyük bir enerjisi var. Maalesef okumuş, üniversite bitirmiş veya okuyamamış, ülkemizin geleceği olan gençlerimiz iş arıyor. Gençlerin, özellikle geçim derdinde olan insanların derdi beni çok mutsuz ediyor. İstatistiklere baktığımızda ürkütücü bir tabloyla karşı karşıyayız. Yıllarca yemeyip içmeyip evlatlarını okutan, onların meslek sahibi olması için çırpınan ailelerin hüznünü ve hayal kırıklıklarını yüreğimde hissediyorum. Gençlerin önü açılmalı. Onlar bizim geleceğimiz, onlar bu ülkeyi aydınlığa götürecek olanlar… Umutsuzlukları umuda çevrilmeli diye düşünüyorum” yanıtını vermiş.
“Başka?..” sorusuna yanıtı ise “Gelir adaletsizliği tabii… Keşke herkesin bu konuda şansı eşit olabilse. Ayrıca giderek kutuplaşıyoruz. Toplumda birbirimizi ötekileştirmeyerek, empati yaparak, birbirimizi dinleyerek, karşı görüşlüyse saygı duyarak orta yolu bulmalıyız. Bugün ülkemin görüş ayrılığı içinde kutuplaştığını görmek beni çok üzüyor. Birbirimizi yapıcı tenkit edelim, birbirimizden alacağımız ve birbirimize vereceğimiz çok şey var. Birlik içinde olalım. Ayrıca ülkemde eğitim çok önemli. Eğitimde fırsat eşitliği, kız çocuklarının okutulması çok önemli. Eğitimin hava, su, beslenme, barınma ve sağlık kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Eğitim düşünebilme, hayata uygulayabilme ve yaşamın değerini bilme yeteneğidir, sonsuzdur” https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/turkiye-giderek-kutuplasiyor-orta-yolu-bulmaliyiz/ olmuş.

“Yeliz” bundan rahatsızlık duymuş, durumdan görev/vazife çıkarmış.
Aynı günün (1 Kasım 2020 Pazar) gecesi saat 21.15’te, twitter hesabından “Çamuriyetçi, HDPKK’cı, Amerikancı, İsrailci, Emperyalist işbirlikçisi, tantanacı medya sahnesinin son artisti Türkan Şoray !”
https://twitter.com/ahmethamdicamli/status/1322965427572584450 diye yazarak, paylaşımda bulunmuş.

“Artist” ile “aktrist”i bilmeyecek, ayırt edemeyecek kadar “cahil”, AKP’nin ve siyasanın (politikanın) “artist”i “Yeliz”, ulusal gerçekleri dile getiren Türkan Şoray’ımızın sözlerinden neden rahatsızlık duydu?!
AKP’yi mi, AKP Milletvekili olduğu için kendisini mi incitti?
Veya…
Başka bir şey mi, başka bir şeyler mi var?
Örneğin:
Gündeme gelmek gibi?

Türkan Şoray’ımızın gündemine sığınarak, gündem olmaya çalışan “Yeliz”e bu düşüncesi ve eylemi pahalıya patlar!
Patladı da…
Öyle yoğun yerildi, tepki aldı ki!..
Bir gün sonra (2 Kasım 2020 Pazartesi) saat 16,46’da aşağıdaki twtteri atmak zorunda kaldı:
“Çamuriyet’çi (çamur atıcı) HDPKK’cı (birşekilde HDPKK’ya destekçi) Tantanacı (gerçeği örtüp gerginlik oluşturucu ve Emperyalizme alan açıcı) Medyanın
@cumhuriyetgzt
@t24comtr
@BirGun_Gazetesi
@solhaberportali
senaryosunda kullanılmak Tükan Şoray’ı da rahatsız etmiştir heralde !”

“Yeliz”…
Bir:
Garip garip sözcüklerle çamur attığı gazetelere, internet basınına yönelik suçlamalarını kanıtlamak zorunda…
İki:
Türkan Şoray’ımızı, o gazeteler değil, kendisinin ve partisi ile partisinin iktidarının siyasalarının, yönetim anlayışının rahatsız ettiğini, etmekte olduğunu bilsin…
Üç:
“… medya sahnesinin” –ne demekse!- “son artisti” dediği, Türkan Şoray’ımızın, gönüllerde yüz yıllar yaşayacak sinema sanatçısı “aktris” olduğunu da kavrasın, usuna (aklına) soksun artık…
Dört:
Kendine, partisine bir iyilik yapsın; sinemamızın “Sultanı”, duyarlı, yurtsever Türkan Şoray’ımızdan ve Türkan Şoray’ımıza “saygısızlığı”ndan ötürü “incinen” Türk halkından özür dilesin…

İZMİR DEPREMİ’NDE, MESUT YILMAZ CENAZESİNDE SİYASİ AYRIMCILIK VE KONUŞMA!..

150 150 bakikarakol

Bir öğüttü:
Okula, camiye, kışlaya siyaset sokma.

“Cenazede, afette siyaset yapma” da vardı.

Bunlar, “şimdiki birileri”nin, “Eski Türkiye” dedikleri Türkiye’mizin yerleşmiş köklü kültürüydü (ekiniydi).

Sağ iktidarlar hepsini aşındırdı!

18 yıllık AKP iktidarı ise hepten yok etti!

30 Ekim 2020 Cuma sabahı, Türk siyaset ve devlet adamı Mesut Yılmaz’ın ölüm haberi ile uyandık.
Ulusça üzüldük.

Aynı gün saat 14.51’de, Türkiye’mizin 3’üncü büyük kenti İzmir, AFAD’a göre 6.6, Kandilli Rasathanesi’ne göre 6.9 –bu farklılık neden?! AFAD neden her depremde düşük gösterir?!-, ABD’ye göre de 7 büyüklüğünde deprem oldu.
Ulusça yıkıldık!

Yine aynı görüntüler, aynı demeçler, açıklamalar, çalışmalar, kurtarmalar, can yitimleri, yaralanmalar vb…

Ve…
Depremden siyasi kazanım (rant) elde etme gayretleri!
Siyasi ayrımcılık!

Çok ayıp!

Çok utandım!

Çok acı çektim!

(Deprem gerçeği ile ilgili düşüncelerimi, görüş ve önerilerimi başka bir zamana bırakıyorum.)

Dün (1 Kasım 2020 Pazar) Mesut Yılmaz’ın cenaze töreni vardı.

Gazeteci Faruk Bildirici, Kamutay (TBMM) Başkanlığı’nın bir gün önceki (31 Ekim 2020 Cumartesi) Mesut Yılmaz’la ilgili “Ölüm İlanı”nındaki “büyük ayıbı” çok güzel yakalamış, twitter hesabından paylaşmıştı.
Okuyalım:
“TBMM Başkanlığı, Mesut Yılmaz için başsağlığı ilanı vermiş, 1 hata 3 eksik var. Yılmaz, Gümrük ve Tekel Bakanlığı yapmadı. ANAP Genel Başkanlığı, Başbakan Yardımcılığı, 21 ve 23. dönem milletvekilliği yazılmamış. Kasıt mı, cehalet mi? https://twitter.com/farukbildirici/status/1322487271409541120”

Ne desem!
Ne desem!

“Ayıplı ilan”ın sahibi Kamutay’ın Başkanı Mustafa Şentop, Mesut Yılmaz’ın cenaze töreninde yoktu.
Neden acaba?!

Neden acaba Mesut Yılmaz için Kamutay’da cenaze töreni düzenlenmedi?!
Mesut Yılmaz’ın kendisi mi, eşi, kardeşi mi istememişti?!

31 Ocak 2006’da “Yüce Divan” görevi yapan Anayasa Mahkemesi’nde, “Türk Bank ihalesi” sürecinden yargılanmasından ötürü “Kamutay”a küs müydü, küs müydüler?!

Türkiye’de Yüce Divan’da “Başkan” sıfatıyla yargılanmasının yolunu açan, Kamutay’da ezici Milletvekili çoğunluğuna sahip AKP idi!

AKP’nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, uygulaya geldiği siyasi ayrımcılığını, “İzmir Depremi”nden sonra, dün de Üskükadar’daki Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde, Mesut Yılmaz’ın cenaze töreninde, tabutu başında yaptı!
Ve…
Özellikle şehit cenazelerinde başlatıp sürdürdüğü eylemi gerçekleştirdi:
K o n u ş t u !..
Oysaki…
Gelenek, görenek ve ananelerimizde, ekinimizde, cenaze namazı öncesi veya sonrasında konuşma -imam dışında- yok!

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, iki yıl kadar önce çok genç yaşta yaşamını yitirdiği büyük oğlu Yavuz’un yanına Kanlıca Mezarlığı’na defnedilen –ikisi de ışıklar içinde uyusunlar- Mesut Yılmaz’ın tabutu başında şunları söyledi:
“Değerli Müslümanlar. Şu anda bir devlet büyüğümüzü, Başbakanımızı ebediyete uğurluyoruz. Rabbim taksiratını hasenata tebdil eylesin. Nasıl ki Mesut beyi şu an uğurluyorsak. Bizler için de aynı akıbet gerçekleşecektir. Rabbim bizleri bu musallaya hazırlıklı olarak gelmeyi nasip etsin. Rabbim yar ve yardımcımız olsun inşallah. Ve Mesut Beyin de mekânı Cennet olsun. Bütün ailesine baş sağlığı diliyorum. Birliğimiz beraberliğimiz dayanışmamız en büyük zenginliğimiz olacaktır.”
https://www.sabah.com.tr/yasam/2020/11/01/eski-basbakan-mesut-yilmaz-bugun-defnediliyor-1604226868?paging=4

Mesut Yılmaz, AKP ağırlıklı Kamutay tarafından Yüce Divan’a gönderilen, yargılanan ilk “Türk Başbakan”dır!
Bu, ona ve ailesine ağır gelmiştir!

4 yıl boyunca, çalıştığım Meydan Gazetesi adına Marmara Bölgesi’nde izlediğim, bana da bir öneride (teklifte) bulunan Mesut Yılmaz’la ilgili anılarımı sonra yazacağım…

ANITKABİR’DE OLANLAR VE ERMENİSTAN 100 YIL ÖNCE HALKIMIZA YAPTIĞINI 100 YIL SONRA AZERBAYCAN HALKINA YAPIYOR!..

150 150 bakikarakol

Dün…

Devletin ileri gelenleri (Devlet erkân), sevdalısı olduğum ülkemiz Türkiye’mizin “demokratik, laik Cumhuriyet”inin 97’inci yıldönümünde, Anıtkabir’de, Aslanlı Yol’da yürürdü.
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı öndeydi, sağ arkasında Kamutay (TBMM) Başkanı, sol arkasında “atanmış” Cumhurbaşkanı Yardımcısı, onların arkasında “atanmış” Bakan bürokratlar, onların da arkalarında siyasi partilerin “seçilmiş” Genel Başkanları vardı.
“Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile “Devlet Protokolü” değişmiş.
Halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanının atadıkları, önce partili üyelerin temsilcileri “delege”lerin, arkasından seçimlerde halkın oylarıyla Milletvekili seçilmiş siyasi parti Genel Başkanlarının önlerindeydiler!

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, iki asker eşliğinde, eğildi, dünya liderimiz Kemal Atatürk’ümüzün mozolesine çelenk koydu; sonra doğruldu.
Doğrulmasıyla arkasını mozoleye dönerek, protokoldeki yerine gitti ve yüzünü mozoleye çevirdi.
İlk defa, Atatürk’ümüzün mozolesine çelenk koyanın, çelenk koyduktan sonra sırtını dönüp yürüdüğüne tanık oluyordum.
Hep, birkaç adım geri geri gidildiğini görmüştüm.
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Misak-ı Milli Kulesi’ne gitmek için merdivenlerde göründüğünde, önceden hazırlanmış listeye göre Anıtkabir’e alındıkları gündem olan, Ankara AKP İl teşkilatına üye bir grup
https://odatv4.com/anitkabirde-seni-seviyoruz-reis-slogani-29102048.html alkışlamaya ve slogan atmaya başladı.
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, partililerini eliyle selamladı.
Benim gibi tv kanallarından canlı izleyen Türk halkı alkışı ve slogan atmayı beğenmedi, doğru bulmadı.
Alkışlı, sloganlı “hazır kıta” operasyonunu alışkanlık haline getirenler, kaş yapmak isterken göz çıkardıklarının ayırtına (farkına) varamadıklarını, varamayacaklarını da kanıtladılar.

Bugün…

Sevdalısı olduğum il’im Kars’ımın, 40 yıl süren düşman işgalinden kurtuluşunun 100’üncü günü…
Düşman:
Rusya’nın Çar’ı, Çar’ın yönetimi ve Çar’ın, Çar yönetiminin eteklerine yapışan Ermenistan yönetimi!
Bolşevik devrimi ile Çar ve Çar yönetiminden yoksun yakalan Ermenistan yönetimi, “arkasız”, “sahipsiz” kalınca, şaşkına döndü, ne yapacağını bilmez oldu.
Doğu Anadolu’yu kasıp kavuran Ermeni Taşnak ve Hınçak çetelerinden medet umdu.
Bu çeteler eliyle tarih boyunca işleye geldikleri “insanlık suçu”nu, Erzurum ve Kars’ta zalimce işledi.
100 yıl önce “bugün”, Ermenistan yönetiminin askerleri, Taşnak ve Hınçak çeteleri, Kazım Karabekir ve Halit Paşa komutasındaki Türk Ordusu’nun önünden kaçtıkları; ağır yitikler vererek, kaçarken, çoluk çocuk, kadın, kız, yaşı, hasta, sakat demeden binlerce silahsız insanı katlettikleri; soluğu Gümrü’de aldıkları gündür.
Bugünün Ermenistan yönetimi, 100 yıl önce Müslüman Türk halkına yaptığının, yaptırdığının aynısını tankıyla, topuyla, füzesiyle, 100 yıl sonra Müslüman Azerbaycan halkına yapıyor.
Silahlı güçleri, 100 yıl önce Türk Ordusu’nun önünden kaçtıkları gibi, 100 yıl sonra şimdi de, 27 yıldır “Karabağ ateşsi/acısı” ile yanan Azerbaycan Ordusu’nun önünden kaçıyor.
Kaçarken de, Rusya ve İran’dan aldıkları savlanan (iddia edilen) silahlarla, Azerbaycan sivil yerleşim yerlere saldırıyor, silahsız günahsız insanların ölümüne neden oluyorlar.
Ama…
Belalarını bulacaklar.
Yakındır.

Ermenistan yönetimi ve Ermenistan yönetimine, çıkarları için arka çıkanlar iyi bellesinler:
Ermenistan, Ön Asya’nın veya Batı Asya’nın “İsrail’i” olmayacak, olamayacak.
İzin verilmeyecek.
Toprağa gömüleceksiniz.

Size “büyük öfkemiz” var!..

SOKAĞA ÇIKACAKLARI TEHDİT EDEN BAHÇELİ, 12 EYLÜL ÖNCESİ KANLI SÜREÇTE NEREDEYDİ, O SÜRECİN NERESİNDEYDİ?!.

150 150 bakikarakol

Bugün, sevdalısı olduğum ülkem Türkiye’min “demokratik, laik Cumhuriyet”inin 97’inci; yarın, sevdalısı olduğum İl’im Kars’ımın 100’üncü kurtuluş günü.
Kutlu olsun.
Ulusal ve kurtuluş günlerimiz beni hep duygulandırır, gururlandırır, mutlu kılar, “Acıyı bal eyledik” şiirinin sahibi ünlü, saygın şairimiz –ışıklar içinde uyusun- Hasan Hüseyin Korkmazgil’in 1977 yılında, Başkent Ankara’da, kendi ağzından duyduğum “Çok zor günlerden geldik. O zor günlerin hatırına, ne olur, kazanımlarımızın kıymetini bilelim…” sözünü anımsarım.

23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim ve 10 Kasım günlerimizin kutlanmasına, anılmasına yönelik “kısıtlama”lar, “yasaklama”lar içimi yaralar!

Ama…
Hepsinde de bayrağımı asar, tıraşımı olur, kravatımı takar, ütülü takım elbisemi giyer, kutlamamı yaparım.
Çok da mutlu olurum.

Az kaldı.
Bu “kara günler” geçecek.
Özlemini çektiğimiz günler gelecek.

“Eski Türkiye” dedikleri, bizsiz; biz de “eski Türkiye”siz olmayız, olamayız.
Olmadığımız, olamayacağımızı kanııdır.

“Eski Türkiye”mizin ve “eski Türkiye”mizin “demokratik, laik Cumhuriyet”ine saldıranların, işi “yok etmeye” kadar vardıranların önceki günden (27 Ekim 2020 Salı) beri, “demokratik, laik Cumhuriyet”imize “övgüler” dizmelerine ulusça tanık oluyoruz!

Bu ne yapan çelişkidir!
Bu ne yaman pişkinliktir!
Bu ne yapan “söylediği gibi” olmamaktır!

Onlardan biri; “Cumhur İttifakı”nın ve “Cumhur İttifakı İktidarı”nın “etkili” ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir.

Bahçeli, Salı günkü grup konuşmasında, “Darda ve yolda kalmışların yegâne umudu Cumhur İttifakı’dır” diyerek, “Parlamenter Sistemi”mizin ve “Demokratik, Laik Cumhuriyet”imizin “defterini düren”, “Cumhur İttifakı”nın ve Cumhur İttifakı İktidarı”nın ürünü ucube “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne toz kondurmadı, övgüler dizip durdu.

Bahçeli, “Tehlikeli sokak edebiyatı son günlerde sık sık telaffuz edilmektedir.
Siyaseti sokağa havale edenlerin sonu elbette meçhuldür.
Bazı alçak kalem sahipleri ve televizyon yorumcuları da CHP propagandası yapayım derken ateşle oynamaktadır.
Neymiş, sokak hazır, muhalefetin silkinmesi gerekiyormuş.
Hele bir çıksınlar sokağa da, acıklı şekilde görsünler anyayı Konya’yı, dünyanın kaç bucak olacağını.
Hodri meydan, Türkiye Cumhuriyeti sokakta kurulmadı, sokakta bulunmadı, sokağa bırakılmayacak, sokağın girdabına, sokak serserilerine teslim edilmeyecektir.
Askıda ekmek vardır, ama size sokakta ekmek yoktur, sokakta hayır yoktur, sokakta adım atacak yeriniz yoktur. ‘Var’ diyorsanız sonuçlarını göze almak zorundasınız…” sözleriyle korku salıyor, tehditte bulunuyor!

12 Mart 1971 öncesine gitmeyelim; Türk gençlerinin “Ülkücü”, “Solcu” diye birbirine kırdırıldığı 12 Eylül 1980 öncesine gidelim.

Tanrı, ülkemize, ne de hiçbir ülkeye o karanlık, zorlu günleri bir daha yaşatmasın!

İki yıl boyunca, her gün ortalama 30-35 gencimiz/insanımız öldürüldü!
Yaralananları, sakat kalanları varın siz hesaplatın!
Maddi yitiği saymıyorum…

Aynı tabancayla Ülkücü de, Solcular da öldürüldü!

Bir ananın-babanın, iki oğlundan biri Solcu, diğer Ülkücü’ydü!
İki kardeşin düşman kesildiğini, ikileme düşmeden birbirlerine kurşun sıktıklarını vb bu ülke yaşadı!
Bu ülkeye yaşatıldı!

Yaşatan; bu ülkenin ve bu ülke halkının ezeli düşmanları emperyalist İngiltere, Amerika, Almanya, Fransa vb idi!
Bir de, onların yerli işbirlikçileri!..
O işbirlikçilerin başında, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbenin bir numarası Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları geliyordu…
Bunlar “görünenler”di.
“Görünmeyenler” de vardı.
Birkaçı bilindi.
Bilinemeyen çoğunluktaydı.
Bazıları öldü gitti.

Amaç, “Faşist 12 Eylül askeri darbe”ye ortam yaratmaktı!

Yarattılar!

Sonuç?
Bu günlere geldik, getirildik!

Bugün;
Parlamenter sistem için…
Demokratik, laik Cumhuriyet için…
Hak, hukuk, adalet için…
Uluslararası itibar, saygınlık için…
İşsizlik için…
Aş, ekmek için…
Vb için
Sokağa çıkmaları Anayasal hak olan yığınları, “Hele bir çıksınlar sokağa da, acıklı şekilde görsünler anyayı Konya’yı, dünyanın kaç bucak olacağını” gibi sözlerle tehdit eden Devlet Bahçeli, 12 Eylül öncesi “kanlı süreç”te neredeydi, o “kanlı sürecin” neresindeydi?!.

Bahçeli gibiler o kadar çok ki!

İnanıyorum, ileriki yıllarda hepsi tek tek çıkacak, halk gerçekleri ayrıntılarına kadar öğrenecek, bilecek…

Bu arada…
Az aşağıda uzun ama tek tümce vereceğim.
Bu tümce de Devlet Bahçeli’nin; ve Devlet Bahçeli, Salı günkü grup konuşmasında söyledi.

Tümce şu:
“Kulislerin ve hiziplerin partisi olan ne CHP, terörün yedeği ve teröristlerin siyasi yeleği olan ne HDP, ne de karanlık bir projeden mütevellit olan İYİ Parti aziz Türk milletine bir gelecek vaat edemeyecektir.”

Dikkatiniz çekerim:
İyi Parti”den söz ederken “İyi Parti” demeyen, her keresinde “İP” diyen Devlet Bahçeli bu tümcesinde “İP” demiyor, “İyi Parti” diyor.
Neden?!
Nokta…

İSTANBUL VALİSİ ALİ YERLİKAYA’NIN ŞU SÖYLEDİKLERİ!..

150 150 bakikarakol

Kendilerinden önceki yönetimlerin tarihler boyunca işledikleri “insanlık suçu”nu günümüzde işlemeyi sürdüren Ermenistan’ın bugünkü gerici, faşist ve altına imza attığı “ateşkes”in mürekkebi kurumadan, “savaş etiği”ne de aykırı “ateşkesi bozup” duran Ermeni yönetimini yazacaktım ki, www.haberturk.com internet gazetesinden Fatih Altaylı’ya konuşan İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’nın sözleri önceliği aldı.

“Tüm olanlar için bir günah keçisi, bir kurban arıyorsanız ben buradayım” tümcesi ile başladığı konuşması arasına sıkıştırdığı şu üç tümcesi “İstanbullu hasta hasta işe gidiyor. Çünkü COVİD’den korkuyor ama işten atılmaktan daha çok korkuyor. Bu noktada bir sorun var.” https://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli-1001/2849121-istanbul-topyekun-esnek-mesaiye-geciyor dikkatimi çekti.
Böylesi çok doğru düşüncesi, söylemi için Vali Yerlikaya’yı kutluyorum.

Cesurca bir çıkış!

Bugünkü ortamda, doğruları saptayıp yüreklice söylemek “kahramanlık”tır!
Hele bunu yapan bir kamu görevlisi ise!..
Hele de, ülkenin en büyük il’inin Valisi ise!..

Vali Yerlikaya “büyük risk” almıştır.
Valiliğinden olabilir!
Hakkında soruşturma da açılabilir!

İstanbul özelinde, ulus gerçeğini dile getirmek, “gözü karalık” demektir.
Ya da…
“Yorulmak”, “emekli olup köşeye çekilmek istemek” demektir.
Hangisi?

Partim CHP’min başındaki “adı lazım değil”in dünkü grup konuşmasında, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun pandemi toplantısına davet etmediği için “Öyle bir toplantı yapılınca da İBB Başkanını davet etmek zorundasın. Demokrasiye inanacaksın. Gerekçe uyduracak bir duruma düştüysen, kusura bakma sen vali değilsin. İkiyüzlülükle valilik yapılmaz. Vali sağlam, onurlu durur. Koltuk için onurunu satan vali olmaz” https://odatv4.com/kilicdaroglundan-zehir-zemberek-cikis-27102010.html sözleriyle yerdiği İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’nın “Bu noktada bir sorun var” vurgusuyla dile getirdiği, İstanbul öncelikli ulus gerçeğinin gündeme taşınmasından rahatsız olacağı önceden bilinen “yönetim” bugün, yarın tepkisini belirleyip ortaya koyacaktır.

Yönetim, yani iktidar, Vali Yerlikaya’ya “Yanlış anlaşıldım” dedirterek, Vali Yerlikaya’yı “sözlerini düzeltme”ye (!) mi iter, bir süre sessiz kalıp sonra merkeze mi çeker veya “pasif görev”e mi atar vb?
Bilemiyorum.
Ödüllendirmeyeceğini öngörebiliyorum.
Yargıya “havale” ederse de, şaşmayacağım.

AKP’nin ve AKP’nin içinde yer aldığı “Cumhur İttifakı” ile “Cumhur İttifakı İktidarı” anlayışı, felsefesi, “ulusal gerçekler”le “örtüşmüyor”!..

Bunun ayrıntılarına girip konuyu dağıtmayacağım.

Merak ettiğim:
İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, anlayışını, felsefesini benden de, hepimizden de çok iyi bildiği “yönetim/iktidar” ile neden ters düştü, yönetimi/iktidarı sıkıntıya sokacak sözleri etti, etmek gereksinimi duydu?!
“Tüm olanlar için bir günah keçisi, bir kurban arıyorsanız ben buradayım” tümcesini konuşmasının ilk başında söyledi?!
Bu söylemi ile birine, birilerine “ileti” mi vermek istiyordu?!
O ileti neydi?!
Veya…
“Günah keçisi, kurban arayan” kimdi, kimlerdi?!
Vali Yerlikaya, “günah keçisi ve kurban” olmaya kendini neden adadı?!
Asıl “günah keçisi ve kurban” olanı, olanları koruyup kollamaya mı kalktı?!
Neden?
Bütün bunların hiçbiri değil de, bu yurdun evladı olarak, yaşananlara daha fazla katlanamayacağını mı anladı?

Hepsi, tek tek gün ışığına çıkacak.
Biraz zaman gerekecek.
“Atı alan Üsküdar’a geçebilecek mi, geçemeyecek mi?” göreceğiz.

Her karanlığın aydınlığı, her sorunun yanıtı vardır!

Bu arada…
İzmir İyi Parti Milletvekili Aytun Çıray’ın şu sözleri de çok önemli, iletilerle, işaretlerle yüklü:
“AKP’yle belli bir takım ilişkilere girilmiş. Ben belli bir mevkide olan arkadaşımızın orayla ilişkisini biliyorum. Belli ki Saray’la bu ilişki sonucunda ‘memleket masası’ adı altında bir görüşmeler serisi başlayacak ve yüzde 51 meselesi bir şekilde halledilecek. Muhtemelen seçim sonrası bir mutabakat hükümeti kurulmuş olacak. Peki biz bunun için mi beni bağrına basmış olan CHP’de en ufak şikayet yokken, İYİ Parti’nin kurulması için yola çıktık?” https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ciray-akpnin-iyi-parti-planini-canli-yayinda-acikladi-1786445

ESNAF ODASI BAŞKANI AKP’Lİ İNCE’NİN HAK ARAMASI ANCAK BU KADAR OLUR!..

150 150 bakikarakol

AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı dün (26 Ekim 2020 Pazartesi) Malatya’daydı.
Esnafın biri “Evimize ekmek götüremiyoruz” demiş.
AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı “Bu bana abartılı geldi” sözünün ardından, elindeki çay paketini uzatmış “Keyif çayı bak, bu çayı iç” tümcesini etmiş.

“Evine ekmek götüremeyende keyif mi olur ki, keyif çayı içsin?!” diye düşündüm.
Sıcağı sıcağına yazmak istemedim.
Bugün için yazmakta karar kıldım.

İsmail Saymaz’ın, www.sozcu.com.tr ‘deki “Erdoğan ile konuşan servisçi: AK Parti üyesiyim, kırıldık, üzüldük…” https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/erdogan-ile-konusan-servisci-ak-parti-uyesiyim-kirildik-uzulduk-6098179/ başlıklı haber söyleşisi gözüme ilişti.
Okudum.

Saymaz’ın, “servisçi” dediğinin, ağzından çıkanlar, beni, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının yukarıdaki sözlerinden çok şaşkına çevirdi!

Bu arada, İsmail Saymaz’ı kutlarım; çok güzel gazetecilik yapmış…

Saymaz’ın haber söyleşisinden öğrendim ki, “AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanına “Evimize ekmek götüremiyoruz” diyen, Malatya Minibüs ve Servisçiler Esnaf Odası Başkanı Mesut İnce imiş ve AKP üyesiymiş.

Haber söyleşinin tamamını burada paylaşmak isterdim.
Olmazdı.
Az üstte linkini verdim.
Okumalısınız.

Malatya’daki 1600, Türkiye’deki 350 bin minibüs ve servisçiler adına konuşan, işsizlikten ve eve ekmek götürememekten yakınan Oda Başkanı, üyesi olmaktan övgüyle söz ettiği AKP’nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanı, Malatya’ya geliyor diye “kurban kesmek”ten dem vuruyor!

Aman Tanrım!
Sen, usumu (aklımı) koru!

Evine ekmek götüremeyenin, kurban kesmek istemesi ne demek?! Bunu nasıl yorumlamak, tanımlamak gerek?!

İsmail Saymaz haber söyleşisinde çok yerinde, çok doğru soruyor:
“Sizi şaşırttı mı Cumhurbaşkanının tavrı?”
Esnaf Odası Başkanı AKP’li İnce “Biz esnaf olarak orada şaşırdık, biz beklemiyorduk” diyor, ekliyor:
“Cumhurbaşkanımız bizi yanlış anladı.”

Ve…
AKP’li İnce şöyle sürdürüyor:
“AK Parti üyesiyim, her türlü desteği veriyorum. Ben her seçimde esnafları toplar, Cumhurbaşkanı’na ve Belediye Başkanı’na açık destek veririm, cebimden maddiyatları karşılarım. Hâlâ da cumhurbaşkanına olan sevgimizden şey yapmadık ama kırıldık, üzüldük, olmasa daha iyiydi.”

Tam burada, ünlü “Du bakiim n’olcek” sözünü anımsadım.
Anımsadım ama…
Gülemedim!

AKP’li İnce’nin, Saymaz’ın şu şahane “Keşke gitmeseydik, diyor musunuz?” sorusuna verdiği yanıta bakar mısınız?!:
“Ben yine giderdim de esnafımızın üzülmesine üzüldüm. Yoksa benim üzülmem çok da önemli değil ama bizim için önceliğimiz esnaf. Bizi ağlayarak arayan esnaflarımız oluyor.”

Esnafın üzülmesine üzülmüş müş!

Bırak bu ayakları AKP’li İnce!

Ağlayan esnafı, çelişkili söylem ve davranışlarla ağlamaktan beter ettiğinin ayırtında değil misin?

“Oda Başkanlığı”nı da riske ettiğinden habersizsin.

“Esnaf Oda Başkanı AKP’linin hak aramasının ancak bu kadar olacağı” bilgisinden de yoksunsun.

Çook fırın ekmeği yemelisin/yemelisiniz çoook!..

EMPERYALİSTLER “CUMHUR İTTİFAKI İKTİDARI”NDAN, AKP, MHP’DEN RAHATSIZ!.. NEDEN?!. VE İYİ PARTİ!..

150 150 bakikarakol

İstanbul MHP Milletvekili ve MHP Genel Başkan Yardımcısı, -“Prof. Dr.” olmasına karşın “ağzı bozuk”, “densiz”- Edip Semih Yalçın gene, birkaç yıl öncesine kadar MHP’de siyasa yaptıkları bir kısım arkadaşlarının MHP’den ayrılıp kurdukları İyi Parti’ye, partim CHP’me, siyasi etiği ayaklar altına alan sözler etmiş.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mhpli-semih-yalcindan-iyi-partiye-hakaret-177442h.htm Üzerinde durmaya değmez. Onun için “link” verip geçiyorum.

Ama…
Cumhuriyet Gazetesi’nde dün (25 Ekim 2020 Pazar) “Olayların Ardındaki Gerçek” imzasıyla “Meral Akşener’i Öncelikle Meral Akşener Korumalıdır”
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylarin-ardindaki-gercek/meral-akseneri-oncelikle-meral-aksener-korumalidir-1775889 başlıklı bir yorum yayınlandı.

Linki verdim; okumanızı isterim.

“BUĞRA KAVUNCU’NUN AÇIKLAMASI” ara başlığı altındaki şu vurgular çok yerindeydi:
//Kavuncu, FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın sorularına yanıt verdi. Olayın merkezindeki kişi olarak görüşlerini bildirdi.
Kavuncu, “Millet İttifakı’nın korunacağını” söyledi ve çok önemli bir noktaya vurgu yaptı. Şöyle ki;
“Tek adam rejiminden güçlendirilmiş ve iyileştirilmiş parlamenter sisteme geçişin ardından bizim yine en büyük rakibimiz CHP olacaktır” dedi.
1- İyileştirilmiş parlamenter sistem,
2- Tekrar en büyük rakip olarak CHP’nin hedefe konulması.
Bu cümle siyasal bir hedef gösteriyor. “Hedef CHP”dir. Buğra Kavuncu’nun bir yerlere mesaj göndermek istediği de anlaşılıyor.
Kimi siyaset yorumcuları, “Kendisi hakkında yapılan ciddi iddiaları saptırmak için durduk yerde ‘Millet İttifakı’na çomak sokuyor” diyor. Kimileri, içine CHP’nin sokulmasını bilinçaltı bir görüş olarak değerlendiriyor. Kimileri de olaydaki asıl noktanın İYİ Parti’nin Millet İttifakı’ndan dolayısıyla CHP ile ilişki bağından koparılması olduğunu belirtiyor.//

“MERAL AKŞENER’İ KİM KORUYACAK?” ara başlığı altında yazılanlar da çok yerindeydi:
//Yukarıda bu konunun merkezinde Meral Akşener’in olduğunu söyledik. Toplumda karşılık gören, her kesimden oy devşiren Meral Akşener, siyasal hedef tahtasının merkezine konulmuştur.
Bir noktada, Meral Akşener’in hata yapması isteniyor. Peki, Akşener’i bu hassas ve zor geçitten kim çıkaracak, kim koruyacaktır?
Akşener’i tek kişi koruyabilir, o da Meral Akşener’dir. Bunun için soğukkanlı olmalı, adaletten ve hukuktan ayrılmamalı, yansız hareket ettiğini her daim göstermeli. Bu konunun basit bir konu olmadığını, Türk siyasal yaşamının çok önemli bir konusu olduğunun bilincinde hareket etmeli.
Bunlar yapılabilir mi? Olayın bir ucunda Buğra Kavuncu, öteki ucunda dünyanın en tehlikeli casusluk örgütü FETÖ ve onun patronu CIA var…
Konu çok önemlidir, olayların ne yönde ve ne gibi gelişmeler göstereceğini hepimiz göreceğiz.//

Yazarın “konu” dediği, İyi Parti’nin son kurultayı ile patlak veren ve İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın, İstanbul İyi Parti İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun “FETÖ’cü” olabileceği suçlamasıyla gelişen, yaşanan İyi Parti’deki süreç…
Biliyorsunuz.

‘Siyasal hedef tahtasının merkezine konulan’ ve ‘hata yapması istenen Meral Akşener kendini koruyabilir’ mi?

Zor görüyorum.
Şundan:
Meral Akşener, uluslararası arenada baş edecek siyasi, diplomatik donanımda ve “güçlü ekip, danışman” seçiminde, “ekip çalışması”nda vb etkili, başarılı bir değil.

Olsaydı:
Bir:
www.sozcu.com.tr ‘nin 29 Temmuz 2018 günlü “Meral Akşener istifa etti, İYİ Parti olağanüstü kongreye gidiyor” https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/son-dakika-aksener-iyi-parti-genel-baskanligindan-istifa-etti-2534705/ başlıklı haberinde yaşananlar gerçekleşmezdi.
İki:
20 Eylül 2020 günü yapılan 2’inci Olağan Kongresi’nde, Genel Başkan seçimi sonrası, Teşkilat Başkanı Koray Aydın’ın organize ettiği savlanan (iddia edilen), “Genel Merkez yönetimine istenmeyenlerin listesi” olayı ve sonrası patlak vermezdi.
Üç:
İyi Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, yandaş TV kanalına çıkıp partisinin İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu ile ilgili “FETÖ’cü” suçlamasında bulunmazdı, Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’na eline, İyi Parti’yi FETÖ ile ilişkilendirecek “altın değerinde koz” sunmazdı.
Dört:
“FETÖ’cü” diye suçlanan İyi Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, partisinin İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ’ı yargıya şikâyet etmezdi.

Daha çok sayabilirim…

Akşener, partisinde bu yaşananların “ana kaynağı”nın “ne olduğu”nu bilmekten, öngörmekten, siyasalar üretip önlemekten yoksundur.
Yardımcıları, danışmanları da ya aynı –yoksun- durumdalar veya kasıtlı yardımcı olmuyorlar.

Yardımcı olayım:

Önce:
Koray Aydın ile Ümit Özdağ’ın, MHP Denel Başkanı Devlet Bahçeli sonrası “Genel Başkanlık” yarışında olduklarını söyleyeyim.
Nokta..
Sonra da “ana konu”ya geleyim:
AKP’nin temsil ettiği “Yeşil Kuşak Projesi” ile MHP’nin temsil ettiği “Ülkücü Kuşak Projesi”nin sahipleri emperyalist İngiltere ve USA (ABD), yol verdikleri Cumhur İttifakı’nın yaşama geçirdiği “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nde, iç siyasa ağırlıklı siyasi söylemlerden ve gelişmelerden, “çıkarları” için ciddi rahatsızlar.
Rahatsızlıklarını, ikinci kere “Askıda Ekmek” söylemini gündeme taşıtarak, hissettirdiler.
Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın “küçük ama etkin ortağı” MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “rahatsızlığı hissettirmek”te rol almasını, Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı İktidarı’nın büyük ortağı AKP’nin dikkatinden kaçmadı.
AKP rahatsız oldu; hemen ardından önlemini aldı.

Önlemlerden biri, bizzat Devlet Bahçeli’nin ağzından İyi Partiye yapılan “Yuvaya dön” çağrısıydı; diğeri, İyi Parti’nin içini karıştırarak, MHP-İyi Parti birleşmesini gerçekleştirecek başlangıcı yapmak..

AKP, ittifakın ve iktidarın küçük ortağı olmalarına karşın, Devlet Bahçeli’nin ve kurmaylarının özellikle iktidarda “etkin”, “etkili” olduklarına ilişkin kamuoyundaki yaygın “algıdan” da “huzursuz”du.
Bu algıdan kurtulmanın teleş ve uğraşında…

İç siyasa ağırlıklı gelişmeleri izleyen emekli gazeteci olarak, bunlar benim gözlemlerim, düşüncelerim, öngörülerim, yorum ve analizlerim.
AKP, MHP, İyi Parti nasıl değerlendirir, bilemem.
Benim için siz okurlarımın değerlendirmeleri önemli.
Saygı duyarım…

ASLI-AYTAÇ BAKAL KARDEŞLER İLE ESKİ MİLLETVEKİLİ YILMAZ ATEŞ AÇIKLAMAK ZORUNDA!..

150 150 bakikarakol

Dünkü yazımda anlatmaya çalıştığım olayın oluşundaki özü anlayabilmiş değilim!

Olay şu:
32 “Bankamatik Milletvekili”nden biri olan Deniz Baykal 21 Şubat 2019 günü Kamutay’a (TBMM’ye), -rahatsızlığından ötürü- tekerlekli sandalyeyle getirilerek, “Milletvekili Yemini”ni etti.

Her nedense, hiçbir gazetede, hiçbir internet basınında, hiçbir tv kanalında, hiçbir radyoda yer almayan “gelişme”, Hasan Altıner adlı vatandaşın facebook sayfasında tek tümceyle yer aldı!
23 Şubat 2019 Cumartesi günü yayınlanan o tek tümce şuydu:
“Sayın Deniz Baykal yeminden sonra biriken parasının çekini Çağdaş Eğitim Vakfı’na bağışlamıştır.”

Hasan Altıner’i tanımıyordum, facebooktan arkadaşım değildi; facebooktan bir arkadaşım paylaşınca haberim oldu.

Aynı tümceyi bir gün sonra (24 Şubat 2019 Pazar) www.ilkkursungazetesi.org internet gazetesinde okudum.
Haber olarak verilmişti.

www.ilkkursungazetesi.org internet gazetesini aradım; yanlış anımsamıyorsam Yazıişleri Müdürü arkadaşla konuştum, ona haberin kaynağını sordum.
İzmir CHP eski İl Başkanlarından (….) olduğunu söyledi.
İzmirli bir başka gazeteci arkadaşımdan da, “o Başkanın” cep telefonunu aldım.
Aradım.
Haberi kendisinin yazdırdığını doğruladı.
Biraz eşeledim…
“İstem Ankara’dan geldi” dedi.
“Ankara’dan kimden, kimlerden?..” diye sordum.
Sesler geliyordu.
Kalabalık yerde olmalıydı.
Ad almadan bırakmayacağımı anlayınca, fısıldayarak “Aytaç Beyden, Aslı Hanımdan, Yılmaz Ateş’ten…” dedi, telefonu kapattı.
“Aytaç Bey” dediği, Deniz Baykal’ın oğlu Prof. Dr. Aytaç Baykal’dı; “Aslı Hanım” dediği de, Deniz Baykal’ın kızı Prof. Dr. Aslı Baykal’dı.
Yılmaz Ateş’i bilirsiniz; Deniz Baykal’ın A Takımı’ndan Ankara CHP eski Milletvekili…

İşkillendim!
Hem de, şöyle böyle değil!..

Aynı gece (24 Şubat 2019 Pazar) saat.00.01’de, Hasan Atıner’e facebookuna özelden şu iletiyi (mesajı) attım:
“Sayın Altıner, ‘Sayın Deniz Baykal yeminden sonra biriken parasının çekini Çağdaş Eğitim Vakfı’na bağışlamıştır’ paylaşımınızla ilgili bir haber göremedim.
Konuyu içeren bir haber linkini bakikarakol@hotmail.com adresime atmanızı rica etsem, atar mısınız?..
Saygılarımla…”

Yanıtı beklemeye koyuldum.

Bir gün sonra (25 Şubat 2019 Pazartesi) gecesi saat 00.59’da Yılmaz Ateş’e facebookuna özelden şunları yazdım:
“Yılmaz Bey; Baykal’a yakınlığınızı bildiğim için bilginize başvuruyorum…
Hasan Altıner adlı beyefendi önceki gün (23 Şubat 2019 Cumartesi) facebookta bir paylaşımda bulundu. Aynen şöyle yazıyordu:
“Sayın Deniz Baykal yeminden sonra biriken parasının çekini Çağdaş Eğitim Vakfı’na bağışlamıştır.”
Böyle bir habere rastlamadım. Dün, İlk Kurşun internet gazetesinde çok kısa bir haber okudum. Tatmin edici ve inandırıcı değildi.
Yardımcı olursanız sevinirim:
Bağış olayı doğru mu?
Çek, Çağdaş Eğitim Vakfı’na, tam olarak hangi gün, kime verildi?..
Çekteki para miktarı –sakıncası yoksa- ne kadardı?..
Aydınlatmanız dileği ile saygılarımla…
Baki Karakol…
bakikarakol@hotmail.com”

Yılmaz Ateş dönmedi.
Hala dönmüş değil.
Bundan sonra döner mi?
Bilmiyorum.
Ama dönmesini, neden böyle şey yaptığını açıklamasını istiyorum.

Hasan Altıner’in facebook sayfasının kapağında emlak tabelasında cep telefonu yazılıydı.
Aradım.
Yaklaşık on gün önce gördüğü ve okuduğu iletime neden yanıt vermediğini anlatmada bayağı zorlandı.
O da aynı kişileri söyledi.
Kurtuluşu “Aytaç Beyle görüşeyim, size dönerim” sözünü vermekte buldu.
Deniz Baykal’ın oğlu Aytaç Baykal’la görüştü mü, görüşmedi mi, bilmiyorum.
Dönmedi.

Dünkü yazımda, Prof. Dr. Aytaç Baykal’ı aradığımı, kendisine ulaşamadığımı, asistanı Meltem Hanıma notlar bıraktığımı, birkaç gün sonra “Gerek görürsem ben iletişime geçerim” iletisini Meltem Hanımdan aldığımı yazmıştım.

Şu “bağış” olayında bir “muamma” vardı!
Bağış yapılmamıştı.
Yapılsaydı, yazılı basın, internet basını yazardı; tv kanalları canlı yayınlar yaparlardı, radyolar saat başı haber verirlerdi.
Türkiye’de ve dünyada duymayan kalmazdı.
Baykal’ın kızı ile oğlu ve kurmayı Yılmaz Ateş her haberde, görüntüde yer alırlardı.
En azından, işin peşine düşen beni bilgilendirmekten kaçmazlardı…

Bunların hiçbiri yok, ama tam tersi var!

Bir iki kişiyi ayarlayıp/ayartıp, onlar aracılığıyla facebook, twitter gibi sosyal basında tek tümcelik yazı yazdırarak, onu da paylaşımlarla yaygınlaştırarak kamuoyu oluşturmaya çalışmak!..

Neden böyle bir yol seçilmiş, uygulamaya sokulmuş?!
Neden böyle bir şeye gereksinim duyulmuştu?!

Böylesi “algı operasyonu” ile kafalarının içindeki hinliği dört dörtlük gerçekleştireceklerdi ki, ellerinde patladı!

Ellerinde patlatan, benimdim…

Buradan, Deniz Baykal’ın kızı Prof. Dr. Aslı Baykal’a, oğlu Prof. Dr. Aytaç Baykal’a ve Deniz Baykal’ın en has adamı Ankara CHP eski Milletvekili Yılmaz Ateş’e tekrar soruyorum:
Neden böyle bir şeye başvurdunuz?!

Ve onlara çağrıda bulunuyorunm:
Kaçmayın, saklanmayın, “neden böyle yaptığınızı, neden böyle yapmak zorunda kaldığınızı” çıkın dürüstçe açıklayın, özür dileyin, ondan sonra “sığındığınız sessizliğiniz”e varın gömülün!..